Romanda Celaleddin Kandahar’dan Gazne’ye gelirken, bir gürcü ordusu ile karşı karşıya geldiği yazılmıştır. Bu da tarihi gerçeğe uymıyor. Çunki Celaleddin’in gürcülerle ilk müharebesi 1226 yılından sonra Kafkaz’da olmuştur.
Pervan muharebesinden sonra ordunun parçalanmasına neden olan hadise iki tarihi şahıs – Amin Melik ve Seyfeddin İğrak arasında vuku bulmuştur. Eserde ise bu hadise Sarı Lağot’la Seyteddin arasında vuku bulur. Sultanın küçük kardeşi Gıyaseddin de uydurma tip Melik Nüsret’i değil, İsfahan şihnesi İbn Harmil’i öldürmüştür. Alaaddin Keykubad huzuruna gönderilen elçinin ismi de Tahir İbn Omer değil, belki Müciriddin Tahir olmuştur. Yine, Alaüddin Harezmşah huzuruna Cengizhan’dan gelen elçi Mahmud Yalavaç, Semerkand valisinin ismi Torğayhan değil, Tağayhan idi.
Sind nehri kenarındaki cenkten sonra Celaleddin’in yanında 70 değil, 4000 esker (Nesevi’nin malumatına göre) kalmıştı. Cengizhan da 1226’de değil, 1227 yılında vefat etmiştir.
“Elveda Buhara”da Celaleddin’in Hindistan’dan ülkesine dönerken, yolda Ahlat kalesini kuşattığı tasvirlenmiştir. Evvela, Ahlat kalesi yol üzerinde değil, ülkenin batı tarafında yerleşmiştir. Sonra, Celaleddin Hindistan’dan 1224 yılın başlarında çıkmış ve Kirman’a yürümüştür.
Yavuz Bahadıroğlu’nun tasvirinde Gıyaseddin abisine 1230 yılındaki Yessiçemen muharebesinde ihanet etmiştir. Halbuki, membelere göre, bu hadise 1228’de Moğollar’la İsfahan yanındaki savaşta vuku olmuştur. Mahmud Yalavaç’ın haşşaşiler halifesi olduğu da şüpheli. Mamafıh, Celaleddin uydurma tip Toyhan değil, kurdler tarafından şehit edilmiştir.
Elbette, yazar tarihi olguları bediileştirirken, fantazi etmeye, romana uyduruk şahıslar, olaylar sokmağa hakkı vardır. Ama esasi tarihi şahsiyetler, hadiseler, olgular tasvirinde tarihi gerçeğe riayet etmesi gerekir.Tarihi janr ilkeleri şunu iktiza eder.Yavuz Bahadıroğlu kullanan epizodlar, manzaralar gerçi kahraman karakterini aydınlatmağa, dramatikliği derinleştirmeğe hizmet etmişse de, yukarıdaki yerlerde tarihi gerçekliğe riayet edildiğinde şüphesiz roman yine de kiymetli olurdu. Yavuz Bahadıroğlu bizim ve okurların sevgisini derindan kazanmış bir yazar hamde dostumuz olduğu için de mezkur eksiklikler üstünde genişçe durduk. Bu eksiklikler cuzidir, yazar belki eserin sonki baskılarında mezkur eksikleri rahatca düzeltebilir.
“Malazgirt’te Bir Cuma Sabahı” romanında manevi ruhi yüksek bir ordunun büyük kumandan Sultan Alpaslan başçılığında kendilerinden kat kat üstün haçlı ordusunu nasıl tarumar ettiği ve bu zaferin temelleri edebi yönden güzel bir şekilde açığa cıkarılmıştır. Yazarın dediği gibi: “Gönüllerde aynı dua, beyinlerde aynı düşünce, eller kenet kenet tutuşmuş, insanlar bir inanç manzumesi etrafında kafa, kol, yürek birliği yapmışlar”. Bu birlik zaferin temeli olmuştur.
“Selahaddin Eyyubi” romanında efsanevi komutan ve sultan Selahaddin Eyyubi’nin halkı haçlıların esareti altından azat etme yolunda verdiği mücadelesi anlatılır. Refik Özdek’in “Türklerin Altın Kitabı” eserinde ve başka kaynaklarda belirtildiği gibi Sultan Selahaddin’in kurduğu Eyyubiler devleti ilk orta asırlarda Mısır, Suriye, Filistin sınırlarını da kapsamış ve devletin etnik çoğunluğunu da Türkler teşkil etmiş. Ordu da Türk halklarından oluşmuş. Devletin resmi dili Türkçe olmuş. Selahaddin’in soyu Azerbaycanlı olmuş, daha sonra Selçuklulara hizmet ederken, görev yüzünden Suriye’ye gelmişlerdir. Selahaddin’in babası Necmettin Eyyub Tikrit valisi olmuştur. Musul beyi İmamiddin Zengi onun hizmetlerini ödüllendirip, 1140 yılında Baalbek şehrine vali edip yollamıştır. Necmettin oğlu Selahaddin’in terbiyesi için döneminin en tanınan alimlerini tutmuş ve evladının çeşitli ilimlerden haberdar, fazıl bir delikanlı, yetenekli bir asker olarak büyümesini sağlamıştır. Selahaddin büyüdükten sonra milli birliği temin etmiş, küçük beyliği genişletmiş ve güçlü Eyyubiler devletini kurmaya muvaffak olmuştur. Bu devlet 1462 yılına kadar hüküm sürdü.
Türk halkları devlet kurmuş ve dünya medeniyetinin gelişmesine en büyük katkılarda bulunan halklardan biridir. Türk devletçiliği 3000 yıldan daha çok tarihe sahiptir. Dünyanın çeşitli mekanlarında Türkler milattan önceki dönemlerden günümüze kadar 110’dan daha fazla devlet kurmuşlardır, bunların 15’i büyük imparatorluktur. Bu imparatorlukların en eskisi milattan önce IV yüzyıla aittir. Selçuklular, Harezmşahlar, Amir Timur, Babürlüler, Osmanlılar ve başka Türk imparatorlukları dünya medeniyeti gelişiminde bulunduğu büyük katkılar dünya çapında itiraf edilmiştir. Abbasi Halife tarafından 6 Mayıs 1175 yılında resmen tanınan Sultan Selahaddin’in devleti de ilk orta asırlarda güçlü bir Türk devleti haline gelmişti. Öyle ki, Türklerin teşkil ettiği devletlerde milli ve dini özgürlük söz konusu olmuştur, milli ve dini azınlığı oluşturanlar kanun yoluyla da korunmuştur. Romanda bu durum detaylarıyla beraber kaleme alınmıştır.
Eserde Sultan Selahaddin, Kudüs kıralları Budin (Baudouin), Gui de Lusignan (Gvido Luzinyan; 1192 yılından Kıbrıs hükümdarı, Luzinyanlar sülalesinin kurucusu), graf Reno de Şatio (Renaud de Chatillon) gibi tarihi kişiler, o dönemin olay ve hadiseleri tarihi gerçekliğe uygun bir şekilde tasvir edilmiştir. Romanda kaleme alınan dönemde Yakın ve Uzak Doğu’da zor bir durum hüküm sürmekteydi. 1096 yılında mukaddes zemin –Filistin’i diğer din mensuplarından (Müslümanlardan) kurtarmayı peşkeş edip, dini düşmanlık bayrağı altında başlayan I Haçlı Savaşı neticesinde bu hududun büyük bir kısmı, Selçuklu’dan sonra Fatimi’lerin egemenliği altında olan Kudüs işgal edilmiş, Kudüs krallığı, Edessa, Antiohiya latin knyazlıkları kurulmuş ve işgal savaşları durmadan devam etmekteydi.
Orta asırlarda savaşlar dini bayraklar altında gerçekleştirilmiştir. Buna şaşmamak lazım, zaten orta asrın şeraitinde daha farklı olması mümkün değildi. Günümüzde Yakın Doğu’da Batı ülkeleri, özellikle ABD bunun gibi savaşları biraz farklı bir şekilde, yani “demokrasiyi getirmek” adı altında gerçekleştirmektedir. Bu yol mahiyet açısından XX. yüzyılın ünlü geosiyasetçilerinden Alman asıllı H.Haushofer ve İngiliz asıllı C. Makinder’in yazdığı işgal siyasetini aklamaktan ibaret olan bu geosiyaseti biraz farklı bir şekilde gerçekleştirmenin ta kendisidir. Bu savaşlar neticesinde Lübnan, Irak, Suriye, Afganistan ve başka ülkelerde yüz binlerce masum insanlar helak oldu, milyonlarca insanlar kaçak durumuna düştü. Göçmenler Avrupa’yı titretmekte; dünya çapında terörler gerçekleşmekte. Bu geosiyasetin büyük bir yanlış olduğunu, acı ve çürümüş meyve verdiğini şu an Batı’nın lider başkanları bile itiraf etmektedir. Ama ok yaydan çoktan çıktı, bu bölge dünya savaşı tehlikesini uyandıran bir patlayıcı madde haline geldi. İnsanoğlunun tüm barış yanlısı güçleri bir tarafta СКАЧАТЬ