Mrs. Dalloway. Вирджиния Вулф
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mrs. Dalloway - Вирджиния Вулф страница 7

Название: Mrs. Dalloway

Автор: Вирджиния Вулф

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-803-8

isbn:

СКАЧАТЬ hizmetçi kapıyı kapatırken, Lucy’nin eteklerinin hışırtısını duyunca, bildik tüllerin çevresini usulca sarışını, eski bağlılıklara verilmiş karşılıkları tadan, dünyayı terk etmiş bir rahibe gibi hissetti kendini. Aşçı mutfakta ıslık çalıyordu. Daktilonun tıkırtısını duydu. İşte buydu hayatı, girişteki masanın üzerine sanki bu etkilerin ağırlığıyla eğilirmişçesine göz attı, kendini kutsanmış ve arınmış hissetti; telefonla bırakılan mesajların not edildiği defteri eline alırken nasıl oluyor da böyle anların hayat ağacının tomurcukları, karanlığın çiçekleri olduğunu düşündü (Sanki yalnızca o görsün diye güzel bir gül açmıştı.); bir an bile inanmamıştı Tanrı’ya; ama yine de diye düşündü defteri eline alırken, günlük hayatta hizmetçilere, evet köpeklere ve kanaryalara, her şeyden öte de kocasına, her şeyin temeli olan -bu keyifli seslerin, yeşil ışıkların hatta ıslık çalan aşçının bile, zira Mrs. Walker İrlandalıydı ve gün boyunca ıslık çalardı- Richard’a, bu eşsiz anların gizli deposundan ödemeli insan borcunu; Lucy yanında durmuş bir şey anlatmaya çalışıyordu.

      “Mr. Dalloway, efendim…”

      Clarissa not defterindeki yazıyı okudu: Leydi Bruton Mr. Dalloway’in kendisiyle öğle yemeği yiyip yiyemeyeceğini soruyor.

      “Mr. Dalloway, efendim, öğle yemeğini dışarıda yiyeceğini söylememi istedi.”

      “Tüh!” dedi Clarissa, Lucy de hayal kırıklığını paylaştı (ama acısını değil tabii); aralarındaki uyumu hissetti; ipucunu aldı; üst tabakanın nasıl sevdiğini düşündü; kendi geleceğini sakince süsledi; Mrs. Dalloway’in güneş şemsiyesini aldı, savaş alanından onuruyla çıkmış bir tanrıçanın kutsal silahıymış gibi tuttu ve şemsiyeliğe yerleştirdi.

      “Korkma artık.” dedi Clarissa. Güneşin kızgınlığından korkma artık, zira Leydi Bruton’ın Richard’ı onsuz öğle yemeğine çağırmasının yarattığı şaşkınlık, içinde bulunduğu anı sarsmıştı, tıpkı nehir yatağındaki bir bitkinin nehirden geçen bir küreğin darbesiyle sarsılacağı gibi: öyle sallandı Clarissa; öyle sarsıldı.

      Öğle yemeği davetlerinin son derece eğlenceli geçtiği söylenilen Millicent Bruton kendisini çağırmamıştı. Bayağı kıskançlıklar ayıramazdı onu Richard’dan. Ama zamanın kendisinden korkuyordu, Leydi Bruton’ın taştan oyulmuş ruhsuz bir pusulayı andıran suratından yaşamın nasıl çekildiğini görüyordu; kendine düşen dilimin her geçen yıl nasıl azaldığını ve artakalan kısmın, gençlik yıllarındaki renklerden, tuzlardan, varoluşun bütün perdelerindeki esneklikten ve özümseyişten ne kadar yoksun olduğunu görüyordu; öyle ki girdiği odayı doldururdu; sık sık oturma odasının eşiğinde tereddüt ederek durduğunda olağanüstü bir gerilim kaplardı içini, tıpkı altındaki deniz kararıp ışıldarken, çatlayacakmış gibi tehdit eden dalgalar yalnızca yüzeyde ikiye ayrılırken, tam dönecekleri sırada yuvarlanıp, gizlenip, inciyle kaplanan yosunların bulunduğu denize dalmadan önce bir yüzücünün hissettiği tereddüt gibi…

      Not defterini holdeki masanın üzerine koydu. Bir eli tırabzanda, ağır ağır yukarı çıkmaya başladı, sanki bir partiden çıkmış gibi, bir şu arkadaşında bir öbüründe bulmuştu yüzünü, sesini; kapıyı çekip çıkmış ve tek başına durmuş gibi, ürkütücü gecenin içinde, daha doğrusu, bu duygusuz haziran sabahının dik bakışlarına karşı duruyordu; gül yapraklarının ışıltısıyla yumuşardı kimileri için bu sabah, bunu biliyordu, açık merdiven penceresinin içeri davet ettiği panjurun çarpma seslerini, köpek havlamalarını duyduğunda hissediyordu; girsinler, diye düşündü, ansızın buruş buruş, yaşlanmış, memesiz buldu kendini; günün öğütülüp harmanlanışı ve çiçeğe duruşu, dışarıda, kapının ötesinde, pencerenin dışında, bedeninin ve şimdi pek çalışmayan beyninin dışındaydı, çünkü son derece eğlenceli öğle yemeği davetleri verdiği söylenen Leydi Bruton onu çağırmamıştı.

      Odasına çekilen bir rahibe veya bir kuleyi keşfe çıkan bir çocuk gibi yukarı çıktı, pencerenin önünde duraksadı, banyoya geldi. Yeşil muşamba ve su damlatan bir musluk. Hayatın kalbinde bir boşluk vardı, tavan arasında bir oda. Kadınlar süslü giysilerini çıkarmalıdırlar. Öğlenleyin soyunmalıdırlar. İğne yastığını deldi ve sarı tüylü şapkasını yatağın üzerine bıraktı. Çarşaflar temizdi, geniş beyaz bir şerit hâlinde sımsıkı gerilmişti iki yandan. Gitgide daha da daralacaktı yatağı. Mumun yarısı yanmıştı, “Baron Marbot’un Anıları”na dalıp gitmişti. Gecenin geç saatlerinde Moskova bozgununu okumuştu. Zira oturumlar öyle uzuyordu ki Richard, Clarissa’nın geçirdiği hastalığın ardından, rahatsız edilmeden uyumasını istiyordu. Aslında Moskova bozgununu okumayı yeğliyordu. Richard da biliyordu bunu. O yüzden odası tavan arasındaydı; yatağı dardı; orada uzanmış okurken, zira uykusu hafifti, doğum yapmasına rağmen, çocukluğundan beri bir çarşaf gibi üzerine yapışan bekâretini üstünden atamıyordu. Genç kızlığında hoştu, ansızın öyle bir an gelirdi ki -mesela Clieveden’daki ormanda bulunan ırmaktaki gibi- içinde nüks eden bu soğuk ruh yüzünden yarı yolda bırakırdı kocasını. İstanbul’da ve sonra kaç kere daha… Neyi eksikti, görebiliyordu. Güzellik değildi; akıl değildi. Temelde, içe sinen bir şeydi; yüzeyi yırtıp üste çıkan, kadınla erkeğin veya iki kadının arasındaki soğuk teması dalgalandıran ılık bir şey. Zira bunu belirsiz bir şekilde algılayabiliyordu. Tiksiniyordu bundan, kim bilir nereden aklına yerleşivermişti bu his, belki de Doğa’nın bir hediyesiydi (Doğa değişmez bilgedir.); yine de bazen bir kadının çekiciliğine kapıldığı oluyordu, bir genç kıza değil tabii, yaptığı bir deliliği veya bir sıkıntısını anlatan, içini döken -ki ona sıkça içlerini dökerlerdi- bir kadına kapıldığı oluyordu. Acıma mıydı, onların güzelliği miydi, kendisinin yaşça büyük olması mıydı veya bir rastlantı mıydı -hafif bir koku veyahut yakından gelen bir keman sesi (belli anlarda seslerin gücü çok tuhaf oluyordu), erkeklerin hissettiklerinin aynısını kuşkusuz hissediyordu. Sadece bir an için ama yetiyordu. Ani bir aydınlanmaydı, önce kontrol altına alınmaya çalışıp, sonra yanaklarına yayıldığını hissedince teslim olunan bir kızarıklık gibi, hani insan o yayılmayı hissettiğinde en uzak köşeye kaçıp, orada titreyerek dünyanın üstüne doğru geldiğini hisseder, hayret verici bir anlamlılıkla kabarır ya, incecik deriyi yırtan, fışkırtan, çatlakların ve yaraların üstüne dökülen olağanüstü bir avutma gücüyle. O zaman, o an için bir aydınlanma görmüştü; çiğdemin içinde yanan bir kibrit; neredeyse ifade edilmiş bir iç anlam. Ama yakın olan uzaklaşmış, sert olan yumuşamıştı. Bitmişti, o an. Böyle anlarla (kadınlarla olanlar da) yatak, Baron Marbot (Şapkasını yere koydu.) ve yarısına kadar yanmış mum çelişiyordu. Uyanık hâlde yatarken döşeme gıcırdadı; aydınlık ev aniden karanlıklaştı ve eğer başını doğrultsaydı, Richard’ın mümkün olabildiğince nazik bir şekilde kapının tokmağını çevirişinin sesini duyacaktı; çoraplarıyla yukarı çıkarken, sık sık elinden düşürdüğü sıcak su torbasını bir kere daha düşürür ve basardı küfürü! Nasıl da gülerdi Clarissa!

      Ama bu aşk meselesi (diye düşündü, paltosunu kaldırırken), şu kadınlara âşık olma meselesi. Sally Seton’ı ele alalım; eskiden Sally Seton’la olan ilişkisini. Nihayetinde o da aşk değil miydi?

      Yerde otururdu -bu onun Sally hakkındaki ilk intibasıydı- kollarını dizlerine dolayarak yerde oturur ve sigara içerdi. Neredeydi acaba? Manning’lerde mi? Kinloch-Jones’larda mı? Bir partideydi herhâlde (neredeydi, pek emin olamıyordu), zira birlikte geldiği adama “Bu da kim?” dediğini kesinlikle hatırlıyordu. Ve СКАЧАТЬ