Название: Bir Delikanlının Hikâyesi
Автор: Гюстав Флобер
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-41-9
isbn:
La Harpe Sokağı’ndaki bir lokantaya gidip kırk üç meteliğe akşam yemeğini yiyecekti.
Akajudan eski tezgâha, lekeli peçetelere, kirli, pis gümüş takımlara, duvara asılmış şapkalara iyi bir gözle bakmazdı. Masalarda oturanlar hep kendisi gibi öğrenciydi. Profesörlerinin, metreslerinin sözünü ederlerdi. Profesörler pek umurundaydı ya! Sanki metresi var mıydı? Bu öğrencilerin neşeli havasından uzak kalmak için lokantaya mümkün olduğu kadar geç gelirdi. Masaların üstü yemek artıklarıyla doluydu. Yorgun düşmüş olan iki garson birer köşeye çekilmiş, uyuklamaktaydı. Tenha salonu mutfak, lamba isi ve tütün kokuları doldurmuştur.
Sonra, sokaklarda ağır ağır yürürdü. Fenerler sallanır, solgun, uzun ışıklar çamurlarda titreşir, yaya kaldırımlarının kıyısında şemsiyeli insan gölgeleri geçip gider. Kaldırımlara yıvış yıvış çiy yağmaktadır, nemli karanlıklar kendisini sarıp sarmalayarak durmadan kalbinin derinliklerine iner gibi gelir ona.
Bir vicdan azabı duydu. Yine derslere gitmeye başladı. Ama anlatılan konuları hiç bilmediğinden en basit şeyler karşısında apışıp kalıyordu.
Balıkçının Oğlu Sylvio adlı bir roman yazmaya başladı. Olay, Venedik’te geçiyordu. Romanın erkek kahramanı kendisi, kadın kahramanı da Madam Arnoux. Adı Antonia’ydı; bu kadını elde etmek için erkek birçok beyzadeleri öldürmüş, şehrin bir bölüğünü ateşe vermiş, kadının Montmartre Bulvarı’ndaki gibi kırmızı Şam kumaşından perdeleri hafif ve serin rüzgârda çırpınan balkonu altında şarkılar söylemişti. Aklına geleni yazdığının farkına varınca cesareti kırıldı, işi daha ileri götürmedi, bu sefer büsbütün avare oldu.
O zaman gelip kendisiyle oturması için Deslauriers’ye yalvardı.
Kendisinin yıllık iki bin frank geliriyle yaşamanın yolunu bulacaklardı; elverir ki bu bunaltıcı yaşayıştan kurtulsun. Deslauriers daha şimdilik Troyes’dan ayrılamazdı. Frédéric’i gönlünü eğlendirmeye, Senecal’le sık sık görüşmeye teşvik etti.
Matematik müzakerecisi olan Senecal, cumhuriyetçi fikirler taşıyan, yarının Saint-Just’ü olacak kafalı bir adam, diyordu kâtip. Frédéric bu adamın beş kat merdivenini üç defa tırmandığı hâlde o bir defa olsun gelmeyince bir daha da gitmedi.
Eğlenmek istedi. Opera’nın balolarına gitti. Bu gürültülü patırtılı neşeler daha kapıda onu buz gibi dondurdu. Zaten gece yemeklerinin, ardından gelen domino partilerinin, altından kalkılamayacak birtakım masraf kapıları açacağını düşünüp parasız kalmak korkusu ile bu türlü eğlencelerden vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Böyle olmakla beraber, sevilecek bir erkek olarak görüyordu kendini. Bazen kalbi umutla dolu olarak uyanır, bir randevuya gider gibi titizlikle giyinir, Paris sokaklarına düşerdi. Her önünden giden veya her karşıdan gelen kadın için “Nah, işte o!” derdi içinden. Her seferinde de yeni bir hayal kırıklığına uğrardı. Madam Arnoux düşüncesi bu arzuları kuvvetlendirirdi. Belki bir gün yol üstünde karşısına çıkıverecekti. O zaman, bu kadına sokulmak için tesadüfün çıkaracağı birtakım güçlükler, olağanüstü tehlikeler hayal ederdi, onu bunlardan kendisi kurtaracaktı.
Böylece, günler hep aynı alışkanlıklar, aynı sıkıntılar içinde geçiyordu. Odeon’un kemerleri altında birtakım broşürleri karıştırıyor, gidip kahvede Revue des Deux Mondes adlı dergiyi okuyor, gidip Collège de France’in bir salonuna giriyor, bir saat Çince veya siyasi iktisat dersi dinliyordu. Her hafta Deslauriers’ye uzun uzun mektuplar yazıyor, ara sıra akşam yemeğini Martinon’la birlikte yiyor, bazen Bay de Cisy’yi gördüğü oluyordu.
Bir piyano kiraladı, birkaç Alman valsı besteledi.
Bir akşam, Palais-Royal Tiyatrosu’nda Arnoux’yu sahneye yakın olan localardan birinde bir kadınla beraber gördü. Bu kadın acaba o muydu? Locanın çekik olan canfes perdesi yüzünü kapamıştı. Nihayet perde açıldı; locanın perdesi de itildi. Uzun boylu, otuz yaşlarında, solgun yüzlü bir kadındı bu; gülerken kalın dudaklarının arasından sedef gibi parlak dişleri görünüyordu. Arnoux ile senli benli konuşuyor, yelpazesiyle parmaklarına vuruyordu. Sonra sarışın, ağlamış gibi göz kapakları kırmızı bir kız gelip ikisinin arasına oturdu. Ondan sonra Arnoux hep bu kızın omzunun üstünden eğilip kadınla konuştu, o hiç karşılık vermeden dinliyordu. Frédéric sade, düz, devrik yakalı koyu renk elbiseler giymiş bu kadınların neyin nesi olduğunu anlayacağım diye kafasını yormuş durmuştu.
Oyun biter bitmez koridorlara fırladı. Kalabalıktan geçilmiyordu. Arnoux, iki kadını koluna takmış, merdivenleri teker teker iniyordu.
Hava gazı lambasında birdenbire yüzü aydınlandı. Şapkasında yas alameti vardı. Sakın o kadın ölmüş olmasın? Bu düşünce Frédéric’i o kadar çok heyecanlandırdı ki ertesi gün Art Industriel’de soluğu aldı, camekânın önündeki sergide duran gravürlerden bir tanesini alıp hemen parasını verdi, dükkândaki çırağa Bay Arnoux’nun iyi olup olmadığını sordu.
“Çok iyi!” diye çırak karşılık verdi.
Frédéric sararıp solarak “Ya madam?” diye ekledi.
“O da çok iyi!”
Frédéric gravürü almayı filan unuttu.
Kış geçip bahar gelince üzüntüleri biraz azaldı, imtihana hazırlanmaya başladı, zayıf bir derece ile geçince kalkıp Nogent’a gitti.
Annesinin itirazlarıyla karşılaşmamak için Troyes’a arkadaşını hiç görmeye gitmedi. Sonra Paris’e döndüğünde eski oturduğu odasını bıraktı, Napolyon Rıhtımı’nda iki oda tuttu, dayayıp döşedi. Dambreuse’lere davet edilmekten umudunu kesmişti; Madam Arnoux’ya karşı beslediği ihtiras sönmeye yüz tutmuştu.
IV
Bir aralık ayı sabahı, muhakeme usulü dersine giderken Saint-Jacques Sokağı’nda her zamankinden fazla bir kaynama görür gibi oldu. Öğrenciler kahvelerden dışarı fırlıyor veya açık pencerelerden komşular birbirine sesleniyor, dükkâncılar yaya kaldırımında durmuş, endişe ile bakıyor, panjurlar kapanıyordu. Soufflot Sokağı’na varınca Pantheon etrafında büyük bir kalabalığın toplandığını gördü.
Delikanlılar, beşer СКАЧАТЬ