Название: Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Автор: Veli Toprak
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-63-0
isbn:
Son yıllarında görüşmeniz oldu mu?
2007 yılında beni evinde bir kahvaltıya çağırdı. İslamcı siyasa, kendisini millî mefkûrenin bir aygıtı olarak görmekten çok, gücün sahibi olarak görür. Kendisine vaaz eden bir hâletiruhiye ile hareket ettiği yönündeki eleştirilerimi söylediğimde, acı ile tebessüm ettiğini hatırlıyorum. Yorgundu. Nankörlükten yorulmuştu aslında. “Delikanlı” bir adam olduğu, pes etmek kitabında da yazmayan bir adam olduğu için mukadderatına doğru gitti.
DYP ile ittifakı (2007) başarabilseydik ben yeniden yollarımızın bir araya gelebileceğini ve aslında AP’li babalarımızdan devraldığımız Türkiye’yi, sağ siyaset mirasını kendi kuşağımızın konumlandırmasıyla yeniden devam ettirebileceğimize inanıyordum. Böyle bir hayalim vardı. DP, AP, ANAP’a gelen çizginin yeniden DP’yle birleşmesiyle 60-70’lerde yapılmış dışlayıcı hataları yapmadan demokrat bir siyaset alanı olarak başarılabileceğini, kendisinin de tarihsel bir rol oynayabileceğine inanıyordum. Biz başaramadık.
İttifak niye kurulamadı?
Biz şunu hedefliyorduk. DYP-ANAP-BBP, gelirlerse SP, ben Devlet Bahçeli’ye de gittim. Hatta MHP. Çok kapsamlı bir sağ siyasal çatıyı kurabilir miyiz? Ben ağırlıklı olarak bu çabayı gösteriyordum. Erken seçim kararı alınması, yeni bir siyasi parti çatısını imkânsızlaştırdı. Çünkü YSK, seçime girecek partilerin listesini yayımlamıştı. Mevcut tüzel kişiliklerinden birinin çatısı altında bir birleşme dışında hukuki imkân kalmamıştı. Bu bizi hayallerimizden uzaklaştırdı. Rahmetli Başkan’la da bu aşamada görüşmüştük. İttifak formülünün bu aşamada daha doğru olacağını ifade etti. Ben de vatandaşın ittifaklara güven duymadığını, seçimde başarı elde etmenin ittifak değil birleşmeler olduğunu söyledim. Benim önerim imkânsızlaştı.
Mehmet Ağar da prensipte olumsuz bir beyanda bulunmuyordu. Benimle konuşurken bulunmuyordu ama Ağar’ın beyanlarının pek çoğu sonradan yalan çıkınca hangi beyanında samimiydi değildi bugün yargılama imkânından yoksunuz. DYP’nin DP olması ve birlikte seçime girme imkânımız yoğun bir sabotaja maruz kaldı, anladığım kadarıyla rahmetli Muhsin Bey de bu sabotaj girişimlerini görüyordu, konuştuğumuz şeyin gerçekleşme ihtimali kalmadığını o da gördü. Erken seçim kararı ve 367 tartışmalarının yarattığı travma, sonradan çok daha ayrıntıları ortaya çıkan başta örtülü ittifakların Mehmet Ağar’ın iradesini bloke ettiğini bize gösterdi. Nitekim biz o seçimde, aramızda bir anlaşma hatta imzalı yazılı protokol bulunmasına rağmen seçim dışı bırakıldık. Bildiğiniz kolpa… Aşağılık bir kolpa ile seçim dışında kaldık. Hayallerimiz yıkıldı. Türkiye yanlış yola girdi, 15 Temmuz’a kadar getirdi.
Türkiye’nin başına gelenleri, olaylar üzerinden tarih okuması yapmıyorum. Ne yaşadıysak, 10-20 yıl önce ne yaşanacağını neredeyse takvim vererek söyledim. Bu bir kehanet değil. Sosyal hadiselerin tabiatı vardır. Toplumun tabiatı vardır, siz o tabiat hakkında hakikatlere vâkıfsanız sıhhatli öngörülerde de bulunursunuz ve bu kehanet değil. O hayal böylece tarihin çöplüğüne atıldı. Başka bir koalisyon AK Parti-Fetö koalisyonu iktidar oldu.
2007’nin sonunda siyaseti tamamen bıraktım. Ülkede yaşananlar karşısında özellikle aydınların duyarsız hatta ikiyüzlü, iktidar yardakçısı pozisyonları beni tiksindiriyordu ve o yüzden siyasete dair ne varsa uzaklaşma kararlılığındaydım, gidip gelemedim. Ama Reis dirayetli adamdı, mücadelesine, kavgasına devam ediyordu, doğrusu ben de kendisini bir taraftan hayranlıkla, bir taraftan hak ettiği saygınlığa kavuşmamış olması nedeniyle öfkeyle izliyordum. Öfkem, yanında olması gerekip olmayanlara idi. En azından hakkını şifahen bile teslim edecek bir kadirşinaslık bekliyordum, görmedim. Rahmetlinin hayatı boyunca da bunu gördüğüne tanık olmadım.
Demek ki tıpkı Nebiler, Resuller, Veliler, Şehitler gibi… Şehitlerin şahı Hz. Hüseyin gibi kimseden bir şey ummadan, beklemeden, mücadelesini sürdürdü. O belli ki mükâfatını Hak’tan bekliyormuş, Cenabımevla ona mükâfatını, bize ibretlik bir ders verdi.
Bir gün kuliste oturuyoruz. Beraber aynı koğuşta, yan yana yattığı arkadaşları da var. Hatırladıklarımdan biri de bizim Yaşar Okuyan. Sohbet ediyoruz. Kimin aklına geldiyse bu rahmetlinin birini dayaktan kurtarması hikâyesi geldi. Solcu bir çocuk. Aynı yerde kalıyorlar, sürekli ders alıyorlar. Atatürk ilkeleri, Atatürk’ün hayatı. Atatürk’e dair her şey. Tertip askerler geliyor. Acemi erlerden bir tanesi, Türkçesi de mahallî ağızla konuşan birisi, solcu çocuklardan birini çıkarıyor öne. “Söyle lan!” diyor, “Atatürk ne yaptı?” diyor. Soruyu tam anlayamıyor, “Vatanı kurtardı komutanım.” diye bağırıyor. “O değil lan, başka ne yaptı?” diye eline vuruyor. “Cumhuriyeti kurtardı.”, “O değil.”, “Düşmanları kovdu.”, “O değil.”, “O devrimi yaptı.”, “O değil lan.”, “Bu devrimi yaptı.”, “O değil lan.” düşünüyor. Rahmetli Reis, askerin bilişsel durumunun hangi seviyede olacağını anlayınca çocuğa yaklaşarak diyor ki “Dayısının çiftliğinden kargaları kovaladı komutanım.” diyor. “Hah şöyle lan.” diyor. “Geç yerine.” diyor. Bunu rahmetlinin kendisinden kuliste dinlemiştim.
Yazıcıoğlu sizce öldürüldü mü, Türk siyasi hayatı neyi kaybetti?
Ben önce şunu söylemek istiyorum; ister öldürülmüş olsun ister kaza ile vefat etmiş olsun. İkisi de Cenabıallah’ın takdiri dışında değildir. Bence evvel emirde bu vefatın oluş şekli, onun şahsiyetine, hatırasına, şahsı manevisine çok uygun düşen bir şey olmuştur. Ben bunda bir hikmet olduğunu, Mevla’nın bir ihsanı olduğunu düşünüyorum. Hani Yunus’un kendi için dilediği hikâyeye benzedi; “Bir garip ölmüş diyeler, 3 günden sonra duyalar, şöyle bir bencileyin…” Öyle bir adamdı. Derviş gönüllü bir adamdı. Şair yönüyle de Yunus’a vâris olacak biriydi. Çünkü bu milletin, toprağın ruhu üstünde buram buram tüten bir adamdı. Birine ruh adam nitelemesi yapılacaksa benim çağdaşlarım arasında bu sıfata yakışacak kimseyi görmedim. Gerçekten o bir ruh adamdı, milletin, tarihin, toprağın içinden sürekli tütüp duran bir şeydi. Tam onun hâline yakışır bir hikâye oldu, vefatı.
Ben çok tereddüt yaşadım, ulaşabildiğim imkânlarla öğrenmeye çalıştım. İlk başlarda bana söylenen, o helikopterle o hava şartlarında yolculuk etmesinin yaşananların kaza olma ihtimalini çok güçlendirdiği yolundaki kanaatlere bir nebze itibar etmiştim. Şüphelerim hâlâ bulunmakla beraber ne zaman ki 15 Temmuz oldu, Hava Kuvvetleri içinde örgütlenmiş birtakım şer güçlerin, nelere tevessül edebilecekleri, kalkışabilecekleri somutlaştı; yaşanan şeyin bir suikast, cinayet olduğuna iman ettim. Çünkü olay anında cep telefonu ile iletişim kurulabilen bir lokasyona, saatlerce GSM sinyalinin alınmaya devam ettiği bir lokasyona 3 gün boyunca ulaşılmamasının hiçbir izahı yok. Bunun arkasında yatan asıl faktör Malatya Valiliği, Emniyet ve 2. Ordu Komutanlığı… Bunlardan bunun hesabı sorulmalı. Bugüne kadar sorulmadıysa da bir gün mutlaka sorulmalı. Ben bunun yapılan hatalar manzumesinin, masum yanılmalar olduğuna artık asla inanmıyorum.
Yaşamış olsa siyasetteki yeri, siyasetin ne kaybettiği…
СКАЧАТЬ