Название: Esrar-ı Cinayat
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-86-0
isbn:
Bugün artık savcı efendi Öreke Taşı Vakası’yla meşgul olmadı. Başka bir işi de olmadığından Feriköy’üne doğru hava almak için gezmeye çıktı.
Akşam hanesine geldiğinde Hafiye Necmi’nin istediği elmasları nereden bulacağını bir hayli düşündü. Gerçi pek çok suretler hatırına geldiyse de hiçbirisini hakkıyla beğenmiyordu.
Bu merakla yatağına yattı. Ertesi günü Galatasaray’a geldiğinde kendisi için gelmiş bir mektup buldu. Hemen açtı. Yeni dostu gazete yazarı tarafından yazılmış olup sureti de şudur:
Azizim Osman Sabri Bey, Vermiş olduğunuz mektubun şifresini açacak olan anahtarı bulmuş isem memnun olur musunuz?
Mâniniz yok ise gazetehaneye teşrif ediniz de size okuyayım.
İKİNCİ KISIM
BEYOĞLU’NDA BİR İNTİHAR
1
İntihar, yani insanın kendi nefsine suikast etmesini ahlak ilmiyle uğraşanlar ittifaken cinayetlerin en büyüğü, en müthişi sayarlar. Acaba hakları yok mudur?
“Can benim değil mi? Vücut benim değil mi? Kendi nefsime kendim kıyarsam kimin ne demeye hakkı olacaktır!” gibi sözler öyle birtakım safsatalar ki ilk anda insana doğru gibi görünürler ise de biraz derince düşünülür ise, tümüyle hükümden düştükleri ortaya çıkar.
İnsan kendisine kıydıktan ve geberip gittikten sonra, gerçi ona artık bir şey diyebilmek imkânı da mahvolmuştur. Hatta bir adam cezası kısas olan bir katletme fiilinde bulunsa da birkaç gün sonra da gelmiş olan eceliyle vefat etse, o katile de kimsenin diyeceği kalmaz. İntihar ise bir katil cinayetidir. Hem de kendi kendisine olan bir katletme işi olduğu gibi kısasa sebeptir. Fakat bu cinayette öyle bir gariplik vardır ki yalnız o gariplik yukarıda beyan etmiş olduğumuz safsatalara yol açar. Zikredilen gariplik ise haddizatında bakınız ne kadar sadedir:
İntihar, kısasa sebep bir katletme cinayeti olup kısas ve idam cezası da o cinayetin kendisinden ibarettir. Bir adam nefsine kıymakla hem bir katletme fiilinde bulunmuş hem de o katletme fiilinin sebep olduğu idam cezasını kendi kendisine icra etmiş olur.
Dünyada hiçbir şey felsefeden, hikmetten hariç olamaz. Hükümlerinin hikmetinden sual edilmeyen yalnız Cenâb-ı ahkâmü’lhâkimîndir. Hâlbuki onun da hükümlerinin hikmetini biraz düşünürsek kendisinden suale hacet kalmaksızın bize verdiği akıl ve düşünceyle bulabiliriz. Her şeyde olduğu gibi bilhassa adli kanunlarda da bu hikmetlere dikkat edilmiştir.
Adli kanunlar, katledeni niçin cezalandırıyor? Sadece bir katletme fiilinde bulunduğu için mi? O hâlde hatayla meydana gelen katilleri de kasten katletmiş gibi saymak gerekirdi. Hâlbuki kasten ile hata arasında büyük bir fark arıyor. Hatayı bir iki sene hapisle cezalandırıp kasti olanı ise kısas ile cezalandırıyor.
Fiillerin ikisi de bir, yani bir adamın diğer bir adam eliyle idamından ibaret olduğu hâlde kaza ile kasten arasında bu farkın bulunması bize gösteriyor ki adli kanunların kısasa şayan gördüğü şey bir adamın katledilmiş olması değildir. Belki katilin kastıdır.
Evet, asıl cinayet kasıttır. Hatta kazada hata nevinden değil; kanunun “haddim olmayarak, istemeyerek” dediği bir katletme ile “isteyerek” tabir ettiği katletme arasında da bir büyük fark görülüyor. O kadar büyük ki evvelkisinin cezası geçici kürek cezası olduğu hâlde ikincisinin cezası idam oluyor.
İsteyerek olsun, istemeyerek olsun, iki katlin ikisinde de bir kasıt olduğu hâlde o kastın yalnız katletme fiili vukuya geleceği esnada hasıl olmuş bulunmasıyla ondan evvel, yani epeyce bir zamandan beri mevcut olması arasında kanunen o kadar büyük bir fark görülüyor ki bu fark ölüm ile hayat arasındaki fark kadar büyük oluyor. Zira birisi katilin hayatta kalmasını, diğeri de öldürülmesini gerekli görüyor.
Şimdi asıl cinayetin ruhu sayılan şey kasıttan ibaret olduğuna göre o kastın da insanın kendi nefsine vuku bulması ondaki dehşeti bir kat daha arttırıyor.
Biraz düşünelim ki her ne surette olursa olsun kasıt niçin bu kadar fena görülüyor?
“Kasıt” denilen şey insanın karşı koyamayacağı bir şey olsaydı, ihtimal ki bu kadar büyük, müthiş ve lanetli bir şey görülmez idi. Zira o melanete “yaratılışı ve fıtratı” gereği gibi bir isim bulunarak mazur gösterilmeye çalışılır idi. Hâlbuki insanın yaratılışında kasıt yoktur. Emniyet vardır. İlk bakışta iki adam arasında hüküm sürecek şey tanışmaktır, yakınlık kurmaktır. Ondan sonra birbirini tanıyıp da nefrete sebep olan bir şey veyahut şeyler görülürse o zaman nefret oluşur. Dolayısıyla beşerin tabiatında ve fıtratında görülmesi gereken ilk şey emniyettir, güvendir. Ondan sonra kasta sebep olacak bir şey ortaya çıkarsa bu kötü fiil ortaya çıkar.
İşte şuraya bir çocuk oturmuş. Yanında bekçisi yok. Etraftan hiçbir nazarıdikkat de o çocuğa çevrilmemiş. Çocuğa her ne yapsanız hiçbir kimsenin görmesi katiyen mümkün değil. Haydi bakalım o çocuğun kulağını kesiniz. Eğer insan tabiatının ilk hükmü kasıttan ibaret olsaydı sizi çocuğun kulağını kesmeden kim menedebilirdi? Aksine insan tabiatının ilk gereği emniyet olduğu için çocuğa öyle bir kasıt hatırınıza gelmesi şöyle dursun, belki yanında bir köpek veyahut bir çukur, bir kuyu gibi tehlike görürseniz yolunuzu değiştirerek çocuğu temine de himmet edersiniz.
Görüyor musunuz ki hâlâ kasıt yoktur. Bir de dikkat ediniz ki çocuğun kulaklarında bir çift güzel pırlanta küpe vardır. En az elli lira eder. Nasıl, hüküm başkalaştı mı? Bu küpeleri şöyle kolayca çıkarıp almaya da hâl ve zaman müsait olmadığından bunları çekince çocuğun kulakları yırtılacak.
İşte kastın kaynağı ortaya çıktı. İşte kanun da böyle insanın fıtratında yerleştirilen asıl emniyeti, ayaklar altına alıp ve kendi nefsini böyle melanet derecesine düşürüp de o kasta mağlup olduğu için insanı cezalandırıyor.
Bir misal daha verelim:
Yolda gidiyorsunuz. Bir kenara bir insan yatmış uyuyor. Nefsini müdafaa durumunda değil. Etrafta görecek hiçbir kimse yok. Haydi bakalım o adamı öldürünüz! Uygun mu? İnsan tabiatının gereği emniyettir. Aksine o adamın örtüsü bir tarafa kaymış da üşüyecek ise gider örtüsünü örtersiniz, öyle değil mi?
Bir de yanına yaklaştınız, baktınız. O adam vaktiyle sizi bir meseleden dolayı aşağılamış veyahut bir muamelede size zarar vermiştir. O zaman intikam hissinin galip gelmesi işin rengini değiştirir. İşte şu fıtratınızın gereği olarak oluşan önceki emniyeti ihlal ettiğiniz için idam gibi cezanın da intikamın da en büyüğü, en sonu olan bir kasta karşı ihlal ettiğiniz içindir ki kanun sizi, yani bu kastınızı cezalandırıyor.
Bir de kastı insanın kendi nefsine tatbik edelim:
Acaba insan kendi kendisine ne kadar fenalık yapabilir ki yine kendi kendisinden intikam için nefsine kastetsin? Veyahut acaba insan kendi nefsine kastetmekte hayattan büyük hangi menfaati düşünebilir ki o menfaat uğrunda bu kastı tercih edebilsin?
Bu СКАЧАТЬ