Название: İşitilmedik Hikâyeler
Автор: Эдгар Аллан По
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-44-0
isbn:
Ertesi sabah sigara tabakasını aramak için tekrar geldim. Bir gün evvelki konuşmaya tekrar hararetle başladık. Lakin konuşma başladığı sırada konağının penceresinin altında gayet kuvvetli bir silah sesi duyuldu. Silah sesinden sonra halkın çığlığı ve küfürleri aksetti. D… pencereye koştu. Açtı ve sokağa baktı. Ben o anda kart cüzdanına doğru gittim. Mektubu aldım. Cebime koydum ve onun yerine haricî manzarası tamamıyla mektubun aynı olan diğer bir mektup koydum. Ben bu mektubu evimde büyük bir özenle hazırlamış ve ona ekmek içinden yaptığım ‘D…’ markasını basmıştım.
Sokaktaki gürültü, silahlı bir kaçığın aklına eserek bir kadın ve çocuk kalabalığı içinde silahını boşaltmasından ileri gelmiş lakin silahta kurşun olmadığı için ona bir kaçık, bir meczup ve bir sarhoş nazarıyla bakılarak yoluna devam etmesine müsaade edilmişti. Adam gidince D… pencereden çekildi. Ve kıymetli mektubun cebimde olduğunu bir daha kontrol ettikten sonra hemen ben de onu takip ettim. Biraz sonra da ondan ayrıldım. Deli zannolunan adam tarafımdan para ile tutulmuştu.”
Dostuma sordum:
“Maksadınız ne idi ki aldığınız mektubun yerine bir sahtesini koydunuz? İlk ziyaretinizde mektubu alıp, hiçbir tedbire müracaat etmeden çıkıp gitmeniz daha sade olmaz mıydı?”
Dupin cevap verdi:
“D…, her şeyi yapabilen bir adamdır. Sonra da sağlam bir adamdır. Zaten konağında kendine sadık hizmetçileri var. Eğer sizin söylediğiniz garip hareketi yapmış olsaydım evinden sağ çıkmazdım. Paris ahalisi artık benden bahsolunduğunu işitmezlerdi. Lakin bu mülahazaları bir tarafa bırakalım, benim hususi bir maksadım vardı. Siz, benim siyasi temayüllerimi bilirsiniz. Bu işte ben mevzubahis kadının taraftarı sıfatıyla hareket ettim. İşte on sekiz aydır ki nazır onu avucu içinde tutuyor. Şimdi de o kadın, nazırı hükmü altına almıştır. Çünkü nazır mektubun artık kendi evinde olmadığını bilmiyor. Mutadı olan şantajına yine başlamak isteyecek ve behemehâl bu teşebbüs siyaseten yıkılmasına sebep olacak. Düşüşü de pek çabuk ve pek maskaraca vukuya gelecektir. Açıkça inmenin çıkmaktan daha kolay olduğu söyleniyor. Lakin tırmanmak hususunda Catalani’nin terennüm hakkındaki sözü söylenebilir: ‘Çıkmak, inmekten daha kolaydır.’ Bu işte benim düşecek olan D…’ye hiçbir meylim hatta merhametim yoktur. Bu seciyesiz bir dâhidir. Bununla beraber, size itiraf edeyim ki polis müdürünün herhangi bir kimse dediği zat tarafından nazıra meydan okuyup da nazırın, kart cüzdanına bıraktığım mektubu açmaya mecbur olduğu zaman neler düşüneceğini iyice öğrenmek isterim.”
“Nasıl! Siz o mektuba başka bir şey mi yazdınız?”
“A canım! Mektubun içini tamamıyla boş bırakmanın pek de muvafık olamayacağını zannettim. Çünkü bu ona bir hakaret olacaktı. Vaktiyle D…, Viyana’da bana fena bir oyun oynadı. Ben de ona tamamıyla latife tarzında, bu oyunu unutmayacağımı söyledim. Bunun için bu defadaki oyunu kendisine kimin oynadığını öğrenmek isteyeceğini bildiğimden ona herhangi bir emare bırakmamak yazık olur diye düşündüm. D…, benim yazımı pek iyi tanır. Ben de sahifenin tam ortasına şu kelimeleri yazdım:
Bu derece meşum bir suiniyet
Atre’ye değilse Tiyest’e layık 8
Siz bu mısraları Crebillon’nun ‘Atre’sinde bulursunuz.
ALTIN BÖCEK
Birkaç sene evvel Mister William Legrand’la sıkı dost olmuştum. Bu eski bir Protestan ailesindendi. Vaktiyle zengin imiş. Lakin bir sıra felaketler onu sefalete, zarurete düşürmüş; felaketlerinin sebep olacağı zilletten kaçınmak için ecdadının memleketi olan New Orleans’ı terk etmiş; Güney Carolina’de, Charleston civarındaki Sullivan Adası’nda oturmaya başlamıştı.
Bu ada en garip adalardan biridir. Denizin kumlarından teşekkül etmiştir. Takriben üç mil uzunluğundadır. Enliliğine gelince ancak bir meylin dörtte biri kadardır. Karadan görünür görünmez bir boğazla ayrılmıştır. Bu boğazın suları bir saz kütlesi arasından süzülür. Sazlık karatavukların mutat karargâhıdır. Adada tenebbüt9 tahmin edileceği üzere pek fakirdir yahut daha doğrusu cüce ve cılızdır. Orada biraz yükselmiş ağaç yoktur. Adanın batı müntehasında10 Moultrie istihkâmının yükseldiği ve sefil birkaç ahşap barakanın bulunduğu mahalde vakıa birkaç cüce hurma ağacı vardır. Buradaki barakalar yazın Charleston’un tozundan, sıtmasından kaçan kimselerin meskenleridir. Adanın bu batı ucu müstesna olmak üzere sıkıntılı ve beyazımtırak bir saha deniz kenarını kuşatır. Kenarı, sık bir çalılık ve İngiliz bahçıvanlarının o kadar itibar ettikleri kokulu mersinlerle örtülüdür. Çoğu ağacın boyu, on beş yirmi kademi geçmez. Bunlar orada hemen geçilmez bir baltalık teşkil eder; havayı koku ile doldururlar.
Bu baltalığın en derin yerinde, adanın doğu müntehasında Legrand bizzat bir kulübe yapmıştı ve ben kendisiyle ilk defa tanıştığım zaman burada oturuyordu. Bu tanışma kısa bir zamanda dostluğa inkılap edecek derecede olgunlaştı. Çünkü muhakkak bu aziz münzevide alaka ve hürmet uyandıran bir hâl vardı. Onda kuvvetli bir terbiye gördüm. Bu terbiye, herkeste görülmeyen ruhi kabiliyetlerle bir kat daha kuvvet bulmuştu. Lakin merdümgirizlik11 bunu ihlal ediyor ve fena hâlde üst üste melankoli ve heyecan nöbetleri geçiriyordu. Evinde birçok kitap olmakla beraber bunlarla nadiren meşgul oluyor; başlıca eğlencesi balık avlamak ve sahilde mersin ağaçları arasında dolaşarak deniz hayvanları kabuklarını aramak ve haşerat toplamaktan ibaret bulunuyordu. Onun haşerat koleksiyonu Hollandalı meşhur Swammerdamm’ı hasede düşürecek derecede mükemmeldi. Ekseriya gezintilerinde Jüpiter isminde ihtiyar bir zenci ona refakat ediyordu. Bu zenci, aile felakete uğramadan evvel azat edilmiş lakin ne tehditler ne vaatler ona efendisini terk ettirememişti. Onu her yerde takip etmeyi kendisi için bir hak addediyordu. İhtimal ki Legrand’ın ailesi onun aklında biraz bozukluk olduğuna hükmederek firarinin yanında bir nevi bekçi olsun diye Jüpiter’in inadını teyit etmişlerdi.
Sullivan Adası’nın arz derecesinde kışlar nadiren şiddetli olur. Bununla beraber 18.. senesi ekiminin ortalarına doğru bir gün çok şiddetli bir soğuk oldu. Tam güneş batmazdan evvel baltalık içinden geçerek dostumun kulübesine gittim. Kendisini birkaç haftadan beri görmemiştim. O vakit ben adadan dokuz mil uzakta Charleston’da oturuyordum. Adaya gidip gelmek bugünkü kadar kolay değildi. Kulübeye gelince âdetim üzere kapıya vurdum. Cevap alamadığım için nerede saklandığını bildiğim anahtarı aradım. Kapıyı açtım, içeri girdim. Ocakta güzel bir ateş yanıyordu. Bu şüphesiz, beklenilmeyen fakat çok hoş bir tesadüftü. Paltomu çıkardım, alev alev yanan ateşin yanına bir koltuk sürdüm. Kemal-i sabırla ev sahiplerinin geri dönüşünü bekledim.
СКАЧАТЬ
8
Atre: Yunan esatirinde biraderi Tiyest’e karşı olan kini ve ondan aldığı müthiş intikamıyla meşhur bir kral oğludur. Tiyest’in iki oğlunu kesmiş ve bir ziyafette babalarına yedirmiştir. Fakat üçüncü oğlu tarafından katlolunmuştur.
9
Tenebbüt: Bitkilerin yerden çıkıp yetişmesi, yeşermesi. (e.n.)
10
Münteha: Son, bitim. (e.n.)
11
Merdümgiriz: İnsanlara karışmaktan hoşlanmayan, insanlardan kaçan kimse. (e.n.)