Название: Acı Gülüş
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-12-6
isbn:
Sokak yüzünden püskürtülen taşçıların birtakımı arkaya, bostan tarafına geçti. Bu taraftan da taş yağdırmaya başladılar. Bahçenin semizotu, yeşil salata, taze soğan, sarımsak tarlaları cirit meydanına döndü. Harçsız kırıntı taşlarla örülmüş duvarın bir kısmı bir anda yarım arşın kadar alçaldı. Çünkü atılan taşlar hep oradan alınıyordu. Çok kuvvetle atılan taşlar evin damına düşüyor, kiremitleri paramparça ediyordu. Karanlıkta oynayan bu azgın elleri görmek, durdurmak kabil değildi.
Bu şiddetli hücuma karşı öyle eskimiş tahtadan bir evin değil taştan bir kalenin bile pek karşı koyamayacağı anlaşıldı. Bu korkunç hakikat ev halkınca bilindiğinden Uncu Ahmet ister istemez sokak yüzündeki kırık pencerelerden birinin kafesini sürerek kirli suratını ahaliye göstermek cesaretinde bulundu.
Arkasında kürkü, başında takkesiyle ağlayarak: “Allah’tan korkmaz mısınız? Bu nedir?”
Sokaktan birçok haykırmalar:
“Allah lafını ağzına alma habis…”
İmam efendi: “İçerideki karılar çarşaflansınlar, herifler de hazır olsunlar. Sen de beraber, hep gelin. Karakola gideceğiz.”
Ahmet: “Hangi karılar, herifler? İçeride çoluk çocuğumdan başka kimse yok.”
Ahaliden biri: “Hangi karılar herifler olacak? Zamparalar ile fahişeler…”
Ahmet: “Neuzübillah o nasıl söz? Elli senelik namusumu lekeliyorsunuz. Hepinizi dava edeceğim.”
Külhanbeyleri kahkahalarla: “Yıllanmış Yahudi şarabı gibi herifin ne eski namusu varmış be! Haydi aynasızlanma… Nazlıları hempalarıyla beraber aşağı indir. Geceliği beş liraya aftos nasıl olurmuş bir görelim. Seyrine de para yok ya…”
Ahmet: “İçeride ailem halkından başka kimseyi bulamaz iseniz ne yapacaksınız?”
Bir ses: “Senin ailenin sayısı belli mi? İçeridekilere amcamın oğlu, teyzemin kızı diye birer hısımlık takarak işin içinden çıkmak istiyorsan böyle kerhaneci martavalına kimsenin kanmayacağını bil.”
Hasan Efendi: “Yaya, arabalı akşamdan beri gelenleri hep gördük. Beyhude ısrar etme.”
Ahmet: “Onlar misafirdi, gittiler.”
Hasan Efendi: “Aç kapıyı… Hükm-i nizam icra olunacak… Bu kadar halk burada bekliyor.”
Ahmet: “Halkı ben davet etmedim ya, beklemesinler.”
Hasan Efendi: “Böyle küstahça sözler ile halkı kızdırma. Sonra hâlin pek fena olur. Herkes senin aleyhinde ayaklanmış. Baksana kalabalığı zor tutuyoruz. Çürük kapına güvenme.”
Ahmet: “Ahaliden sorarım… Şu mahalleye geldim geleli hangisinin gönlünü incittim? Kimseyle bir geçmişim var mı? Benden ne istiyorlar?”
Hasan Efendi: “Namuslu bir mahalle içinde senin gibi ırz ticaretini kazanç yolu yapmış bir adam yaşayamaz.”
Ahmet: “Benim böyle bir ticaret yaptığımı nasıl ispat edersin?”
Hasan Efendi: “Sen aç kapıyı, ispat kolay.”
Ahmet: “Ya edemezseniz?”
Hasan Efendi: “Edemez isek senin için âlâ ya! Bu kadar halkın gözünde temize çıkmış olursun. Senin için başka kurtuluş yolu yok. Masum olduğunu ispat etmeli, kurtulmalı.”
Ahmet: “Bir cinayet mi var? Evinde namusu ile oturan bir adam, hiç sebepsiz kapısının önünde toplanmış, öfkesinin sebebini ve böyle bir işe karışmaktaki salahiyetinin derecesini bilmeyerek sövüp sayan, taşlarla camları, kiremitleri indiren cahil bir halka karşı masum olduğunu ispat etmeye ne mecburiyeti vardır? Hükûmet yok mu? Adalet yok mu? Bana bulaştırmak istediğiniz pis işle tutalım suçlu bulunsam bile cezamın tayini ahaliye mi düşer? Herhangi bir davada, ahaliye böyle toplanarak icraatta bulunma iznini veren hangi kanundur? Böyle bir nizam hangi memlekette vardır? Bana yüklemek istediniz iş şu saatte sabit mi? Değil. Öyle ise meydana çıkmadan, sabit olmamış bir şey için evimin camları, çerçeveleri niçin indiriliyor? Çeşit çeşit küfürler ve tehditler ile evime karşı yapılan bu saldırmadan korkarak ailem insanlarından, çocuklarımdan birkaçı, bir derde uğrasa veya ölse maddi ve manevi bunun mesulü kim olacak? Hâkim huzurunda bunun cevabını kim verecek?”
Ahmet’in bu son sözleri üzerine komiser bıyıklarını karıştırmaya, Hasan Efendi de terlemeye başladı.
Etraftan gürültüler:
“Vay köpoğlu herif be… Ne apukatmış (avukatmış)… Namusluyum diye durmuş da bize kantin atıyor. Ben öyle namusun üstüne…”
Polislerden biri:
“Sus edepsiz… (Maiyeti bir polise) Böyle uygunsuz uygunsuz söylenenler olursa yakasından yakala zaptiyelere teslim et.”
Kalabalık içinden biri:
“Uncu Ahmet otuz kırk kişiyi deliğe tıktırmadıkça teslim olmayacağa benziyor. Zamane bu, ne dersin! Namussuzdan namusunu satın almalı derler. Böyle sözlerin her birinde bir hikmet vardır.”
Hasan Efendi, Ahmet’i cevapsız bırakmamak için birkaç defa yutkunduktan sonra: “Burada icra-yı vazife eden ahali değildir. Merkez komiseri, polisler, zaptiyeler, imam ve muhtarlar hep mevcut… Vakaya sebep olan da sensin. Mahallemiz mahalle olalı böyle bir suç ile kimsenin kapısı önünde toplanmamış, bu yolda bir kabahat yüzünden bir insanın burnu kanamamıştır. Senin evinin camları yalnız bu gece değil, birkaç aydan beridir kırılıp duruyor.”
Ahmet: “Bu gecekiler polisin gözü önünde kırıldı. Komiserin buraya gelmesi böyle esef edilecek hâllere göz yummak için değildir. Mercisine çağrıldığı vakit elbette bunun cevabını verecektir. Küçük kızım korkudan bayıldı, yatıyor. Nabızları durmuş gibi ağırlaştı. Giderek hâli fenalaşıyor. Bizi düşürdüğünüz şu tehlikeli durum bir doktor getirmeye bile hiç müsait değildir.”
Hasan Efendi: “Sen kapıyı aç, biz doktor buluruz.”
Ahmet: “İçine girdiği tehlikenin şiddetli mesuliyetini anlayamayan bir halka kapıyı açıp da çoluğumu çocuğumu diri diri öfkeli ayakların altında çiğnetemem.”
Hasan Efendi: “Burada polis var, korkma.”
Ahmet: “Bu kadar zamandır durmadan evimi taş yağmurundan kurtaramayan polise ailemin hayatını emniyet edemem.”
Hasan Efendi: “Taş atanlar birkaç çapkındı. Polislerin peşlerine düşmeleri üzerine hepsi defolup gitti.”
Ahmet: “Onlar defedilmemeli. Cezalarını görmek için hepsi tutulmalı idiler. Onlar kaçtıysa vakanın asıl tertipçisini ve sebep olanlarını isterim. Komiser efendi size söylüyorum. Tahkik ederek bir fezleke yapınız. Mahalleden bu işe ön ayak olanlar kimlerdir? Davacıyım.”
Komiser: “Ben vazifemi senden СКАЧАТЬ