Название: Bir Delikanlının Hikâyesi
Автор: Гюстав Флобер
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-41-9
isbn:
Sonra da kahkaha ile güldü.
Humann nüfus sayımına ekli olarak Garde Nationale’de imza ettirilen ıslahat isteği dilekçeleri, daha başka olaylar, altı aydan beridir Paris’te sebepli sebepsiz birtakım sokak toplantılarına yol açmıştı; bu toplanmalar sık sık tekrarlanınca gazeteler de artık bunların lafını etmez olmuştu.
Frédéric’in yanında duran delikanlı “Doğru dürüst ne bir şekli ne bir rengi var!” diye devam etti. “Öyle sanıyorum ki efendim, biz bozulmuşuz! O güzelim On Birinci Louis devrinde, hatta Benjamin Constant zamanında bile, öğrenciler arasında daha çok isyan hareketleri görülürdü. Bence bunlar koyun gibi sessiz, hıyar turşusu gibi ahmak, bakkallık etmekten başka işe yaramaz birtakım sersemler, vallahi! Şu okul gençliği dediklerine bakın!”
Robert Macaire rolündeki Frédéric, Lemaitre gibi kollarını iki yana açtı.
“Okul gençliği, seni kutlarım!”
Bir şarapçı dükkânının önündeki istiridye kabuklarını karıştıran süprüntü toplayıcısına söz atarak “Sen de bu okul gençliğinden misin?” dedi.
İhtiyar ürkmüş yüzünü kaldırdı, bu yüzün kırçıl sakalları ortasında kırmızı bir burunla, bir çift şaşkın, baygın göz seçiliyordu.
“Değilsin!” dedi. “Sen, türlü gruplarda, avuç avuç altın saçtığı görülen o zindan kaçkını suratlı adamlardan biri gibi görünüyorsun gözüme. Oh! Saç babalık, saç! Albion’un hazineleriyle ahlakımı boz benim! Are you English? Keyhüsrev’in ihsanlarını almazlık etmem! Biraz da gümrük birliğinin lafını edelim.”
Frédéric omzuna dokunulduğunu duymuştu, dönüp baktı. Martinon’muş dokunan! Yüzü sapsarıydı.
Derin bir ah çekerek “Ne o! Yine mi ayaklanma!” dedi.
Başı derde girecek diye korkmuş, sızlanıyordu. En çok da gizli cemiyetlerden olan bu iş elbiseli adamlardan kuşkulanıyormuş.
“Gizli cemiyetler var mı?” diye bıyıklı delikanlı sordu. “Burjuvaların gözünü korkutmak için hükûmetin yaptığı eskimiş, bayat bir şaka bu!”
Martinon, polisten korktuğu için alçak sesle konuşmasını söyledi.
“Hâlâ mı polisten korkuyorsunuz siz? Hem benim hafiyenin biri olmadığımı ne biliyorsunuz bayım?”
Bu sözleri söyledikten sonra öyle bir bakış baktı ki pek heyecanlanan Martinon, önce bunun bir şaka olduğunu hiç anlamadı. Kalabalık üçünü de itmiş, bunları yeni amfiteatra giden koridorun başındaki merdivenin üstüne çıkmaya zorlamıştı.
Biraz sonra kalabalık kendiliğinden yarıldı, birçok başlar göründü; geniş redingotunun içinde, gümüş çerçeveli gözlüklerini havaya kaldırarak nefes darlığından soluk soluğa, dersini vermek için ağır ağır ilerleyen ünlü profesör Samuel Rondelot’u herkes selamlıyordu. Bu adam 19. yüzyılın anlı şanlı hukukçularından biri, Zacharie’lerin, Ruhdorff’ların rakibiydi. Âyan üyesi olmak, hâlinde hiçbir değişiklik yapmamıştı. Herkes onu fakir bir insan biliyor, büyük bir saygı gösteriyordu.
Bu sırada, meydanın nihayetindeki birkaç kişi bağırdı:
“Kahrolsun Guizot!”
“Kahrolsun Pritchard!”
“Kahrolsun satılmışlar!”
“Kahrolsun Louis-Philippe!”
Kalabalık harekete geçti, kapatılmış olan avlu kapısının önünde birikerek profesörün daha fazla ilerlemesine engel olmuştu. O da merdivenin başında durdu, biraz sonra da en üst basamağında göründü. Konuştu, bir uğultu sesini bastırdı. Biraz önce herkes kendisini sevdiği hâlde şimdi nefret ediyordu. Devlet yetkisini temsil ediyordu çünkü. Her sesini duyurmak isteyişinde bağrışmalar tekrar başlıyordu. Öğrencileri peşinden gelmeye sürüklemek için büyük bir jest yaptı, hep bir ağızdan öfkeli sözlerle karşılandı. Hor gören bir eda ile omuzlarını silkti, koridora daldı. Martinon tam o sırada sıvışmak için bulunduğu yerden faydalanmıştı.
“Ne korkak şeymiş!” dedi Frédéric.
“Temkinli davranıyor!” dedi bir başkası.
Kalabalıktan bir alkıştır koptu. Profesörün bozguna uğraması kalabalık için bir zaferdi. Meraklılar pencerelere dolmuş bakıyorlardı. Birkaç kişi Marseillaise’i söylemeye başlamıştı; kimileri Beranger’in evine gitmeyi teklif ediyordu.
“Lafitte’in evine!”
“Chateaubriand’ın evine!”
Bıyıklı delikanlı ise “Voltaire’in evine!” diye gürledi.
Belediye çavuşları pek tatlılıkla, “Haydi baylar, çekilin, gidin!” diyerek kalabalığın arasında dolaşmaya çalışıyorlardı.
“Öldürenler kahrolsun!” diye bağırdı biri.
Eylül ayı kargaşalıklarından beri hiç ağızdan düşmeyen bir küfür olmuştu bu. Herkes bu küfrü tekrarladı. Genel asayişin muhafızları ıslıklanıyor, yuhalanıyordu. Muhafızların hepsinin de benzi sararmaya başlamıştı. İçlerinden biri daha fazla dayanamadı, yanına sokulup suratına karşı gülen ufak tefek bir delikanlıyı gözüne kestirerek öyle sertçe itti ki beş adım öteye, şarapçı dükkânının önüne arkaüstü yere düşürdü. Herkes bir tarafa çekildi, ama hemen ardından, saçları, bir avuç kıtık gibi muşamba kasketinin altından fırlayan Herkül gibi birisinden yediği yumrukla kendisi de yere yuvarlandı.
Birkaç dakika sonra Saint-Jacques Sokağı’nın başında yakalanınca elindeki geniş resim kartonunu fırlattığı gibi, belediye çavuşunun üstüne atıldı, hemen altına aldı, suratına yumruk atmaya başladı. Öteki çavuşlar koşuştular. Yaman delikanlı o kadar kuvvetliydi ki ancak dört kişi zapt edebildi. İkisi yakasına yapışmış, ikisi kollarından çekiyor, dizi ile karnına vurup duruyor, hepsi de haydut, katil, kışkırtıcı diye bağırıyordu. Üstü başı yırtılmış, göğsü bağrı açık olan delikanlı suçsuz olduğunu söylüyordu. Çocuğun dövüldüğünü görünce kendini tutamamıştı.
“Adım Dussardier! Clery Sokağı’nda, dantelacı ve tuhafiyeci Valinçart kardeşlerin yanında çalışıyorum. Kartonum nerede? Kartonumu isterim!”
“Dussardier, Clery Sokağı, kartonum!” deyip duruyordu.
Neyse, yatıştı; sabırlı ve metin bir insan hâliyle Descartes Sokağı’ndaki karakola gitmeye razı oldu. Büyük bir kalabalık peşine takıldı. Ticarethane memuruna hayran olan ve devlet makamlarının şiddetli hareketine isyan eden Frédéric’le bıyıklı delikanlı da ardından yürüyorlardı.
İlerledikçe kalabalık azalıyordu.
Belediye СКАЧАТЬ