“Bu sorun değil dada.” diye karşılık verdi Gora. “Binoy’un buna karşı çıkacağını sanmıyorum.”
“Şuna bakın!” diye haykırdı Mohim. “Binoy’un buna karşı çıkmasından korkuyor. Beni endişelendiren onun değil, senin düşüncen. Binoy ile konuşmadığın sürece içim rahat etmeyecek. Onu ancak sen ikna edebilirsin ama sen de bunu başaramazsan, o zaman elimizden bir şey gelmez.”
“Onunla konuşacağım.” dedi Gora.
Bunun üzerine Mohim düğün hazırlıklarına başlamanın zamanının geldiğini düşündü.
Gora ilk fırsatta Binoy’a: “Dada, Sasi ile evliliğin konusunda bana baskı yapmaya başladı.” dedi. “Sen bu konuda ne düşünüyorsun?”
“Önce bana ne istediğini söyle.”
“Bunun kötü bir fikir olmadığını düşünüyorum.”
“Ama eskiden böyle düşünmezdin. Biz evlenmemeye karar vermemiş miydik? Bu kararın değişmeyeceğini sanıyordum.”
“Benim için değişmedi ama senin için değişti.”
“Neden? Neden kutsal yolculuğumuz için farklı yollar seçmemizi istiyorsun?”
“Ben bu işte yollarımızın ayrı olduğuna inanıyorum. Tanrı bazı insanları omuzlarında ağır yüklerle dünyaya gönderir, bazılarına da var olmanın hafifliğini yaşatır. Bu iki insanı aynı arabaya koşarsan, onu aynı güçle çekmeleri için birini yüklemek zorunda kalırsın. Biz eninde sonunda aynı hızla hedefe doğru ilerleyeceğiz ama önce senin evliliğin yükünü sırtına alıp hızını biraz kesmen gerekiyor.”
“Tamam.” diye gülümsedi Binoy. “Beni istediğin gibi yükleyebilirsin.”
“Bu yükün içeriği konusunda bir itirazın yok mu?”
“Amaç benim hızımı kesmekse, içinde ister taş olsun, ister tuğla, hiç fark etmez.”
Binoy, Gora’nın onu evlendirmek için neden o kadar hevesli davrandığını biliyordu. Onun, arkadaşını Pareş Babu’nun kızlarından birine kaptırmamak için gösterdiği çaba hoşuna gitmişti.
Öğle yemeğinden sonra bir önceki gecenin yorgunluğunu çıkarmak için uzun bir uykuya yattılar. Akşamın gölgeleri kentin üzerine çökene kadar hiç konuşmadılar, sonra terasa çıktılar.
Binoy gökyüzüne bakarak: “Dinle Gora.” dedi. “Sana bir şey söylemek istiyorum. Bana öyle geliyor ki, bizim vatanseverliğimizde eksik kalan bir nokta var. Yalnızca Hindistan’ın yarısını düşünüyoruz.”
“Nasıl?” diye sordu Gora. “Ne demek istiyorsun?”
“Hindistan’ı bir erkek ülkesi olarak görüyoruz; kadınları tamamen boşluyoruz.”
“İngilizlere benziyorsun.” dedi Gora. “Her yerde kadın görmek istiyorsun; evde ve dışarıda; karada, suda ve gökyüzünde; yemekte, eğlencede ve işte. Herkes senin gibi düşünseydi, kadınlar, dünya gibi ay ile güneş arasına girer ve erkekleri gölgede bırakırdı. Böylece senin kuramını da bizimle birlikte gölgede kalırdı.”
“Hayır!” dedi Binoy. “Konuyu böyle kapatmana izin vermeyeceğim. Benim İngilizler gibi düşünüp düşünmemem neden senin için bu kadar önemli? Ben yalnızca ülkemizde erkeklerin kadınlara hak ettikleri değeri vermediklerini söylemeye çalışıyorum. Seni ele alalım, kadın haklarını bir an olsun düşünmediğinden eminim. Sen Hindistan’ı kadınsız bir ülke olarak görüyorsun, bu doğru bir düşünce tarzı değil.”
“Ben annemi tanıyorum, onda ülkemin bütün kadınlarını görüyorum ve yerlerinin neresi olması gerektiğini biliyorum.”
“Sen kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyorsun.” dedi Binoy. “Bir insan, kendi evindeki kadınları görerek onların hakkında bir fikir edinemez. İngiliz toplumuyla bizimki arasında bir kıyaslama yaparsam bana kızacağını biliyorum, onun için bunu yapmak istemiyorum. Bizim kadınlarımızın uygunsuz davranışlarda bulunmadan toplum yaşamına ne dereceye kadar ve nasıl ayak uyduracaklarını da bilmiyorum. Sana yalnızca şunu söyleyeceğim, kadınlarımız kendilerini sarilerinin arkasında gizledikleri sürece ülkemizin gerçek yüzünü göremeyiz ve onu bütün kalbimizle sevemeyiz.”
“Nasıl günler gece ve gündüz olarak ikiye bölünüyorsa, toplum da kadın ve erkek olarak ikiye ayrılır.” dedi Gora. “Normal bir toplumda kadın gece gibi görünmez olur, her işini perde arkasında hiç kimseye görünmeden yapar. Toplum anormalleştikçe, gece gündüzün ilgi alanına el koyar, ikisi birbirine karışır ve yapay ışığın altında ciddiyetlerini yitirip uçarılaşırlar. Bunun sonucunda ne olur? Gecenin gizli eylemi durur, zamanla yorgunluk artar, dinlenme olanaksızlaşır ve erkek ancak keyif verici maddelerle zihnini bulandırarak varlığını sürdürebilir. Aynı şekilde kadını günlük işlerinden koparırsak, her zamanki gibi sessizce görevlerini yapamaz, toplumun mutluluğu ve huzuru bozulur ve onların yerini taşkınlık alır. Bu taşkınlık başlangıçta bir güç belirtisi olarak algılanılabilir, ancak bu yıkıcı bir güçtür. Toplumu oluşturan iki cinsten biri olan erkek, ön plandadır; ama olması gerektiğinden daha fazla öne çıkamaz. Kadının gizli gücünü açığa çıkarırsan, toplum kendi sermayesini tüketmeye başlar ve iflasa doğru sürüklenir. Benim görüşümce, biz erkekler sofraya oturursak ve kadınlar soframızı donatırlarsa, onlar ortada görünmeseler bile, o yemek bir ziyafete dönüşür. Yalnızca zihni bulanık bir insan bütün güçlerin tek bir yerde, aynı yönde ve aynı şekilde kullanılmasını isteyebilir.”
“Gora!” dedi Binoy. “Söylediklerini tartışmak istemiyorum ama benim görüşümü çürütecek bir şey söylemedin. Burada asıl sorun…”
“Bana bak Binoy!” diye sözünü kesti Gora. “Eğer bu tartışmayı daha fazla uzatırsak, sonunda kavga edeceğiz. Kadınların benim üzerimde, son zamanlarda senin üzerinde oldukları gibi etkili olmadıklarını sana söyledim. Onlara karşı senin hissettiğin şeyleri hissetmemi bekleyemezsin. Onun için artık aynı görüşte olmadığımızı kabul edelim.”
Gora böylece konuyu kapattı. Ama yere düşen bir tohum, uygun koşulları bulduğu anda filizlenir. Gora o güne kadar kadınların hiçbir şekilde yaşamına girmesine izin vermemişti ve bu yüzden bir eksiklik duymamıştı. Binoy’un o günkü coşkusu, bir anda onların varlığının ve toplumdaki güçlerinin yadsıyamayacağı bir gerçek olduğunu görmesine yardımcı oldu. Ama kadının yerinin neresi olduğuna ve hangi amaç için yaratıldığına karar veremiyordu. Bu nedenle Binoy ile daha fazla tartışmak istemedi. Konuyu her yönüyle ele alacak kadar bilgi sahibi değildi, bu sorunu önemsemeden kafasından atmasına СКАЧАТЬ