Название: Savaş ve Barış II. Cilt
Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-38-8
isbn:
Kendi yanında, kendisinden -Napolyon’dan- başkası için courtisan ve admirateur olabilmeyi, komik bir şey olarak görüyor gibiydi.
Balaşef’in selamına başını hafifçe öne eğerek cevap verirken “General için atlar hazırlatıldı mı?” diye ekledi.
“Benimkilerden verin, uzun bir yol var önünde…”
Balaşef’in götürdüğü, Napolyon’un Aleksandr’a yazdığı son mektup oldu. Yapılan konuşmanın bütün ayrıntıları Rusya İmparatoru’na aktarıldı ve savaş başladı.
VIII
Piyer’le Moskova’da yaptığı görüşmeden sonra Prens Andrey; ailesine, işleri için gittiğini söyleyerek ama gerçekte Prens Anatol Kuragin’i bulmak ve onunla hesaplaşmak için Petersburg’dan ayrılmıştı. Piyer, Prens Andrey’in kendisini aradığı konusunda kayınbiraderini uyarmıştı. Anatol Kuragin, Savunma Bakanlığından hemen bir görev almış ve Moldava ordusuna katılmıştı. Petersburg’da kaldığı sırada, Prens Andrey; kendisine her zaman yakınlık gösteren eski generali Kutuzof’la karşılaşmış ve Yaşlı General Kuzutof, başkomutanlığına getirildiği Moldava ordusuna beraber gelmesi için Prens’e teklifte bulunmuştu. Prens Andrey de genelkurmayda görev alıp Türkiye’ye gitti.
Kuragin’i yazıyla düelloya davet etmeyi uygun bulmuyordu Prens. Yeni bir bahane olmazsa böyle bir davranışın, Kontes Rostova’nın onurunu zedeleyebileceğini düşünüyordu. Bundan ötürü, düello için yeni bir bahane bulabileceği umuduyla Kuragin’le yüz yüze gelmek istiyordu. Ama gelişinden biraz önce Rusya’ya dönmüş olan Kuragin’le, Türkiye ordusunda da karşılaşamadı. Bu yeni ülkede ve yeni hayat şartları içinde kendisini daha rahat hissetti. Herkesten titizlikle sakladığı için kendisine daha da ağır gelmiş olan nişanlısının ihanetinin darbesinden sonra, mutluluk duyduğu hayat şartları ona çekilmez gelmeye başlamıştı ve bir zamanlar kendisi için çok değerli özgürlük ve bağımsızlık da daha dayanılmaz bir şey olmuştu. Austerlitz savaş alanında ilk olarak zihninde doğan, Piyer’in karşısında geliştirmekten hoşlandığı ve önce Boguçorovo’da, sonra İsviçre’de ve Roma’da yalnızlığını gideren düşüncelere kendisini bırakmak şöyle dursun; önünde sonsuz ve ışıklı ufuklar açan bu fikirleri hatırlamak bile istemiyordu. Şimdi yalnızca, eski uğraşılarıyla ilgisi olmayan günlük ve pratik sorunlar ilgilendiriyordu onu ve eski uğraşıları artık uzaklarda kaldığı için yenilerine daha da hırsla sarılıyordu. Sanki bir zamanlar üzerindeki o sonsuz gökyüzü, ağırlığı altında ezildiği ve içinde her şeyin apaçık, öncesiz, sonrasız ve sırlı olmadığı alçak ve sınırlı bir kubbeye dönüşmüştü.
Yapabileceği şeyler arasında askerlik, en basiti ve en iyi bildiğiydi. Kutuzof’un karargâhında general yaver olarak görevini büyük bir bağlılık ve titizlikle yapıyor; çalışmaktan aldığı tat ve dakikliği, komutanını şaşırtıyordu. Kuragin’i Türkiye’de bulamayan Prens Andrey, onu izleyerek Rusya’ya kadar gitmeyi gerekli görmedi. Ama aradan zaman geçmesine, Kuragin’i küçümsemesine ve onunla karşılaşacak kadar küçülmemek için ortadaki bütün nedenlere rağmen karşısında onu bulunca aç bir insanın bulduğu yiyeceğe saldırmadan edemeyeceği gibi onu kışkırtmadan edemeyeceğini de biliyordu. Ve hakaretin hıncının alınmamış, öfkenin boşalmamış olduğunu düşünmek; yüreğine kurşun gibi oturuyor ve bir bakıma yüksek mevkilere yönelmiş, gösteriş sever gibi görünen çabası sayesinde Türkiye’de kendisine yaratmış olduğu sözde rahatlığı zehirliyordu. Napolyon’la savaş haberi, 1812’de Bükreş’e ulaşınca (Kutuzof, gecesini gündüzünü Balaşka’sının yanında geçirerek iki aydır bu kentte yaşıyordu.) Prens Andrey, batı ordusuna gönderilmesini istedi. Çalışkanlığını, kendi tembelliğine yöneltilmiş bir sitem gibi gördüğü Bolkonski’yi, istediği yere memnuniyetle gönderdi Kutuzof ve ona Barclay de Tolly’nin yanında bir görev verdi.
Mayıs ayında Drissa ordugâhında bulunan orduya katılmadan önce Prens Andrey, babasının malikânesine -Smolensk ana yolundan üç verst uzakta olduğu için yolunun üzerinde olan Lisi Gori’ye-uğradı. Son üç yıl içinde hayatında o kadar büyük değişiklikler olmuş, o kadar çok şey düşünmüş, yaşamış ve görmüştü ki (Batıya da doğuya da gitmişti.) Lisi Gori’ye gelip de en küçük ayrıntısına kadar her şeyi aynı durumda bulunca değişmeyen bu hayat akışı onu çok şaşırttı. Ağaçlıklı yolda ilerleyip taş avlu kapısından geçerken uykuya dalmış sihirli bir şatodan içeri giriyordu sanki. Evde aynı saygınlık, aynı titizlik, aynı sessizlik hüküm sürüyordu; aynı eşyalar, aynı duvarlar, aynı gürültüler, aynı koku ve biraz yaşlanmış ama yine de korku dolu aynı yüzlerdi bunlar. Prenses Mariya, hayatının en güzel yıllarını boşuna ve neşesiz geçirerek korku ve manevi acılar içinde yaşlanan aynı çekingen ve çirkin genç kızdı. Matmazel Bourienne; kendisinden hoşnut, en neşeli umutlarla dolu ve hayatın her anının tadını çıkaran aynı cilveli kızdı. Prens Andrey onu, biraz daha kendinden emin bulmuştu yalnızca; İsviçre’den getirdiği Eğitmen Desalles, Rus biçimi bir redingot giymişti ve Rusçanın kafasını gözünü yararak hizmetkârlara bir şeyler söylüyordu ama aynı dar kafalı, okumuş, erdemli ve ukala eğitmendi.
İhtiyar Prens’te göze çarpan biricik bedenî değişiklik, ağzının kenarındaki bir dişin eksilmiş olmasıydı manevi bakımdan her zamanki gibiydi; yalnızca dünyada olup bitenlere karşı biraz daha öfkeli ve şüpheli olmuştu belki. Sadece Nikoluşka büyümüş, değişmiş, yüzüne renk gelmiş, koyu renk saçları kıvrım kıvrım olmuştu; gülerken ve neşeli bir hâldeyken güzel ağzının üst dudağını, tıpkı Küçük Prenses gibi yukarı kaldırıyordu bilmeden. Yalnızca o; bu sihirli ve uykuya dalmış şatoda, değişmezlik yasasına uymuyordu. Dış görünüş bakımından her şeyin aynı kalmasına rağmen bu insanlar arasındaki yakın ilişkiler, Prens Andrey’in onları görmemesinden bu yana değişmişti. Evde yaşayanlar, yabancı ve düşman iki kampa bölünmüştü; Andrey burada olduğu için şimdi bir araya geliyorlar ve her zamanki hayatlarının dışına çıkıyorlardı. Kampların birinde İhtiyar Prens, Matmazel Bourienne ve kalfa; ötekinde Prenses Mariya, Desalles, Nikoluşka, bütün dadılar, sütanneler yer alıyordu.
Prens Andrey’in Lisi Gori’de bulunduğu sürece, hep birlikte yemek yediler ama hepsi de tedirgindi ve Andrey, kendisi için kural dışı davranılan bir konuk olduğunu, burada bulunuşunun herkesi rahatsız ettiğini hissediyordu. İlk gün, öğle yemeğinde, elinde olmadan bunu hisseden Andrey hiç susmadı; onun bu durumunu fark eden İhtiyar Prens de kasvetli bir sessizliğe gömüldü ve yemekten hemen sonra odasına çekildi. Akşamüstü Andrey yanına gelip de onun ilgisini uyandırmak için Genç Kont Kamenski’nin seferinden söz etmeye başlayınca İhtiyar Prens, durup dururken Prenses Mariya’dan laf açtı ve kör inançları, söylediğine göre kendisine bağlı biricik insan olan Matmazel Bourienne’e yakınlık duymaması dolayısıyla suçladı onu.
İhtiyar Prens, eğer hastaysa Prenses Mariya yüzünden böyle olduğunu; onun, kendisini bile bile üzdüğünü, kışkırttığını, şımartmaları ve saçma laflarıyla Küçük Prens Nikolay’ı bozduğunu söylüyordu.
İhtiyar Prens, hayatı pek tatsız olan kızına kendisinin azap çektirdiğini ama böyle yapmadan edemeyeceğini de biliyor; onun, bunu hak ettiğini düşünüyordu. Bütün bunları gören Prens Andrey, kız kardeşinden niçin söz etmiyor bana? diye düşünüyordu. Kızından, durup dururken uzaklaşan СКАЧАТЬ
29
“Eee, İmparator Aleksandr hayranı ve yakını, bir şey söylemiyorsunuz?”