Foma. Максим Горький
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Foma - Максим Горький страница 7

Название: Foma

Автор: Максим Горький

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-946-2

isbn:

СКАЧАТЬ öğüdüne uymayana ne mutlu!” Yeğeninin başarısı karşısında hayranlık duyan hala, durmadan tekrarlıyordu artık:

      “Tamam yavrum, öyle olacak! Çok güzel Foma, çok güzel!”

      Oğlunun hünerlerini günü gününe öğrenen İnyat’sa, “Sen bir harikasın Foma!…” diyordu. “Baharda Astrahan’a götüreceğim seni bak, sonbaharda da okula gideceksin.”

      Çocuğun hayatı, tıpkı bir topun bir yamaçtan yuvarlanması gibi, kolayca devam ediyordu ileri doğru akmaya. Şimdi öğretmen rolünü de yüklenmiş olan halası, aynı zamanda oyun arkadaşıydı Foma’nın. Ve hele Luba Mayakin eve geldiğinde, ihtiyar kadın tamamıyla kimlik değiştiriyor ve çocukların yanında en az onlar kadar çocuk oluyordu. Saklambaç ve körebe oynuyorlardı üçü. Anfisa, gözleri bağlı, kolları öne doğru uzanmış bir hâlde, ihtiyatla ilerliyordu odada ama yine de tosluyordu sandalyelerle masalara veya “Ah maskaralar! Nereye gitti bunlar, hangi deliğe girdi bu haydutlar!..” diye söylenerek bütün gizli köşeleri bir bir arıyordu.

      Keyiflerine diyecek yoktu çocukların. Olanca gücü ve bilgisiyle çocukların yolunu aydınlatan o yaşlı hayatın güneşi, bu aşınmış, yıpranmış ama ruhu genç kalmış vücudu sevince boğuyor, sevgiyle ışıldatıyor ve güzelleştiriyordu.

      Erkenden borsaya giderdi İnyat, bazen bütün gün görünmezdi; geceleri çoğunlukla belediye meclisine veya dostlarını ziyarete ya da kim bilir nereye yollanırdı. Bazen sarhoş dönerdi eve. Böyle zamanlarda Foma kaçardı ilkin babasından ve gizlenirdi. Ama sonra alıştı, hatta babasının bu hâlini ayık hâlinden daha sevimli bulmaya başladı; daha sade, daha iyi oluyordu babası böyle zamanlarda, üstelik biraz gülünç de oluyordu… Vakit geceyse, borazan sesin gürültüsüne daima uyanırdı çocuk:

      “Anfisaaa! Sevgili hemşirem benim! Bırak da oğlumun yanına bir gideyim, mirasçımın yanına… Bırak beni!”

      Ama hala, kınayan ve ağlamaklı bir sesle onu bu kararından vazgeçirmeye çalışırdı:

      “Defol buradan, defol Allah aşkına! Git de yatağında sız, pis şeytan, cehennem zebanisi! Şunun hâline bakın Allah aşkına, nasıl da içmiş! Leş gibi kokuyor vallahi! Ağarmış saçlarından da utanmıyor üstelik…”

      “Anfisa! Oğlumu göremeyecek miyim ben şimdi? Şöyle hemen bir kaçamak bakışla olsun?..”

      Foma, halanın, babasını bırakmayacağını bilirdi ve onlar tartışırken uyur kalırdı.

      İnyat, öğleden sonraları eve sarhoş geldiğinde ise kocaman elleriyle oğlunu kapar, havalandırırdı derhâl; odanın bir ucundan öbür ucuna koşturup neşeli ve çarpık bir sesle sorardı:

      “Foma! Söyle ne istersin? Konuş! Şeker mi? Oyuncak mı? Dile benden! Şu yeryüzünde sana alamayacağım hiçbir şey yoktur, anlıyor musun?… Milyonlarım var benim! Daha da olacak. Olacak anlıyor musun? Ve hepsi ama hepsi senindir…”

      Ve bütün şevki birden, şiddetli bir rüzgârın çarpıp da bir mumu söndürmesi gibi sönerdi. Ürpermeye başlardı yüzü, gözleri yaş dolar ve kıpkırmızı kesilir, dudakları korkulu bir gülümseyişle gerilirdi. Sorardı ürke ürke:

      “Anfisa! Bu oğlan ölecek olursa ne yaparım ben?”

      Ve kudurgan bir öfkeye kapılırdı bu sözler üzerine. Gözleri odanın karanlık bir köşesine vahşice dikili, “Her şeyi yakar kavururum!” diye kükrerdi. “Taş üstünde taş komam! Harabeye döndürürüm her yeri!”

      Hemen azarlamaya koyulurdu Anfisa:

      “Yeter, pis canavar, yeter! Korkudan dilini mi yutturmak istiyorsun çocuğa? Hasta mı etmek istiyorsun yoksa oğlanı?”

      İnyat’ın hemen oradan uzaklaşması için bu kadarı yeterdi. Kekelerdi aceleyle giderken:

      “Anladık, tamam!… Gidiyorum işte, gidiyorum ben… Ama sen de bağırma öyle!.. Korkutacaksın çocuğu… Bu sefer sen ürküteceksin…”

      Ama Foma bir hastalanmaya görsün, babası bütün işlerini yüzüstü bırakıp artık evden çıkmaz oluyor ve hem kız kardeşini hem oğlunu saçma sapan bir soru ve öğüt yağmuruna tutarak, gözlerinde korkulu bir karanlık, sabahtan akşama kadar inleyerek odayı arşınlıyordu.

      “Ah Anfisa ah!..” diye içini çekiyordu. “Beni anlamanı isterim. Bu çocuğa bir şey olursa, bütün hayatım yıkıldı gitti demektir! Boşu boşuna yaşamış olacağım, anlıyor musun, boşu boşuna!..”

      Bu türlü sahneler ve babasındaki ani mizaç değişiklikleri başlangıçta çocuğu ürkütüyordu. Ama çabucak alıştı Foma bütün bunlara ve pencereden bakınca, babasının kızaktan sallanarak indiğini görür görmez, en ufak bir heyecana kapılmadan, “Hala!” diye sesleniyordu artık içeriye. “Bak yine babam sarhoş geliyor!”

      Bahar nihayet geldi. Ve İnyat sözünde durarak, oğlunu da aldı gemisine. Böylece, Foma’nın önünde yepyeni bir hayatın ufku açılıyordu.

      Tüccar Gordeyev’in hızlı, sağlam ve güzel römorkörü “Yermak” akıntıya iniyor işte. Her iki bordadan da Volga kıyıları seğirtiyor onunla buluşmaya. Baştan başa güneşle yıkanmış olan sol kıyı, yemyeşil muhteşem bir halı hâlinde gökyüzünün başladığı yere kadar uzanıyor; sağ kıyı ise, ormanlarla kaplı sarp yamaçlarını göğe tırmanmak ister gibi uzatıp, sakin ve mağrur bir şekilde kayboluyor.

      İki kıyının arasında ki geniş bağırlı ırmak, olanca ihtişamıyla yayılıyor. Gürültüsüz, acelesiz, güvenle akıyor suları. Sağ kıyıdaki yamaçlar siyah gölgeler hâlinde yansıyor; sol kıyı boyunca kum yığınları altın şeritleriyle, geniş çayırlar yeşil kadifeleriyle süslüyor ırmağı. Yer yer, tepelerin üzerinde ya da ovada köyler beliriyor; pencere camlarında ve saman damların ipeği üzerinde ışıldıyor güneş; kiliselerin haçları parlıyor ağaçların yeşili arasında; yel değirmenlerinin gri kanatları tembel tembel dönüyor; bir fabrikanın bacasından yükselen duman, gökyüzüne doğru kıvrılıyor yavaş yavaş. Mavi, kırmızı, beyaz gömlekli bir alay yumurcak kıyıda toplanmış, ırmağın sessizliğini yırtan gemiyi çığlık çığlığa uğurluyorlar ve ayaklarını yalıyor pervanenin kanatlarından fışkıran neşeli dalgalar. İçlerinden bazıları bir kayığa doldular işte, dalgaların üzerinde bir oraya bir buraya sallanabilmek için akıntının ortasına doğru kürek çekiyorlar. Ağaç tepeleri çıkıyor sudan, kabaran sularla sürüklenmiş kocaman ağaç demetleri bunlar; dalgaların arasında birer ada gibi duruyorlar. Derin bir iç çekişi andıran hüzünlü bir türkü yükseliyor kıyıdan:

      “Ooooh, ooooh, biraz dahaaa!..”

      Dalgasıyla köpüğe boğarak aşıyor gemi kayığı. Birden çoğalan dalgaların sarsıntısıyla titriyor yumurcaklar; bacaklarını ayırıp denge sağlamaya çabalayarak gemiye bakıyor, gülüyor ve anlaşılmaz bir şeyler haykırıyorlar. Güzel besili bir inek yürüyor ırmak boyunca; sırtındaki sarı kalaslar altın gibi pırıldıyor, yansıyor bulanık sularında baharın. Bir yolcu vapuru geliyor karşı taraftan düdüğünü öttürerek; düdüğün boğuk yankısı, ormanı aşıp sarp kıyının geçitlerine doğru uzaklaşarak ölüyor, iki geminin СКАЧАТЬ