Hislerimizin en temiz ve en canlı cevherleriyle haberimiz olmayarak o esrarengiz işçi tarafından terkip edilen dostluk bağları, benden ona, ondan bana intikal eden, tutulmaz, anlaşılmaz öyle bir tel hâline gelmiştir ki onun artık ne zamandan ne mesafeden ne de hiçbir şeyden korkusu yoktur. Zaman onu takviye eder, mesafe, koparmaksızın onu sonsuz uzatabilir. Bu gibi hâllerde güceniklik, kalbin ve fikrin derinliklerine bağlı olan bu göze görünmez telin biraz fazla sarsıntısından başka bir şey değildir ve o telin fazla gerginliği ızdırabı davet eder.
Bir yıl geçer. Birbirlerine “Tekrar görüşelim.” demeden ayrılınmıştır. Tekrar buluşulur. Bu esnada dostluk içimizde öyle terakkiler yapmıştır ki bütün engeller düşmüş, bütün ihtiyatlar unutulmuştur. Hayat ve nisyan bakımından büyük bir zaman demek olan bu on iki aylık ayrılışın bir günü yoktur ki, teşekkül hâlinde olan dostluk için faydasız olsun ve bu on iki aylık sükût birdenbire sizde karşılıklı açılıp dertleşmek ihtiyacını ve -daha şaşılacak şey- birbirinize itimat etmek hakkını verir.
İlk defa olarak Villeneuve’e ayak bastığımın tam senesi idi. Doktordan aldığım bir mektup beni gene oraya çekti. Doktor mektubunda, “Komşularda sizin sözünüz geçiyor. Sonbahar ise pek latif! Geliniz.” diyordu. Kendimi çok bekletmedim ve tatlı bir güneşin ılıklandırdığı bir bağ bozumu akşamı, aynı sesler arasında, haber vermeden Trembles Şatosu’nun taş merdivenlerini çıktığım zaman iyice gördüm ki bahsettiğim birleşme vukuya gelmiş ve çokbilmiş ayrılık, haberimiz olmadan bizim için çalışmıştır.
Ben beklenen bir misafirdim. Tekrar gelen ve gelmesi icap eden bir misafir… Eski bir âdet icabınca evin teklifsiz bir adamı olmuştum. Ben de kendimi orada dünyanın en rahat bir kimsesi gibi bulmuyor mu idim? Henüz başlayan bu samimiyet eskimiş mi, yoksa yeni mi idi? İşlerin gidişi beni onlarla o kadar uzun zaman birlikte yaşatmış, haklarındaki sezinişlerim öyle âdet hükmünü almıştı ki samimiyetimizin eskimiş veya yeni başlamış olduğunu bilmeye mahal yoktu.
Çok geçmeden hizmetçiler beni tanıdılar. Ben avluya girdiğim vakit artık köpekler havlamıyorlardı. Küçük Clémence ile Jean beni görmeye çabuk alıştılar ve tekrar gelişin tesirini tekerrür eden hadiselerin içtinabı gayrikabil cazibesini telakkide sona kalmadılar.
Gitgide beni yalnız ismimle çağırmaya başladılar. “Mösyö” formülünü bütün bütün hazfetmemekle beraber sık sık bunu ihmal ettikleri olurdu. Sonra bir gün geldi ki Mösyö Bray (Ben ona umumiyetle Mösyö Bray derdim.) konuşmalarımızın tonunu kendi mizacına uygun bulmadı. Kulağı tırmalayan bir falso gibi bu uygunsuzluğunu ikimiz de aynı zamanda fark ettik. Hakikat hâlde Trembles’da ne bulunduğumuz yer ne biz, hiçbir şey değişmiş görünmüyordu: Hayatın en küçük hadiselerine varıncaya kadar her şey… Zaman, mevsim, etrafımızdaki eşya ve bizzat kendimiz eskisinin o kadar aynı idi ki artık tarihi belli olmayan dostluğumuzun yıl dönümünü günü gününe her an kutlayan bir hâlimiz vardı.
Üzüm kesimleri, bağ bozumu, evvelkiler gibi, aynı danslar, aynı ziyafetler ve aynı müzikacı tarafından çalınan aynı gayda sesi ile yapıldı, bitti. Sonra çırçıplak bağları, çiviye asılı gaydası ve kilitlenen şarap mahzenleriyle ev her zamanki sessizliğine büründü.
Bir ay oluyordu ki kollar biraz dinlenmiş, tarlalar işsiz kalmış bulunuyordu. Ziraat tatili demek olan bu istirahat devri birinciteşrinden ikinciteşrine kadar, yani son hasat zamanıyla ilk ekim arasındadır ve son güzel günlerin bir hülasası demektir. Mevsimin hoş bir gevşekliği ile geciken sıcakları ilk soğuklara bağlar.
Günün birinde saban arabaları meydana çıktılar; fakat bağ bozumunun cümbüşlü, çayırlık dansları nerede, sabanının öküzlerini süren sığırtmacın sessiz monoloğu veya o büyük ebedî jesti ile saban izlerine tohumları atan ekincinin bu hareketi nerede!
Trembles arazisi güzel bir malikâne idi. Dominique, servetinin mühim bir kısmını oradan çıkarıyor ve zengin oluyordu. Dediği gibi bu işte kendine benzemeyen ve tam manasıyla bir idare ve hesap kadını olan Madam dö Bray’in yardımı ile bu araziyi bizzat açtırıp işletiyordu. Bu karışık arazi işletmesi mekanizmasında, daha az ehemmiyeti haiz, fakat aynı derece faal, bir ikinci yardımcısı vardı ki o da hizmetçileri arasında itibarı daha çok olan ve fiilen bir çiftlik kâhyası veya idare memuru vazifelerini yapan yaşlı hademesi idi. André denilen bu adamın adı ileride hikâyemize girecektir.
Memleketin bir çocuğu ve zannederim evin de bir çocuğu sıfatıyla bu ihtiyarın, efendisine karşı sadakati olduğu kadar da onunla nevumma teklifsizliği vardı. Gerek başkasına ondan bahsederken ve gerek kendisine hitap ederken daima “efendimiz” derdi. Efendisi de -umumi âdet hilafına- ona “sen” diye hitap ederdi. Çocukluğundan beri muhafaza ettiği bu itiyat genç şefle ihtiyar André arasında oldukça hazin aile ananelerinin devamını temin ediyordu. Bundan dolayı André, evin efendisinden ve hanımından sonra Trembles Malikânesi’nin en çok sözü geçen başlıca şahsiyeti idi. Oldukça mühim bir yekûn tutan ötekiler şatonun ve çiftliğin sayısız kıyısına bucağına taksim olunmuşlardı. Çok kere her yer bomboş gibi olurdu. Yalnız boş olmayan kümeslikte, bütün gün tavuk sürüleri eşelenmekle, büyük bahçede çiftliğin kızları ot dermekle meşgul olduğu gibi öğle güneşine maruz olan taraçada da Madam dö Bray, hava güzel oldukça -yaprakları dökülmekte olan- asma çardağının her gün biraz daha seyrekleşen gölgesinde, çocuklarıyla beraber bulunurdu. Hele bazı kere günler geçerdi de bu evde bir ses, bir hayat eseri duyulmazdı. Hâlbuki orada her biri işle ve bir hizmetle meşgul bu kadar insan vardı.
Her ne kadar Bray’ler iki üç nesilden beri, kazanılmış bir hak gibi, nahiyenin fasılasız belediye reisi olmakta iseler de Trembles’da belediye reisi yoktu. Arşivler Villeneuve’de bir yere konmuştu. En iptidai köylü evlerinden biri hem ilkokul hem de belediye evi işini görüyordu. Dominique, belediye meclisine riyaset ve uzaktan uzağa evlenme merasimini icra için ayda iki kere oraya uğrardı.
O gün gene hamailini cebine koyarak oraya gitmiş ve toplantı odasına girerken onu boynuna takmıştı (Besbelli o gün nikâh vardı.). Hazır bulunanlar üzerinde pek iyi bir tesir bırakan ufak bir hitabenin kanuni formalitelerine memnuniyetle riayet ederdi. O zaman kendisini aynı hafta içinde üst üste iki kere dinlemem nasip oldu. Bağ bozumları hiç şaşmaz, mutlaka izdivaçlarla biter. Senenin bu mevsimi, büyük perhizin uyanık geceleriyle delikanlıları daha müteşebbis yaptığı gibi kızların da kalbini daha ziyade yumuşatarak âşıkların sayısını en üst dereceye götürür.
İanelerin tevzisine gelince: Bütün bu işleri üzerine alan Madam dö Bray idi. Eczanenin anahtarları onun elinde idi. Çamaşır, odun, budanmış kuru asma dalları onun eliyle dağıtılır, kocasının imzasını taşıyan ekmek vesikaları hep onun eliyle yazılmış bulunurdu. Üstelik belediyenin resmî ianelerine, kendinden bir şeyler kattığı zamanlar bundan kimsenin haberi olmazdı ve yoksullar, veren eli asla görmeksizin bunun semeresini toplamış olurlardı. Zaten böyle bir komşuluk sayesinde hakiki yoksullar pek azdı. Denizin yakınlığı dolayısıyla muavenet-i umumiyeye oradan gelen yardımcı kaynaklar, bataklıkta biten otlar, pek darda kalanların getirip ineklerini СКАЧАТЬ