“Doğru söylediğimden şüphen mi var? O lanet şişenin içinde sayısız asırdır kilitliyim. Ne kadar süre olduğunu bilmiyorum çünkü hesaplanamayacak kadar çok.”
“Görünüşünüze baktığımda bunca yıldır bir şişenin içinde hapsolduğunuzu hiç düşünmezdim bayım,” dedi Horace kibarca. “Ancak bir değişiklik yapma zamanınız gelmiş. Uygunsuz olmayacaksa, neden başınıza böyle bir şey geldiğini sorabilir miyim? Gerçi bunca zamandan sonra sebebini unutmuş olabilirsiniz.”
“Unutmak mı?” dedi yabancı, gözlerinde kırmızı bir kıvılcım çakmıştı. “Şöyle bilge bir söz vardır: ‘Bırakın unutulmayı arzulayan bir başkasına fayda sağlasın; zarar verenin hatırası ise sonsuza dek sürsün.’ Ben ne bana sağlanan faydayı ne de verilen zararı unuturum.”
“Kindar bir yaşlı adam,” diye düşündü Ventimore. “Deli olması da cabası… Tam ev arkadaşı olunacak biri!”
“Ey insanlığın en iyisi!” diye devam etti yabancı. “Bil ki şu an seninle konuşan, Yeşil Jinn Fakraş-el-Aamaş’tır. İrem Bahçesi’ndeki Babil Şehri’nin yukarısında, Bulutlar Dağı’nın sarayında otururum. Şanını bilir misin?”
“Sanırım duydum,” dedi Horace adres defterindeki bir yerden bahsediliyormuşçasına. “Muhteşem bir muhit.”
“Benzersiz güzellikte, çeşitli başarılara imza atmış Bedia el-Cemal isminde kadın bir akrabam vardı. Bir Jinneeyeh olmasına rağmen, inançlı olduğunu görünce Davut’un oğlu Süleyman’a elçiler göndererek onunla evlenmesi için teklif sundum. Ancak Jarjareelilerden biri, İblis Rejmoos’un oğlu, el değmemiş güzel akrabamı uygun gördüğünü belirtip gizli gizli Süleyman’a gidip benim hükümdarı mahvetmek için gizli bir plan yaptığımı söyledi. Sonsuza dek Allah’ın laneti üzerinde olsun!”
“Elbette böyle bir şey yapmak aklınızın ucundan geçmemiştir, değil mi?” dedi Ventimore.
“Zehirli bir üslup, en saf istekleri bile kirletebilir,” şeklinde kaçamak bir cevap geldi. “Bunun üzerine Süleyman, kendisine selam olsun, Jarjareeliyi dinleyerek kızı reddetti. Dahası, tutuklanıp pirinç bir şişeye hapsedilmemi, kıyamet günü gelene kadar El-Karkar Denizi’ne atılmamı emretti.”
“Çok kötü, gerçekten çok kötü olmuş!” diye mırıldandı Horace, yeterince empati kurabildiğini umuyordu.
“Asil soyun ve nezaketin sayesinde kurtuldum, sana bin yıl hizmet etsem bile bu iyiliğini ödeyemem. Ne yapsam az gelir!”
“Lafı bile olmaz,” dedi Horace. “Bir faydam dokunduysa ne mutlu bana.”
“Göklerde yazılıdır: ‘İyilik eden iyilik bulur.’ Ben Jinn ifriti değil miyim? Öyleyse dile benden ne dilersen, istediğini alacaksın.”
“Zavallı yaşlı adam!” diye düşündü Horace, “Gerçekten keçileri kaçırmış. Yakında bana bir hediye vermek isteyecek, elbette bunu kabul edemem… Bay Fakraş,” dedi yüksek bir sesle. “Ben hiçbir şey yapmadım, gerçekten. Yapmış olsaydım da bunun için bir hediye kabul edemezdim.”
“İsmin nedir? Ne işle meşgulsün?”
“Kendimi daha önce tanıtmalıydım, size bir kartımı vereyim,” deyince yabancı Ventimore’un uzattığı kartı alıp kemerine sıkıştırdı.
“Bu iş adresim. Mimarım, eğer ne olduğunu bilmiyorsanız evler, kiliseler, sizin kültürünüzde de camiler yapan kişi. Aslında bunlarla da sınırlı değil, kısaca inşa edilebilecek her şeyi yapıyorum.”
“Ne kadar da faydalı bir meslek, saf altınla ödüllendirilecek türden.”
“Benim durumumda ödül, ulaşılamayacak kadar güzel,” diye bir itirafta bulundu Horace. “Başka bir deyişle, henüz bir ödülüm yok çünkü hiç müşteri bulma şansım olmadı.”
“Bahsettiğin müşteri kimdir?”
“Ah şey, bir ev yaptırmak isteyen ve eve ne kadar para harcayacağı umurunda olmayan, hali vakti yerinde bir tüccar. Eminim etrafta onlardan çok fazla var fakat benim kapımı çalan olmadı.”
“Bana biraz süre ver, mümkün olursa sana böyle bir müşteri bulacağım.”
Horace, böyle bir çevreden gelen yaşlı bir adamın tavsiyesinin buralarda pek de etkili olmayacağını düşünmekten kendini alamasa da zavallı yaşlı adamın ona borcunu ödeme konusunda kendini baskı altında hissettiğini anladığından hevesini kırmak istemedi.
“Bayım,” dedi hafifçe, “Eğer aradığım müşteri profiline rastlayıp aradığı mimarın ben olduğuma inandırmayı başarırsanız, aramızda kalsın ama henüz kimse keşfetmemiş olsa da gerçekten işimde iyiyim, onun bana gelmesini sağlayabilirseniz bana en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Yine de kendinizi zorlamayın.”
“Bu isteyebileceğin en kolay şey,” dedi ziyaretçisi. “Tabii eski gücümden birazı bile kalmışsa…” Bunları söylerken birden zihnini şüphe kaplamıştı.
“Önemli değil bayım,” dedi Horace. “Yapamazsanız sizi anlayışla karşılarım.”
“Önce Süleyman’ın nerede olduğunu öğrensem iyi olur. Böylece önünde eğilip af dileyebilirim.”
“Elbette,” dedi Horace nazikçe. “Ben olsam ben de aynısını yapardım ancak yine de dikkatli olun. Şimdi uyuyor olabilir, yarın sabah gidersiniz.”
“Şu anda olduğum yer biraz garip, ne tarafta aramam gerektiğini henüz bilmiyorum ama onu bulup kendimi aklayana ve Jarjareeliden intikamımı alana kadar durmak bilmeyeceğim.”
“Pekâlâ, şimdi uslu bir yaşlı adam olup uyusanız iyi olur,” dedi Horace sakin bir şekilde. Bu zavallı çılgın Asyalının polisin eline düşmesinden endişelenmişti. “Yarın Süleyman’ı aramak için çok zamanınız olacak.”
“Dünyanın öteki ucuna kadar gitmem gerekse bile onu bulacağım!”
“Doğru, onu mutlaka bir yerlerde bulacaksınız ancak bu geceden başlamanın bir anlamı yok, son tren çoktan kalktı.”
O konuşurken dışarıda esen rüzgâr, Big Ben’in sesini Westminster Saat Kulesi’ndeki mahallelere taşıyor, kısa bir aranın ardından gece yarısından sonraki ilk birkaç saatin haberini veren kilise çanları duyuluyordu.
“Yarın,” diye düşündü Ventimore, “Bayan Rapkin’le konuşayım da bir doktor çağırıp bu adamı tedavi ettirsin. Zavallı, gerçekten dışarı tek başına çıkacak halde değil.”
“Aramaya hemen başlayacağım,” diye ısrar etti yabancı. “Kaybedecek zamanım yok.”
“Ah, lütfen gelin!” dedi Horace. “Binlerce yıl geçmişken, birkaç saatin önemi olmaz. Hem ev kilitlendi, dışarı çıkamazsınız. İzin verin sizi yukarıya, odanıza kadar çıkarayım bayım.”
“İşler СКАЧАТЬ