Binoy ona adını sorunca: “Adım Satiş Çandra Mukerci efendim.” dedi.
“Mukerci mi?” diye yineledi Binoy boş bakışlarla.
Bir anda arkadaş oldular ve Binoy oğlandan Pareş Babu’nun2 çocukluklarından beri onları yetiştirdiğini ama öz babaları olmadığını öğrendi. Ablasının asıl adı Radharani imiş ama Pareş Babu’nun karısı ona dinî bir anlamı olmayan Suçarita adını vermiş.
Satiş gitmek üzereyken Binoy ona yalnız gidip gidemeyeceğini sordu. Gururu incinen küçük oğlan: “Ben her zaman yalnız giderim!” dedi. Binoy: “Ben seni evine götürürüm.” diye üsteleyince onun güvensizliğine içerledi. “Gelmenize gerek yok.” dedi. “Ben tek başıma gidebilirim.” Sonra Binoy’u eve yalnız dönmenin onun için alışılagelmiş bir şey olduğuna inandırmak için geçmişten örnekler vermeye başladı.
Oğlan, Binoy’un onu ısrarla evinin kapısına kadar götürmek istemesinin asıl nedenini bilemezdi.
Eve vardıklarında Satiş onu içeri davet etti ama Binoy kararlılıkla: “Hayır, şimdi olmaz. Başka bir gün gelirim.” diyerek daveti geri çevirdi.
Binoy eve dönünce zarfı aldı ve zarfın üzerindeki adresi her kalem darbesini ezberleyene kadar tekrar tekrar dikkatle okudu. Sonra büyük bir özenle onu içindekilerle birlikte bir kutuya koydu, bu paraya en acil durumlarda bile asla dokunmayacağı belliydi.
2
Yağmur mevsiminin karanlık akşamlarından birinde, gökyüzü nem yüklü bulutlarla alçalmıştı. Kalküta kenti, sessizce kayıp giden donuk ve kasvetli bulutların altında, başını kuyruğunun üzerine koyarak kıvrılıp yatmış yorgun dev bir köpek gibi hareketsizdi. Bir önceki gece başlayan yağmur, her şeyi alıp götürecek kadar şiddetlenmeden, hiç durmaksızın çiselemiş ve yolları çamur içinde bırakmıştı. Yağmur, o gün öğleden sonra saat dörtte dinmişti ama bulutların hâlâ tehditkâr bir görünümü vardı. Böyle kasvetli bir havada evde oturmak insana hüzün veriyordu, ancak dışarı çıkmak da güvenli değildi. İki delikanlı, üç katlı bir binanın üstündeki ıslak terasta hasır taburelerde oturuyordu.
İki arkadaş, çocukluk yıllarında okul dönüşü bu terasta oyun oynamıştı; sınavlardan önce deliler gibi bir aşağı bir yukarı yürüyerek derslerini bu terasta ezberlemişlerdi. Sıcak günlerde fakülte dönüşü akşam yemeklerini orada yemişler, birçok kez sabahın ikisine kadar tartışmışlar ve doğan güneşle birlikte şaşkınlık içinde uyanıp kendilerini yerde serili hasırın üzerinde bulmuşlardı. Fakülteyi bitirdikten sonra, Hindu Vatanseverler Birliğinin başkanı ve sekreteri olarak aylık toplantılarını yine bu terasta yapmışlardı.
Başkanın adı Gourmohan idi ama ailesi ve arkadaşları ona Gora derdi. Çevresindeki herkesten daha uzun boyluydu. Teninde pigmentten eser yoktu, aşırı beyaz olduğu için fakültedeki profesörlerden biri ona “Karlı Dağ” adını takmıştı. Boyu bir doksana yakındı, iri kemikliydi ve kaplan pençesini andıran elleri vardı. Sesi o kadar boğuk ve sertti ki, beklenmedik bir anda, “Kim var orada?” diye bağırdığında herkesi yerinden sıçratırdı. Çok geniş ve güçlü bir yüzü vardı, çene kemikleri bir kalenin ağır kol demirlerine benziyordu. Kaşları yok denecek kadar seyrekti, düz alnı kulaklarına kadar iniyordu. Kısık ve ince dudaklarının üzerindeki burnu keskin bir kılıcı andırıyordu. Gözleri küçüktü ama bakışları keskindi, uzakta görünmeyen bir hedefe doğrultulmuş ama bir anda yakındaki bir şeyin üzerinde odaklanmaya hazır ok uçları gibiydiler. Gourmohan yakışıklı bir erkek değildi fakat nereye giderse gitsin, hemen dikkat çekerdi, onun varlığının farkına varmamak olanaksız bir şeydi.
Arkadaşı Binoy, bütün iyi eğitilmiş Bengalliler gibi zeki ama alçak gönüllü bir insandı. İnce yapısıyla kıvrak zekâsı, yüzüne farklı bir anlam kazandırırdı. Fakültede her zaman yüksek notlar almış ve burslar kazanmıştı. Okumayı onun kadar çok sevmeyen Gora okulda onunla boy ölçüşemezdi. Belleği Binoy’unki kadar güçlü olmadığı için dersleri çabuk kavrayamazdı. Binoy bütün fakülte sınavlarında sadık dostu Gora’ya destek olmuştu.
O rutubetli ağustos akşamında iki arkadaş derin bir sohbete dalmıştı.
“Sana bir şey söyleyeceğim.” dedi Gora. “Abinaş’ın geçen gün Brahmoları3 aşağılaması, onun ahlak anlayışının ne kadar sağlam olduğunu gösterir. Neden ona öyle kötü bir tepki verdin?”
“Söyledikleri çok saçmaydı!” diye yanıtladı Binoy. “O, doğru bildiği şeylerin dışında hiçbir fikri kabul etmiyor!”
“Eğer böyle düşünüyorsan, bu, şeytanın senin aklını çeldiğini gösterir. Hainler kendi bildiklerini okuyup düzeni bozmaya çalışırlarken, toplumun bunu hoşgörüyle karşılamasını ve başlarına buyruk davranmalarına izin vermesini bekleyemezsin. İnsanların doğasında böyle hainleri yanlış anlama eğilimi vardır, gerçekleri çarpıtır ve kendilerini onların iyi niyetli olduğuna inandırırlar. Toplum, kendi ‘iyiliği’ için yanlış yolu seçerse, ceza olarak bunun bütün sonuçlarına katlanmak zorunda kalır.”
“Bu çok normal.” dedi Binoy. “Ama normal olan her şeyin iyi olmadığını kabul ediyorum.”
“İyiyi bir tarafa bırak!” diye haykırdı Gora. “Dünya zaten barındırdığı birkaç iyi insanı sevgiyle kucaklıyor. Ben diğerlerinin yalnızca dürüst olmasını istiyorum! Yoksa, ne bir iş yapabiliriz ne de yaşamın değeri kalır. Eğer insanlar dindarlık taslayıp kendilerini Brahmolar ile aynı kefeye koyarlarsa, Brahmo olmayanlar tarafından yanlış anlaşılmayı ve aşağılanmayı göze almaları gerekir. Sen tavus kuşu gibi kasıla kasıla ortada dolaşırken karşıtlarının seni alkışlamasını bekleyemezsin. Bunu yaparlarsa dünya acınacak bir hâle gelir.”
“Bir mezhep ya da partinin hor görülmesine karşı değilim.” dedi Binoy. “Ama bu kişisel bir saldırı olursa…”
“Bir mezhebi hor görmenin kime ne yararı var? Bu bizi onların görüşlerini eleştirmekten öteye götürmez. Ben bireylerin kendilerini geliştirmelerini istiyorum. Sana gelince sevgili dostum, sen hiç karşı olduğumuz insanların etkisi altında kalmadın mı?”
“Aslına bakarsan kaldım.” diye doğruladı Binoy. “Ne yazık ki sıklıkla etki altında kalıyorum ve bunun için kendimden utanıyorum.”
“Hayır Binoy!” diye bağırdı Gora büyük bir heyecanla. “Bu böyle olmaz. Asla olmaz!”
Binoy kısa bir suskunluktan sonra: “Neden?” diye sordu. “Senin neyin var? Seni korkutan ne?”
“Sen zayıflık belirtileri göstermeye başladın, bu açıkça belli oluyor.”
“Zayıflık mı dedin?” diye öfkeyle haykırdı Binoy. “İsteseydim şu anda evlerine gidebileceğimi çok iyi biliyorsun, beni davet bile ettiler ama gördüğün gibi gitmiyorum.”
“Evet, СКАЧАТЬ
2
Hintli ya da Bengalli efendi; İngilizce bilen yerli yazman; İngiliz kültürünü iyi kötü bilen yerli.
3
Brahmo Samaj ya da Brahmoizm denilen mezhebin üyeleri.