Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат страница 4

Название: Esrar-ı Cinayat

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-86-0

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Savcı gittikten birkaç dakika sonra gazeteci de gazetehanesine gitmek için yerinden kalkıyordu. Hatta zihninden “Hiç olmazsa katillerin derdest olunamadığından ve kimler olduğu da bilinemediğinden bir fıkra yazılabilir.” diye bir de zihninden yazı tertip ediyordu. O aralık evvelce Savcı Osman Sabri Efendi’yi çağıran müfettiş tekrar kapıdan girerek dedi ki:

      “Mutasarrıf paşa biraderiniz, teşrifinizi Osman Sabri Efendi’den haber alarak mülakatınızı arzu ediyorlar efendim!”

      Bu davet yazarı epeyce sevindirdi. Zira Öreke Taşı cinayetine dair birkaç laf da mutasarrıftan kaparsa, zihninde tertip etmekte bulunduğu yazıyı bir kat daha tamamlamış olacağını hesap etti.

      Beyoğlu mutasarrıfı o zaman Mecdettin Paşa isminde bir zat idi ki lafı olan mutasarrıflardan ne daha iyi ne daha fena olup “Beyoğlu mutasarrıfı” denildiği zaman hatıra nasıl bir adam geliyorsa öyledir. Fakat bu hâl yalnız memuriyet sıfatı olan Osman Sabri Bey gibi karikatür sayılabilmekten tamamıyla uzaktır. Boyca boylu, ence enli, gayet güzel kır sakallı, neşeli, hoş sohbet bir adamdır.

      Gazeteci, oda kapısından girdiği zaman yerinden fırlayıp bin güzel iltifatlarla karşıladı. Artık zamanın hikmetli Eflatun’u gazeteci oldu. Ediplerin başı gazeteci oldu. Hele o gün gündüz olmasaydı da gece olsaydı Galatasaray’a şeref vereceğine teşekküren, bütün daireyi fenerler ve kandillerle donatarak gece eğlencesi yapmak bile boynunun borcu olduğunu anlattı.

      Bizim gazete yazarı her ne kadar nezaket ve iltifatın bu derecesinden memnun olabilecek riyakârlardan bir adam değil idiyse de mutasarrıf paşa hazretlerinin bu iltifatları üzerine elbette Öreke Taşı konusuna dair ne kadar malumatı varsa esirgemeyeceğine hükmederek işte bundan dolayı memnun oluyordu.

      Gazeteci efendiye sigara takdimiyle bir taraftan da kahve emredilmekte olsun, yazar efendi bugün Galatasaray’a gelmekten maksadını anlatarak Savcı Osman Sabri Efendi’den ise hiçbir haber alamadığını ve hâlbuki zabıtanın neşrettirdiği raporun, insanlar tarafından pek eksik görüldüğünü ifade edince, mutasarrıf paşa hazretleri güya zabıtaca bir büyük kusur edilmiş de affını dilemeye mecbur olmuş gibi davranarak dedi ki:

      “Efendim, ben Osman Sabri Efendi’ye daha o gün söyledim ya! Raporu aynen gazetehaneye gönderelim dedim. O ise henüz canilerin izleri bile elde olmadığı hâlde malumat ve mevcut delillerimizin tümünü ilan etmek daha sonra tetkikat ve tahkikatımız için mâni olur diye iddianamesini satır satır çizmeye de kanaat edemeyerek kelime kelime çizdi. Yirmide bir derecesine indirerek sonra tekrar temize çekip öyle gönderdi.”

      Gazete yazarı bir taraftan Öreke Taşı’na dair zabıtaca ne kadar malumat varsa hepsine vâkıf olabileceğinden dolayı sevinmekle beraber, diğer yandan iki memur arasındaki farkı düşünerek, Savcı Osman Sabri Efendi’nin vazifeşinaslığına karşılık, mutasarrıf paşada bulunması lazım gelen temkin ve ihtiyatın yirmide biri bile bulunmadığına hem hayret ediyor hem de üzülüyordu.

      Gazetecinin bu mütalaasından mutasarrıf paşa hazretlerinin haberi yok ya! O sözüne devam ediyordu. Dedi ki:

      “Osman Sabri Efendi’nin asıl iddianamesini size göstereyim de okuyunuz. Şimdiki hâlde Öreke Taşı cinayetine dair mevcut olabilen malumat bundan ibarettir.”

      Gerçi, Mecdettin Paşa hazretleri yazı takımının üzerindeki evrak arasından bir kâğıt çıkarıp gazeteciye verdi ki savcı efendinin mührüyle mühürlü asıl iddianamesi idi.

      Mecdettin Paşa’nın bu hâl ve hareketi üzerine Osman Sabri Efendi’nin tavrına o kadar hayret geldi ki gazete yazarı, savcı efendinin hemen kendi üzerine hücum ederek iddianameyi elinden alacağı zannıyla bayağı gözü korktu. Dolayısıyla gazeteci savcıya dedi ki:

      “Affedersiniz birader! Bir gazete yazarına her sunulan evrak hemen gazeteye geçilmez. Gazeteler devletin menfaatlerini kendi menfaatlerinden ziyade gözetmeye mecburdurlar. Gerek politika ve gerek adliye vesairece muhafazası devletin menfaatlerine uygun olan şeyleri herkesten ziyade gazeteciler muhafaza ederler. Zira devletin menfaati demek, doğrudan doğruya milletin ve memleketin menfaati demektir.”

      Yazarın şu sözleri, Osman Sabri Efendi için bir dereceye kadar rahatladığını yüzünde belli olan sakinlikten anlaşıldı. Dedi ki:

      “Bendeniz iddianameyi paşa hazretlerinin size takdiminden dolayı itirazda bulunamam, haddim de değildir. Şu kadar var ki böyle henüz failleri elde bulunmayan bir cinayeti, zabıtanın edinebildiği malumat üzerine bina ettiği bilgileri, tertibatı ortaya koyacak olursa katillere de kendilerini takipten koruyacak tedbirleri öğretmiş olur.”

      Yazar efendi nazikâne bir tebessümle dedi ki:

      “Hakkınız var savcı efendi! Hakkınızı da en ziyade teslim edenlerden birisi de benim. Fakat biz de sanatımız sebebiyle devlet adamı sayılırız. Bu gibi işlerde cinayeti işleyenin yanında değil; adliyeye hizmet etmek isteriz. Eğer iddianameyi okursam ihtimal ki ben dahi istifadeye vesile olabilecek bir mütalaa arz edebilirim.”

      4

      Gazete yazarı elindeki evrakı okumaya başladı. Hakikaten Mecdettin Paşa’nın dediği iddianamenin gazeteye tebliğ olunan sureti yirmide bir derecesine kadar indirilmişti.

      Bir cinayetin vuku bulduğu yere, inceleme memurunun varışından evvel, o yerde naaş, silah, iz ve saire her ne var ise hiçbirisini hiç kimsenin değiştirmemesi o kadar büyük bir iş imiş ki gazeteci efendi evvelce bu ehemmiyeti takdir edemediği için Osman Sabri Efendi’nin evrakında buna dair beyan olunan üzüntüsüne şaşmış iken, kendisi evrakı tamamen okuduğu zaman o şaşkınlığını ve hayretini kendisi haksız buldu.

      Bakınız Osman Sabri Efendi yalnız naaşların vaziyetlerinden ne kadar manalar çıkarmış! Yazısında diyor ki:

      Sofrada işret takımlarının bulunduğu yer Kanlıkaya’nın kuzey tarafı, yani Karadeniz sahilidir. Katledilen kızın naaşı öyle bir vaziyette yere konmuş ki sol tarafından yaralandığı hâlde başı batı tarafına, yani Kanlıkaya’nın Rumeli tarafına gelmek üzere düşmüş. Bu hâlde kız ölmezden evvel arkası Karadeniz tarafına çevrilmiş olarak duruyormuş ve kendisini yıkan darbe ise kızın sol tarafında, yani kayanın doğu kısmı olan Anadolu tarafındaki sahil semtinde duran bir adamın darbesi olacağına şüphe kalmamıştır.

      Kızı vuran adam yine kızın yanında bulunduğu ne kadar şüphesiz ise Kefalonyalıların Rumeli tarafında Kanlıkaya üzerine çıkan düşman tarafından atılan kurşunlar ile öldükleri de o kadar şüphesizdir. Zira Kefalonyalılardan birisi ta alnından vurulduğu hâlde arkası üzerine düşmüş ve düştüğü zaman kafası doğu ve ayakları batı kısmına isabet etmişlerdir. Bu adam diğerinden evvel vurulmuştur. Zira ikinci Kefalonyalı arkasından yaralandığı hâlde yüzü üzeri düşerek onun da başı doğuya ve ayakları batıya isabet ederek, mutlaka arkadaşı ölerek yere düştükten sonra kendisi kaçarken, yine kayanın Rumeli tarafındaki sahil üzerinden atılan kurşunla ölmüştür.

      Gerek kızın ve gerek Kefalonyalıların elbiselerinde ve yüzlerinde gözlerinde yırtık ve bere gibi şeylerden eser görülmemesi, bu cinayetin şu sofra başında bulunan adamlar arasında çıkan bir arbede eseri olmadığını ispat derecesinde kanaat verir. Zira birbirine bu kadar yakın olan düşmanların katledilmesinde boğaz boğaza gelmeleri ve birbirinin СКАЧАТЬ