Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri. Редьярд Джозеф Киплинг
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri - Редьярд Джозеф Киплинг страница 4

Название: Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri

Автор: Редьярд Джозеф Киплинг

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-49-4

isbn:

СКАЧАТЬ kaldırmış ve o söylerken senin duymadığın, şimdi okuyacağım şiiri mırıldanmış:

      Kim almışsa bu keki,

      Hani şu Zerdüşt’ün pişirdiğini,

      Bilsin ki almıştır başına büyük bir derdi!

      Bu kısacık şiir aslında düşündüğünden çok daha anlamlıymış biriciğim. Çünkü beş hafta sonra, Kızıldeniz’de hava o kadar ısınmış ki, herkes üzerindeki giysileri çıkartmış; tabii bizim Zerdüşt de şapkasını çıkartmış. Gergedan ise denize girip serinlemek için o pek gergin derisini çıkartıp bir köşeye atmış. O zamanlar Gergedan’ın derisi tam göbeğinin altında üç düğmeyle ilikleniyormuş ve su geçirmiyormuş. Ondan sonra Zerdüşt’e kekle ilgili de hiçbir açıklama yapmamış; çünkü biliyorsun hepsini yemiş terbiyesiz olduğu için. Derken Gergedan derisini sahilde kuytu bir köşeye bırakarak denizin serin sularına girmiş, burnundan baloncuklar çıkartarak yüzmeye başlamış.

      O sırada sahilde gezen Zerdüşt, Gergedan’ın kuytuya bıraktığı derisini bulmuş ve o kadar sevinmiş ki, ağzı kulaklarına varıncaya dek gülmüş. Gergedan’ın derisinin etrafında dans ede ede üç kere dönmüş ve ellerini ovuşturmuş. Sonra aceleyle kampına dönmüş şapkasının içine yerde kalan kek kırıntılarını doldurmuş; çünkü Zerdüşt kekten başka bir şey yemezmiş ve yere dökülen kırıntıları da ziyan etmezmiş. Gergedan’ın derisini de almış sallamış sallamış, sonra içini kuru, bayat ve yanık kek kırıntılarıyla doldurmuş. Ondan sonra da palmiye ağacının tepesine çıkıp Gergedan’ın denizden çıkıp giyinmesini beklemiş.

      Gergedan tam da onun beklediği gibi davranmış. Denizden çıkınca derisini giymiş, üç düğmesini iliklemiş ve nasıl ki yatağımıza dökülen kek kırıntıları bizi gıdıklar, işte o da öyle gıdıklanmaya başlamış. Kaşınmış kaşınmış; ama kaşındıkça kırıntılar daha da çok batmış. Kumların üzerinde yuvarlanmaya başlamış, yuvarlanmış yuvarlamış; ama kırıntılar daha da çok kaşındırmış. Koşmuş, palmiye ağacının gövdesine sürtünmeye başlamış. Ama o kadar çok sürtünmüş ki derisi omuzlarından sarkmış, eskiden göbeğinin altında duran düğmelerin olduğu yerde büzüşmüş ve düğmeleri kopmuş. Bacaklarındaki deri bile bollaşmış. Gergedan bu duruma çok sinirlenmiş; ama bir türlü kek kırıntılarından ve kaşıntıdan kurtulamamış. Sürekli kaşınıyor ve gıdıklanıyormuş. Sonunda öfkeli bir şekilde, kaşına kaşına evinin yolunu tutmuş. İşte o günden beri bütün gergedanların derileri kek kırıntıları yüzünden kaşınmaktan boğum boğum ve kat kattır. Bu yüzden de hepsi öfkeli ve aksidirler.

screen_37_2_1

      Bu arada Zerdüşt de palmiye ağacından inmiş, güneş ışıklarını Doğu’nun ihtişamıyla yansıtan şapkasıyla, fırınını, bıçağını ve neyi varsa toplamış ve daha fazla insanın yaşadığı kalabalık yerlere doğru yol almış.

BU ISSIZ ADA

      Açıklarındadır Guardafui Burnu’nun,

      Civarındadır Socotra sahilinin,

      Yakınlarındadır Pembe Arap Denizi’nin,

      Sıcaktır oralar,

      İkimiz için,

      P.&O.’nun güvertesinde, gitmek o bölgeye,

      Zerdüşt’e ve kekine bakmak için.

      LEOPAR’IN BENEKLERİ NASIL OLUŞTU?

      Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar, Yüksek Sahra denilen bir yerde, bütün hayvanların açık renkli olduğu günlerde, bir Leopar yaşarmış. Ama orası, Alçak Sahra, Çalılıklı Sahra ya da Kuru Sahra gibi değilmiş; kum sarısı kayalıkları ve saman sarısı kuru otları olan, çıplak, sıcak ve parlak Yüksek Sahra’ymış. Leopar’ın dışında, Zürafa, Zebra, Boğa Antilobu, Kudu ve Benekli Antilop da orada yaşıyorlarmış. Hepsi kahverengi ve saman sarısı renktelermiş.

      Ama Leopar’ın rengi hepsinden daha parlak ve değişik bir saman sarısıymış. Gümüş-sarı karışımı bir kediye benziyormuş ve kürkünün her bir tüyü Yüksek Sahra’nın saman sarısı kahverengi tonuyla çok uyumluymuş. Bu durum Zürafa’yı, Zebra’yı ve diğer hayvanları çok üzüyormuş; çünkü Leopar kum sarısı ve kahverengi bir kayanın ya da çalılığın dibine pusu kurarmış; oradan geçen Zürafa’yı, Zebra’yı, Boğa Antilobu’nu, Kudu’yu, Çalı Antilobu’nu ya da Beyaz Yüzlü Antilop’u, saklandığı yerden fırlayıp öyle bir korkuturmuş ki zavallı hayvancıkların yürekleri ağızlarına gelirmiş.

      Ayrıca Yüksek Sahra’da gri-kahve ve sarı renkli, oku ve yayı omzunda gezen bir Etiyopyalı da yaşarmış. Bu Etiyopyalı ile Leopar beraber avlanırlarmış. Etiyopyalı okunu ve yayını, Leopar da pençelerini kullanırmış bunun için. Bu ikisi yüzünden Zürafa, Zebra, Boğa Antilobu, Kudu, Yaban Eşeği ve diğer hayvanlar nereye kaçacaklarını şaşırırlarmış, bir tanem. Korkudan akılları başlarından gidermiş.

      Aradan çok uzun zaman geçmiş -o zamanlar herkes ve her şey çok uzun yıllar yaşarmış- Yüksek Sahra’daki hayvanların hepsi, Leopar ve Etiyopyalıya benzeyen her şeyden kaçmaya ve hatta oraları terk etmeye karar vermişler. En başta uzun bacaklı Zürafa gidiyormuş. Derken günlerce yürümüşler, yürümüşler ve bir ormana varmışlar. Bu ormanda değişik ağaçlar, çalılıklar, sarmaşıklar varmış ve boy boy, alacalı bulacalı yaprakları gölgelendiriyormuş her yeri. Hayvanlar bu ormana saklanmaya karar vermişler. Aradan tekrar uzun uzun zaman geçmiş ve bir güneşin altında, bir gölgede durmaktan ağaç yapraklarının alacalı gölgeleri hayvanların renklerini değiştirmeye başlamış. Zürafa’nın üzerinde büyük lekeler, Zebra’nın üzerinde çizgiler, Boğa Antilobu ile Kudu’nun sırtlarında da ağaç kabukları gibi dalgalı, kırçıl hatlar oluşmuş. Artık sesleri duyulabiliyor, kokuları alınabiliyormuş; ama onları görmek mümkün değilmiş. Bunun için nereye bakman gerektiğini iyi bilmen gerekiyormuş. Bu şekilde gölgeli ve alacalı ormanda mutlu mesut yaşarlarken Etiyopyalı’yla Leopar, gri-sarıboz renkteki Yüksek Sahra’da bir oraya bir buraya koşturup kahvaltı, öğlen ve akşam yemeklerini arıyorlarmış. Artık o kadar acıkmışlar ki sıçanları, böcekleri ve kaya tavşanlarını yemişler, sonra da karınları ağrımaya başlamış. Tam o sırada Baviyan adında köpek kafalı, havlayan bir Babun’la karşılaşmışlar. Bu Babun güya Güney Afrika’nın en bilge hayvanıymış.

      “Avladığımız hayvanlar nereye gittiler?” diye sormuş Leopar.

      Baviyan göz kırpmış. Cevabı biliyormuş.

      Ardından Etiyopyalı sormuş Baviyan’a: “Bana yerli Fauna’nın şu an nerede yaşadığını söyleyebilir misiniz acaba?” (Aslında bu, Leopar’ın sorusuyla aynı anlama geliyormuş; ama Etiyopyalı bir yetişkin olduğu için hep böyle cümleler kurmayı tercih ediyormuş.)

      Baviyan yine göz kırpmış. Cevabı biliyormuş.

      Leopar’a şöyle cevap vermiş: “Senin avların başka noktalara gittiler. Sana tavsiyem sen de başka noktalara git Leopar kardeş.”

      Etiyopyalı lafa karışmış: “İyi de ben yerli Fauna’nın nereye göç ettiğini öğrenmek istiyorum.” demiş.

      Baviyan ona da şöyle cevap vermiş: “Yerli Fauna, yerli Flora’ya СКАЧАТЬ