Название: Esrar-ı Cinayat
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-86-0
isbn:
Osman Sabri Efendi kapıdan girip de taşlık üzerinde bulunduğu zaman, yukarıdan yaşlıca bir kadın da kendisini merdivenden aşağıya atarcasına koşup geliyordu. Ondan evvel ise genç bir kız ile bir de uşak kıyafetli erkek, zabıta memuruna kapıyı açmaya koşmuşlardı.
Yaşlıca dediğimiz kadının arkası sıra hizmetkâr oldukları kıyafetlerinden anlaşılan iki kadın ile bir erkek de koşup geliyorlardı.
Her birinin yüzü helak derecesinde değişmişti. Her birinin heyecanı son derecede. Her birinin ağzından bir başka söz çıkıyor.
Osman Sabri Efendi sağ elinin şahadet parmağını dudaklarına götürerek ciddi ve dehşetli bir tavırla “Sus!” işaretini vermesiyle bir an için gürültü kesildi. Osman Sabri sordu ki:
“Yukarıda hırsız, kanlı filan kimse var mı?”
Bir uşak: “Kimse yok efendim.”
“Kaçtılar mı? Nereye kaçtılar?”
“Hayır, kaçan da yok.”
Kocakarı gözleri iki çeşme gibi çağladığı hâlde Osman Sabri’nin boynuna sarılırcasına büyük bir ricayla dedi ki:
“Ah efendim, yukarıya çıkınız da oğlumun ne hâlde olduğunu görünüz. Ah oğlum, oğlum, oğlum!”
Kadının bu figanı üzerine genç kız da feryatlarını tekrar ederek uşaklar, hizmetçi kadınlar cümleten evvelki şamataya başladılar. Kimisi “Boğmuşlar!” diyor. Kimisi “Asmışlar!” diye bağırıyor. Bazıları “Efendimiz!” diye hayıflanıyor. Birtakımı “Baba!” diye bağırıyor. Bir gürültü, bir patırtı ki Allah göstermesin!
Kocakarıdan ve uşaktan aldığı cevaplar üzerine Osman Sabri Efendi girip çıkan bir cani bulunmadığını anlayarak bu defa kendisi öne düştü. Hanenin birinci katına ve sonra ikinci katına çıktılar ki bu kattaki odalar yatak odaları idiler.
Kocakarı ile kız önde giderek bir odayı işaret ettiler. Ancak kız da kocakarı da odaya önce girmeye cesaret edemiyorlardı.
Osman Sabri Efendi ile jandarma çavuşu odanın eşiği üzerine gelerek baktıklarında tavanın ortasındaki halkaya bir adam asılmış olduğunu gördüler.
Çok vukuat görmüş, her dehşetli şeye gözlerini alıştırmış olan Osman Sabri Efendi sakin bir tavırla kocakarıya sordu ki:
“Bunu buraya kim asmış?”
“Kim bilir a efendim, kim bilir kim asmış? Oğlum akşamleyin odasına çekildi, sabahleyin bu hâlde bulundu.”
“Demek oluyor ki kendi kendisini asmış, öyle mi?”
Mevcut olan erkek ve kadın hepsinin suretleri son derece ümitsizlik elemleriyle dopdolu oldukları hâlde birer hususi tavır ile Osman Sabri’nin şu sualine tasdik cevabını verdiler.
Osman Sabri sualden evvel mevcut adamların yüzlerini birer birer tetkike başladı. Her birinin kalplerinden geçen şeyleri yüzlerindeki alametlerden anlamaya çalışıyordu. Bir yandan bu tetkikte bulunarak diğer taraftan da çavuşa dedi ki:
“Abidin Çavuş, git askeri dağıt! Askerle işimiz kalmadı. Yalnız kapının iç tarafında iki asker bulunsun, belki lazım olur. Galatasaray’a haber götür de Necmi Bey derhâl gelsin. Asıl işimiz onunla görülecektir. Daire tabibi için de hanesine haber gönderiniz.”
Abidin Çavuş askerce selam vererek emri icraya gitti.
Osman Sabri hâlâ hane halkının yüzlerini birer birer tetkik etmekteydi. Her kimin yüzüne bakarsa o adamın yüreğinde daha ziyade heyecan oluşturarak bu bakışın âdeta bir sorgulama demek olduğunu anlıyorlardı.
Osman Sabri sordu ki:
“Hane halkı bundan ibaret midir? Burada mevcut olmayan uşak, hizmetkâr, filan daha başka kimse var mıdır?”
Kocakarı: “Yoktur efendim. Uşakların, hizmetkârların tümü buradadır. Biz de buradayız. Dışarıda kimsemiz yoktur.”
Bu cevaptan sonra savcı efendi tekrar hepsinin üzerine bir nazar gezdirerek dedi ki:
“Burada bulunan adamların hiçbirisi bir tarafa gitmesinler. Kendilerinden sorulacak şeylerim vardır.”
Şu emir bütün yüzlerin renklerince bir değişmeye daha sebep olduysa da bu değişikliklerin adliye zabıtasınca şüpheye değer bir emare sayılamayacağını Osman Sabri Efendi birçok tecrübeyle hükmetti.
Asılanın bulunduğu odaya girdiği zaman Osman Sabri Efendi en evvel cenazenin şahsını tanımaya çalıştı. Asılan uzun boylu, kara sakallı, ancak otuz yaşında kadar tahmin olunabilecek genç bir adamdı. Kaşlarının sık, kara ve güzel olmaları hasebiyle gözlerinin güzelliği anlaşılıyor idiyse de gözleri kapalı olduğundan renkleri ve latif güzellikleri görülemiyordu. Feci bir ölüme uğramakla beraber ağzının, burnunun intizamı ve ellerinin küçüklüğü, güzelliği asılanın kadınlar tabirince “insan güzeli” olduğunu teslim ettirebilirdi.
Osman Sabri pek az şeyleri acınmaya şayan görür katı kalpli bir adam olduğu hâlde asılanı hakikaten merhamete şayan bularak kendi kendisine dedi ki:
“Vah zavallı, pek de genç!”
Odanın içine şöyle bir göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Muntazam bir yatak odasının intizamına asla halel gelmemişti. Bununla beraber Osman Sabri’nin merakını evvelce de öğrendik ya! Hane halkına dedi ki:
“Şu oda içinden bir habbe kımıldatılmayacak. Asılana kimse parmağı ucuyla bile dokunmayacak.”
Osman Sabri’nin bu merakı pek çok adliye memurlarında da vardır. Ve bu merak onlarca büyük bir maharet alameti sayılır. Zira cinayet işlerinin tahkikatında küçük ayrıntı denilen şeyler, şahadetten ziyade adliye memurunu ikaza yardım eder.
Hatta Savcı Osman Sabri Efendi kendisi cinayet yerini incelemekle görevli değil iken, bu sabah şu haneyi ilk ablukaya kendisinin almış bulunması, birkaç katili otuz kırk askerle incelemeye gitmesi bir kahramanlık taslamak için değildi. Aksine cinayet işlerine bakan daha doğrusu oraya kimse varmadan ve delilleri karartan bir şey olmadan ilk olarak kendisi bizzat incelemek için oraya alelacele varmıştı. İşte bu hassasiyetten dolayı asılanın odası içinden bir habbenin yeri değiştirilmemesini emir ve tembih ettikten sonra şunu da ilave etti ki:
“Bütün hane içinden hiçbir şeyin yeri değiştirilmesin. Hiç kimse dışarıya çıkmasın.”
Hatta aşağıda kapı yanında bulunmalarını Abidin Çavuş’a emretmiş olduğu iki askerden birisini çağırıp, hane içinde bulunan eşyanın yerlerinin değiştirilmemesini ve hele dışarıya ne bir insan ne de bir şey çıkarılmasını tekrar tembih etti.
Sonra hane halkını etrafına toplayarak şu yolda sorgulamaya başladı:
“Asılanın ismi nedir?”
Kocakarı: СКАЧАТЬ