Nanda ölmüştü! O sağlıklı, güçlü, yaşam dolu, iyi kalpli oğlan bu genç yaşta ölüp gitmişti! Gora olduğu yerde donup kaldı. Nanda sıradan bir marangozun oğluydu; bu çevrede çok az insan onun yokluğunu hissedecekti, büyük bir olasılıkla bu da fazla uzun sürmeyecekti. Ama Gora, Nanda’nın ölümünün büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyordu. Onun olağanüstü canlılığını görmüştü, böyle bir yaşama sevinci kaç canlıda vardı?
Ölüm nedenini sorduklarında tetanos olduğunu öğrendiler. Babası bir doktor çağırmak istemişti ama annesi oğlunu cin çarptığına inandığı için bir hoca çağırmıştı. Bütün geceyi onun yanında geçiren adam, dualar ederek ve vücudunu kızgın tellerle dağlayarak ona işkence yapmıştı. Nanda yatağa düştüğünde Gora’yı çağırmalarını istemişti ama onun bir doktor getirmesinden korkan annesi buna yanaşmamıştı.
Binoy dönüş yolunda: “Bu ne kadar büyük bir aptallık, ne kadar büyük bir ceza.” diye homurdandı.
“Buna aptallık diyerek kendini bu işin dışında tutmaya çalışma Binoy.” dedi Gora kuru bir sesle. “Eğer bu aptallığın ve cezanın gerçek boyutlarının nereye vardığını bilseydin, onun için üzüldüğünü söyleyerek konuyu kapatmazdın!”
Gora’nın öfkesi kabardıkça adımları hızlandı, Binoy hiçbir şey söylemeden ona ayak uydurmaya çalışıyordu.
Kısa bir sessizlikten sonra Gora konuşmayı sürdürdü: “Binoy, ben bu işin peşini bırakmayacağım. O şarlatanın Nanda’ya yaptıkları beni kahrediyor, onun gibi insanlar bütün ülkeyi kahrediyorlar. Onun başına gelenlerden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamam.”
Binoy’un suskunluğuna dayanamayan Gora kükredi: “Binoy, senin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum! Hiçbir çıkar yolun olmadığını, olsa bile o noktaya varana kadar uzun bir yol katetmemiz gerektiğini düşünüyorsun. Ama ben seninle aynı görüşte değilim. Böyle düşünseydim, beni yaşama bağlayan hiçbir şey kalmazdı. Sorun ne kadar ciddi olursa olsun, ülkeme zarar veren her şeye bir çözüm bulabilirim, her şeyin çözümü benim elimde. Çünkü ben inançlıyım ve inançlı olduğum için bizi saran acıya, sıkıntıya ve aşağılanmaya katlanabiliyorum.”
“Ben böylesine yaygın ve korkunç bir sefaletin karşısında inancımı koruyacak kadar cesur değilim.” dedi Binoy.
“Ben kendimi hiçbir zaman bu sefaletin sonsuza kadar süreceğine inandırmayacağım.” diye karşılık verdi Gora. “Dünyadaki bütün iç ve dış güçler bize saldırıyor. Binoy, sana tekrar tekrar söylüyorum, hiçbir zaman ülkemizin bağımsızlığa kavuşmasının olanaksız olduğunu düşünmemelisin. Özgürlüğü kalbimizde hissederek hazır beklememiz gerekir. Sen, zamanı geldiğinde Hindistan’ın özgürlük savaşının başlayacağına kendini inandırmak istiyorsun. Oysa savaş çoktan başladı ve her an bir ilerleme kaydediliyor. Böyle bir dönemde ülkenin sorunlarına kayıtsız kalmaktan daha korkakça bir şey olamaz.”
“Dinle beni Gora.” dedi Binoy. “Seninle ben ve benim gibiler arasında bir fark var. Günlük yaşamımızda karşılaştığımız olaylar, çok uzun süredir yaşadığımız alışılagelmiş şeyler bile, seni her defasında yeni bir şeyle karşılaşıyormuşsun gibi etkiliyor. Ama biz bunları soluduğumuz hava kadar doğal karşılıyoruz. Bize ne umut veriyorlar, ne umutsuzluk, ne mutluluk, ne de keder. Günler öylesine geçip gidiyor ve kendimizin ya da ülkemizin üzerine çöken kara bulutları göremiyoruz.”
Gora’nın suratı birdenbire kıpkırmızı oldu, alnındaki damarlar şişti ve yumruklarını sıkarak iki atlı bir arabanın arkasından koşmaya başladı. Sokaktaki bütün insanları yerinden sıçratan bir sesle bağırdı: “Dur! Dur!” Sokağın köşesini dönmek üzere olan şık giyimli, iri yarı Bengalli sürücü arkasına baktıktan sonra atların böğrünü kamçıladı ve gözden kayboldu.
Olay şöyle olmuştu: Yaşlı bir Müslüman aşçı karşıdan karşıya geçiyordu. Adamın başının üzerinde taşıdığı sepette, Avrupalı efendisine götürdüğü yiyecekler vardı. Arabanın şık sürücüsü yoldan çekilmesi için ona seslenmişti ama kulağı iyi işitmeyen yaşlı adam neredeyse çiğnenecekti. Kendini kurtarmayı başarmıştı fakat ayağı takıldığı için sepettekiler –sebze, meyve, tereyağı ve yumurtayere dökülmüştü. Öfkeli sürücü yaşlı adama dönerek: “Seni lanet olasıca domuz!” diye bağırmış ve onu kan çıkaracak kadar şiddetli kamçılamıştı.
“Allah! Allah!” diye iç çekti yaşlı adam, sonra alçak gönüllülükle eğilip sepetten dökülenleri toplamaya başladı. Adamın yanına giden Gora ona yardım etti. Zavallı aşçı, iyi giyimli bir beyefendinin onun için böyle bir zahmete katlanmasından çok utanmıştı. “Neden zahmet ediyorsunuz babu?” diye sordu. “Bunlar artık bir işe yaramaz.”
Gora ona böyle yardım edemeyeceğini biliyordu, adama yardım ediyormuş gibi görünmek onu utandırmaktan başka bir işe yaramazdı ama yoldan geçenlere, hiç olmazsa bir beyefendinin bir başkasının zorbalığının karşılığını ödemek ve bir yoksulun hakkını savunmak için bir şeyler yapma gereğini duyduğunu göstermek istiyordu.
Sepet dolduktan sonra Gora adama şöyle söyledi: “Bu sizin kaldıramayacağınız kadar büyük bir kayıp olmalı. Bizimle eve kadar gelirseniz, sepetinizi tekrar doldururuz. Ama önce size bir şey söyleyeceğim. Bir tek sözcük bile söylemeden böyle aşağılanmaya katlandığınız için Allah sizi hiçbir zaman bağışlamayacak.”
“Allah bu haksızlığı yapanı cezalandıracaktır.” dedi Müslüman. “Neden beni cezalandırsın ki?”
“Haksızlığa boyun eğen kişi de suçludur.” dedi Gora. “Çünkü bu dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı odur. Beni anlamayabilirsiniz ama unutmayın, yalnızca dindar olmakla dinin gereklerini yerine getiremezsiniz, bu kötülere cesaret vermekten başka bir işe yaramaz. Sizin Muhammed’iniz bunu çok iyi biliyordu. Bu nedenle size uysalca boyun eğmeyi öğütlememiştir.”
Kendi evi uzakta olduğu için Gora yaşlı adamı Binoy’un evine götürdü. Yazı masasının önünde durarak: “Paranı çıkar.” dedi.
“Dur bir dakika.” dedi Binoy. “Anahtarı alayım.”
Ama kilit, sabırsızlanan Gora’nın gücüne dayanacak kadar sağlam değildi, çekmecenin kulpuna asılınca çekmece kendiliğinden açıldı. Gora’nın gördüğü ilk şey Pareş Babu’nun büyük bir aile fotoğrafı oldu. Binoy onu genç arkadaşı Satiş’ten almıştı. Adama biraz para verip gönderen Gora, fotoğraf hakkında tek bir şey bile söylemedi. Kafasından geçenleri söyleseydi, Binoy’un içi rahatlayacaktı ama onun suskun kaldığını görünce konuyu açmak istemedi.
“Ben gidiyorum!” dedi Gora birdenbire.
“Ne kadar kibarsın!” dedi Binoy sesini yükselterek. “Yalnız mı gideceksin? Annenin beni yemeğe çağırdığını bilmiyor musun? Ben de seninle geliyorum!”
Birlikte evden çıktılar. Dönüş СКАЧАТЬ