Foma. Максим Горький
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Foma - Максим Горький страница 5

Название: Foma

Автор: Максим Горький

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-946-2

isbn:

СКАЧАТЬ ördek gagasını andıran uzun burunlu, etkileyici ve zeki çehrenin yanı sıra, ardında hem gözleri hem de dudakları saklamışa benzeyen kırışıklardan ibaret bir ikinci çehre. Bu ikinci çehre yüzeye vurduğunda, Mayakin dünyaya başka gözlerle bakar, başka bir gülümseyişle gülümserdi.

      Bir kablo fabrikasının sahibiydi Mayakin. Şehirde bir de mağazası vardı. Kabloların, iplerin, kınnap ve kıtığın tavana kadar yığılı durduğu bu dükkânda, gıcırdayan camlı bir kapıyla girilen ufacık bir odası vardı Mayakin’in. İçeride eski, biçimsiz büyük bir masayla, bu masanın önünde geniş ve rahat bir koltuk göze çarpardı. İşte bu koltukta geçerdi Mayakin’in günleri; küçük yudumlarla çay içer, “Moskova Postası”nı okurdu. Tüccarsınıfının saygısını kazanmıştı; “kafalı adam” şöhretiyle güçlüydü ayrıca. Bunun yanı sıra, ziyaretçilerine soy sopunu hatırlatmaya bayılır, ıslık gibi bir sesle, “Biz Mayakinler, taa Katerina anamızın saltanat sürdüğü çağlardan beri ticaret yapmaktayızdır…” derdi. “Ve dolayısıyla ben, safkan bir insanım…”

      İnyat Gordeyev’in oğlu, bu ailenin içinde altı yıl geçirdi. Altı yaşındayken geniş göğüslü, kocaman kafalı bir çocuk olan Foma, hem boyu hem de koyu badem gözlerinin ciddi bakışıyla, olduğundan daha büyük göstermekteydi. Sessiz ve arzularında inatçı bir çocuktu. Mayakin’in kızı Luba’nın eşliğinde günler geçirirdi oyuncaklarıyla. Yeğenlerden birinin sessiz gözetimi altındaydılar daima. Evde, hemen hiç konuşmadığından mı nedir, Buzya, yani “Patırtı” adı takılmıştı bu yeğene; her şeyden ürken, yüzü çiçek bozuğu, şişman bir ihtiyar kızdı; çocuklarla bile kesik kesik ve hep alçak sesle konuşurdu. Bir sürü dua bildiğinden olacak, hiç masal anlatmazdı Foma’ya.

      Foma küçük kızla iyi bir ahenk içinde yaşıyordu; yalnız Luba öfkelendiği ya da onunla eğlenmeye koyulduğu zamanlar sapsarı kesilirdi oğlan; burun delikleri kabarır, gözlerini gülünç bir şekilde belertir ve deli gibi dövmeye başlardı kızı. Ağlardı Luba, annesinin yanına şikâyete koşardı ama Foma’yı sever ve kayırırdı Antonina ve kızının gözyaşlarına kulak aşmazdı pek; bu da iki çocuk arasındaki dostluğu daha bir güçlendirirdi.

      Foma’nın günleri, uzun ve sıkıcı denecek kadar yeknesak günlerdi. Uyanıp yıkanır yıkanmaz, ikonun karşısında bulurdu kendini ve Buzya’nın fısıltıları eşliğinde, bitmek tükenmek bilmeyen dualar okurdu. Sonra çaya otururlardı; bir alay yağlı çörek, peksimet ve hamur işi yenirdi çayla. Bunu, tabii yazları, bahçe sefası izlerdi; dibi daima karanlık bir dereye doğru eğimli, sık ağaçlı büyük bir bahçeydi çocukların gittiği. Dereye yaklaşmaları yasaklanmıştı ve bu yasaktan gelirdi korkuları. Kışın, çaydan öğle yemeğine kadar, hava çok soğuksa odalarda oynar, hava elverişliyse dışarı çıkar ve buz tutmuş bir yokuştan kızakla kayarlardı.

      Tam öğle vakti, Mayakin’in deyimiyle “Rus usulü” yemeğe oturulurdu. Çavdar galetalı ama etsiz koca bir tencere lahana çorbasıyla başlardı daima yemek. Sonra yine lahana ama küçük kuşbaşı etli lahana yerlerdi. Bunu, ya süt domuzu, kaz, dana cinsinden bir et kızartması ya da yoğurtlu bulgur haşlaması izlerdi. Daima şekerli ve tereyağlı bir şeylerle son bulurdu yemek. Sofrada, yaban mersiniyle veya ardıç üzümüyle ya da buğday taneleriyle mayalanmış kvas içilirdi hep: Antonina İvanovna, evde her çeşit kvas bulundururdu. Konuşmadan yemek yenirdi, arada bir bıkkınlıkla iç geçirmek bile başlı başına bir cüretti yemekte. İki çocuk için ayrı bir tabak hazırlanır, bütün büyükler aynı kaptan yerlerdi. Yemekten sonra iyice gevşeyen ahali derhâl yatmaya gider ve Mayakin’in evinde iki-üç saat boyunca artık horultu ve uykulu iç çekişlerden gayrı bir şey işitilmez olurdu.

      Uykudan kalkar kalkmaz çaya oturulurdu yine ve şehir olaylarının yorumu başlardı: Kilise hanendelerinden, diyakoslardan, düğünlerden söz edilir; fırsat düştükçe, tanıdık tüccar dostların yakışıksız davranışları eleştirilirdi… Çay bitince Mayakin karısına döner, “Hadi bakalım anacığım” derdi, “biraz daKitab-ı Mukaddes’i ver bana…”

      Çoğu zaman Job bölümünü okurdu Yakob Tarasoviç. Kalın gümüş çerçeveli gözlüklerini kocaman burnunun üzerine yerleştirir ve herkesin hazır bulunup bulunmadığını anlamak üzere, şöyle bir etrafına bakardı.

      Bütün dinleyiciler, Mayakin’in kendilerini görmeye alışmış olduğu yerde oturmuş olurlardı. Ve her birinin yüzünde, Maya-kin’in gayet iyi tanıdığı o ahmakça ve korkak sofuluk ifadesi dalgalanırdı hep.

      “Uts diyarında bir adam varmış…” diye başlardı ıslık çalan sesiyle.

      Ve odanın köşesindeki bir divanın üzerinde Luba’nın yanına oturmuş olan Foma, vaftiz babasının burada susup eliyle dazlağını okşamaya başlayacağını adı gibi bilirdi. Uts diyarındaki adamı canlandırırdı gözünde. Uzun boylu ve çırılçıplaktı bu adam; gözleri Hazreti İsa’nınkiler gibi alabildiğine iriydi ve askerlerin ordugâhlarda çaldığı borazanlara benzerdi sesi. Dakikadan dakikaya biraz daha büyürdü adam; nihayet başı gökyüzüne değdiğinde, tozlu ellerini daldırıp bulutları aralar ve dehşet verici bir sesle bağırırdı:

      “Işık niçin nasip edildi insanoğluna? O insanoğlu ki yolu Tanrı tarafından zifirî karanlıklara gömülmüş ve tıkanmış bulunmaktadır…”

      Yavaş yavaş korkar ve titremeye başlardı Foma. Mahmurluk birden üstünden gider ve vaftiz babasının sesini işitirdi açık seçik biçimde:

      “Ne kadar küstah olduğunu görüyorsunuz değil mi!..”

      Sakalıyla oynayarak ve ince bir alayla söylerdi bunu Mayakin. Çocuk, vaftiz babasının Uts diyarındaki adamı kastettiğini bilir ve onun yüzündeki alaycı gülümseyişle güven bulurdu. Anlardı ki dehşet verici elleriyle o adam, gökyüzünü hiçbir zaman yırtıp delemeyecektir… Ve yeniden canlanırdı gözlerinde adam: Yere oturmuş olurdu bu sefer. “Bütün vücudu iğrenç böcekler, pis sinekler ve baştan başa çamurla kaplıydı; cılk yaraydı derisi. Ama ufalmış ve acınacak hâle gelmişti, kilise kapısında bir dilenciydi artık…” Ve şimdi şunları diyordu:

      “İnsanoğlu nedir ki temiz olsun ve kadından doğan bir varlık nasıl adil olurmuş?”

      “Tanrı’ya hitap ediyor…” diye açıklıyordu Mayakin çokbilmiş bir edayla. “‘Etten yapılmış olduğuma göre nasıl adil olabilirim?’ diyor. Tanrı’ya soruyor bunu…”

      Ve zafer kazanmış kumandan bakışlarını, sorguya çekercesine, kadın dinleyicilerine çevirirdi burada. Kadınlar, içlerini çekerek cevap verirdi:

      “Doğru yola dönmüş işte… Artık bağışlanmıştır…”

      “Budalalar!.. Gidin çocukları yatırın hadi…” İnyat her gün gelirdi Mayakinlere. Oğluna oyuncaklar getirirdi. Çoğu zaman kucaklayıp severdi Foma’yı ama bazen de gizlemeyi beceremediği bir endişeyle, “Niye çehren solup gidiyor böyle senin?” derdi. “Niçin bu kadar az gülüyorsun?”

      Ve dönüp yeğenine dert yanardı sonra:

      “Oğlanın anasına benzemesinden korkuyorum, ne yalan söyleyim… Kederli kederli bakıyor hep insana.”

      “Endişe duymak için vakit henüz çok erken…” diye cevap verirdi Mayakin gülümseyerek.

СКАЧАТЬ