Bu parça, ağzı bir tür metal tıpa veya kapakla kapatılmış, uzun ve kalın boyunlu, yaklaşık altmış santimetre boyunda şişkin gövdeli bir şişeydi. Yer yer kabuk bağlamış ve çukurlaşmış yüzeylerinde göze çarpan bir süsleme yoktu, bazı yerleri kazınmıştı.
Antika bir süs eşyası için pek çekici görünmüyordu ve burada sergilenen diğer önemsiz parçalar şişeyi alaya alıyor gibiydi.
Müzayedecilerden biri “Buna ne diyorsunuz efendim?” diye sordu, öğretmenini kışkırtmaya çalışan arsız bir çocuğa benziyordu. “Bu da diğerleri kadar ‘benzersiz’ mi?”
“Bu parçaya siz de değer biçebilirsiniz,” gibi ihtiyatlı bir yanıt geldi karşı taraftan. “Herhangi biri bu parçanın çöp olmadığını bilebilir.”
“Şömine için güzel bir süs!” diye bağırdı salondan bir şakacı.
“Bunun üst kısmını çivi sökmek için mi kullanıyorlar? Öyle değilse ne işe yarıyor? Oldukça sıkı görünüyor,” dedi başka biri.
“Muhtemelen uzun süredir açılmadı.”
Salondaki şakacılardan biri şişeyi eline aldıktan sonra “Kilosu yerinde!” dedi. “İçinde ne var efendim? Sardalye mi?”
“Bu parçayı, içinde herhangi bir şey olduğunu söyleyerek açıkartırmaya koymadım,” dedi müzayedeci.
“Bana sorarsanız içi parayla dolu.”
“Öyle mi dersiniz?”
“Beni yanlış anlamayın. Paradan bahsederken şişenin içinde para olduğunu söylemiyorum. İçinde bir şey olduğunu düşündürecek bir nedenim yok. Sadece bu şişenin göründüğünden daha değerli olabileceğini söylüyorum.”
“Ah! Eminim öyledir.”
“Pekâlâ baylar, zaman kaybetmeyelim. Spekülasyonlarınızı bir kenara bırakın da bu parçaya bir teklif verin. Haydi!”
Büyük bir teklifte bulunacakmış edasıyla, “İki peni!” diye bağırdı salondaki başka bir şakacı.
“Lütfen ciddi olalım. Hepimiz müzayedeye devam etmek istiyoruz. Artırmayı başlatmak isteyen var mı? Beş şilin? Metalin değeri bu değil ama yine de kabul edeceğim. Altı. İyi düşünün. Bu her gün karşınıza çıkacak bir parça değil.”
Şişe hâlâ saygısız bir tavırla ve tokatlamalarla elden ele geziyordu. Sıra Ventimore’un sağındaki alıcıya gelmişti. Adam teklifte bulunmuyor ama şişeyi dikkatle inceliyordu.
“Gayet iyi,” diye fısıldadı Horace’ın kulağına. “Bu parça gayet iyi. Yerinde olsam kaçırmazdım.”
“Yedi şilin, sekiz oldu, şu köşeden bir dokuz geldi.”
“Madem bu kadar iyi, neden siz almıyorsunuz?” diye sordu Horace komşusuna.
“Ben mi? Ah, doğrusu bu pek benim tarzım değil ve aldığım son parça bütçemi epey zorladı. Bugün alabileceğim kadarını aldım. Bu, çok nadir bulunan ilginç bir parça. Daha önce buna benzer pirinç bir vazo görmüştüm. Buradakiler bu parçanın değerini anlayamayacak kadar cahiller, gerçekten de çok eski bir şişe. İşte bu sebepten size tüyo vermekte sakınca görmüyorum.”
Horace doğruldu ve şişenin üst kısmını incelemeye başladı. Müzayedecinin az önce yakılmasını söylediği gaz lambalarından birinin cılız ışığında görebildiği kadarıyla, kapak kısmındaki yarısı silinmiş çiziklerin ve üçgenlerin yazıt olabileceğini düşündü. Elinden geleni yapmasına rağmen Profesör’ün takdirini kaybedeceğini anlamıştı ancak bu şişenin kapağındakiler gerçekten önemli yazıtlarsa, takdirini kazanmak için bir fırsat elde etmişti.
Katalogda olmadığı için bu parçaya Profesör adına teklifte bulunamazdı, onun parasını harcamak istemediğinden cebinden birkaç şilin çıkardı. Gücü yettiği müddetçe kendi adına teklif verecekti. Daha öncekiler gibi bu defa da teklifin altında kalırsa, artık yapacak bir şeyi kalmayacaktı.
Müzayedeci soğukkanlı bir sesle “On üç şilin,” dedi. Horace onunla göz göze gelip kataloğunu kaldırdı, aynı anda başka bir köşeden de teklif gelmişti. “İki kişi on dört diyor.” Horace kataloğunu yeniden kaldırırken, “On beş şilinden öteye gidemeyeceğim,” diye düşündü.
“On beş. Size doğru geliyor efendim. Artıran var mı? On altı geldi, bu çok ilginç şişe sadece on altı şiline gidiyor.”
“Sonuçta,” dedi Horace, “Bir sterlinden az olduğu sürece teklifi artırmanın zararı olmaz.” Ve on yedi şilin teklif etti. Kısa boylu, neşeli, temiz yüzlü küçük bir tüccar olan rakibi “On sekiz!” diye bağırdı ancak yanındakiler ona “sessizce oturmasını ve parasını boşa harcamamasını” öğütledi.
“On dokuz!” dedi Horace ve onun ardından az önceki adam “Bir sterlin!” diye bağırdı.
“Bu büyük pirinç şişe, sadece bir sterline gidiyor!” dedi müzayedeci kayıtsız bir ses tonuyla. “Artıran var mı?”
Horace birkaç şilin daha vermekten bir zarar gelmeyeceğini düşünüp başını salladı.
“Bir gine! Son kez soruyorum. Kaybedeceksiniz bayım!” dedi müzayedeci ufak tefek adama dönerek.
“Devam et Tommy! Yenilme! Ona bir darbe daha indir Tommy!” Arkadaşları alaycı bir şekilde konuşmaya devam ediyorlardı ancak Tommy ne zaman duracağını bilen bir adam edasıyla başını salladı.
Suratında üzgün bir ifadeyle, “Bir gine! Değerinin yarısı bile etmez bir fiyatla, bu parça solumdaki beyefendiye gidiyor,” dedi müzayedeci. Pirinç şişe Ventimore’un oldu.
Parayı ödedikten sonra, bu devasa şişeyle dikkat çekmeden eve kadar yürümesi zor olacağından şişenin Vincent Meydanı’ndaki pansiyonuna gönderilmesini söyledi.
Ancak kulüp binasına doğru açık havada yürürken, zaruri ihtiyaçlarına bile ancak yetecek kadar parası olmasına rağmen kendisini bir gineyi değeri belirsiz bir parçaya verecek kadar çeken şeyin ne olduğunu düşünmeye başladı.
III
Beklenmedik Açılış
Ventimore o akşam Cottesmore Gardens’a gittiğinde oldukça dengesiz, hatta kaotik bir ruh halindeydi. Sylvia’yı biraz sonra tekrar göreceği düşüncesi kan akışını hızlandırırken onunla nezaket gereği birkaç kelimeden fazla konuşmamakta kararlıydı.
An geliyor kendisinden iyilik istemeyi düşündüğü için Profesör Futvoye’a minnet duyuyor; çok geçmeden yalnız kalmasının onun iç huzuru için çok daha iyi olacağını fark ediyordu. Belli ki Sylvia ve annesi onu daha fazla görmek istemiyordu, yoksa onu daha önce СКАЧАТЬ