Ey Dünya Ey. Beksultan Nurjekeuli
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ey Dünya Ey - Beksultan Nurjekeuli страница 8

Название: Ey Dünya Ey

Автор: Beksultan Nurjekeuli

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-90-4

isbn:

СКАЧАТЬ dinledikten sonra iltifatını anladı. Ömerali, çok düşünen ve fikrini açık söyleyen açık sözlü bir kişiydi. Kazakları ağır işe alacak diye Çarın fermanına Albanların nasıl davrandığını Ömerali bizzat gördüğünü ifade etti.

      İlk önce Akjelke-Podborkop, Albanların en iyileriyle beylerini pazardaki beyaz sarayına çağırıp ‘Üç gün içerisinde savaş için ağır işe gideceklerin listesini verin! diye emretmiştir. İki üç günden sonra pazarın arkasındaki Ait tepesinde toplanıp ‘Gençleri verelim mi vermeyelim mi?’ diye istişare eden yaklaşık üç yüz dört yüz kişi, arasında Ömeken de vardı. Jamenke hemen, ‘Çarın niyeti bozulmuştur. Artık ona akıl verecek değiliz, o da fikrimizi dinleyecek değil. Çar bizi düşünmezse, Çarı dinleyen Alban’da yoktur. Kısacası, direnme zamanı geldi. Onun konuşmasının ardından Uzak devam ederek, ‘Çar sözünü tutmadı. Biz ilk geldiğimizde, ‘Kazaklardan asker almayacağız, fakat her ocağa bir som yirmi kuruştan vergi vereceğiz demişti. O verilen sözü, yazılan mektubu baba Savrık, Tezek asilzadenin evinde kendi gözleriyle görmüştür. Vaad, Allah’ın sözüdür. Kendi sözüne bağlı kalmayan Çara biz de saygı göstermeyiz’ dedi. O arada Irakımbay biraz sakinleştirmek ister gibi, ‘Gençleri vermiyoruz diyelim, tamam. Fakat hükümet asker gönderip sulh olan milleti yok ederse ne yaparız?’ demişti, Jamenke ona karşı, ‘Bizim için dönülecek yol yoktur. Versek gençler ölecek, vermesek yaşlılar. Gençler ölmesin de yaşlılar ölsün! Gençleri vermeyeceğiz, bitti! Benim diyeceğim bu! Başkasını kendiniz bilirsiniz!’ dedi. Tazabek’in torunu Avbakir de bağırarak, ‘Çar, Kazakları asker verse de yok eder, vermese de yok eder. Çünkü ona halk değil, Rusları yerleştirecek toprak gerekir. Boşu boşuna oturup ölmek yerine insan gibi savaşıp ölelim. Gücümüz yetmiyorsa Çin’e kaçıp kurtuluruz. Fakat yerin, suyun sahibinin olduğunu Çara bir hatırlatalım!’ dedi. Sonra Uzak yine bağırarak, Kazak’ın topuzla sopadan başka silahı yoktur. Öldüreceğiz diye Ruslar yerinde duramıyorlar. Silahlanalım! Pişmanlık duymayalım! Çoluk çocuk ve kadınları yarın düşmanın bulamayacağı ormana götürelim. Kazaklar hiçbir zaman birisinin toprağını almak için savaşmamıştır, sadece kendi yurdunu korumak için savaşmıştır. Düşmana karşı çıktığında cesurluk nasıl şartsa, birlik de onun kadar lazım. Eğer aramızdan birisi memleketin birliğini bozarak ihanet ederse, kendisine de evladına da acımayacağız! Buna ant içeriz!’ diye yerinden kalktığında, halkın hepsi, ‘Ant içelim! Ant! diye yerlerinden fırlayarak kalktı.

      – Eee! dedi babası, aklındaki bir şeyi hatırlayamamış gibi çatık kaşla düşünüp,

      – Çıldırmış halkı durdurmak şimdi zor olur. Yoksa Irakımbay’ın dediği gibi tehlikelidir. Gençlerin hiçbirini askerlik için vermeyeceğiz desek, ona sinirlenen Ruslar hiç birimizi sağ bırakmadan öldürebilir. Onun da savaş için bahane aramadığını kim söyleyebilir?

      – Doğru söylüyorsun! Bu, Ruslara çok iyi bir bahane olacaktır, ‘Çara karşı çıktı’, diyerek hepimizi yok ederler. Sonra Kazakları kim korur ve suçsuz olduğunu kim ispat eder? Avbakir konuştuktan sonra Saylıbay’ın oğlu Semtik, ‘Kahramanlığı sen de uygunsuz yerde yaparsın ya, zavallı’ diye küçümseyerek konuştu. Ben tam yanında oturuyordum. Yüzüne bakıvermiştim hiç çekinmedi. ‘Cesaret akıla eşlik edemez, kahramanın tevekkeline akıl eşlik edemez’ dedi imalı şekilde. Nasıl olur size göre gençleri vermemiz doğru mu? demiştim, ‘Kendinden güçlüye öfkeni değil aklını göster. Öfke, öfke çağırır, güçlünün öfkesi dediğini yaptırır, akıl ise aklı çağırır, zayıfın aklına güçlü de eğilir’ dedi.

      – Doğrudur! Onun demek istediğini ben de anladım. Gençler ölünce sadece yaşlılar ölmeyecek, çoluk çocuk, koca karı hepsi ölecek anlamında. Durum Semtik’in dediği gibi olsa ne olurdu?

      – Nasıl olsa milletin başına bela oldu, Tilevli. ‘Artık evlatları düşünmezsek mundar ölürüz’ dedi Ömerali evdekilerin hepsine tek tek bakarak.

      – Çocuklardan sadece sağ salim kalan Tazabek’in kaderi için endişeleniyorum. Sonunda karımla birlikte sizlerle danışmaya geldik. Acele oldu fakat acele etmekten başka çare kalmadı. Tek çocuk diye hiç üstüne varmadık, o da evlenmeyi düşünmüyordu. ‘Eee, nasip olsa evlenir’ diye bizde gönlümüzü rahatlattık. Oğlumuzdan torun sevmezsek, bu tehlikeli vakit oğlumun kendisini kaybedecek gibi tehlikelidir. Bu konuda sizinle biraz konuşmaya geldik.

      – Tabi ki, olur Ömeke, dedi babası Şeyi’nin oturduğu tarafa yan gözle bakarak.

      Zaten konuşmanın nedenini fark eden Şeyi bu ahvali kendi kulaklarıyla duyduktan sonra nasıl kalkacağını nasıl oturacağını bilemedi. Onu babası fark edince hemen konuyu değiştirerek:

      – Adil diye inandığımız Çar zalim oldu! dedi ah çekerek,

      – Demek Rusları kendisine yaklaştırarak onlara güzel, görkemli yerleri verdi de eskiden o yerlere sahip olan Kazakları önemsemeden bozkırı verip kenara atıverdi. Yani bahanesi, ‘Siz çiftçilik yapmayı bilmiyorsunuz’. Neden bilmiyoruz ki? Gerekirse Kazak hepsini yapar. Kazaklara güvenmiyor bu Çar, küçük görüyor. Eline silah vermeyip ağır iş yaptırması da ondandır. Birilerinin anlattıklarına göre Kazak, Uygur savaş için değil savaşa kale yapmak için gidecekmiş. O kaleyi Alman uçurursa sen savaşsan da savaşmasan da ölmeyecek misin? dedi Tilevli kendisinin de hangisine inanacağını bilmediğini belirterek.

      – Devletin politikasına uygun olur mu? dedi Ömerali Tilevli’ye yan gözle bakarak.

      – ‘Hakikat’ ve ‘Adalet’i ilk önce onlar söyler fakat sonunda ‘Hakikat’ dediği entrika, ‘Adalet’ dediği aldatmak oluverir. ‘Hakikat’ dediğin kat kat sahne perdesi gibi değil midir? Onun ilk perdesini halka gösterir hükümet ve kalanını onun altına saklar. Halk, ağzı açık ona inanır ve diğer katlı perdenin altında ne saklandığını fark etmez. Örnek olarak köpeğin de kuşun da inanacağı bir hakikati ben size söyleyeyim. Benim bu karımı tanıyan ve tanımayan kişilere ‘Bu benim karım, Tazabek bizim oğlumuz’ desem hiç şüphesiz, belgesiz herkes inanır, çünkü onun için hiç akıl ve ilmin gereği yoktur. Daha sevimsiz birisi ‘Ömerali’nin Tazabek’i oynaşından doğmuştur’ dese, ben ‘Hayır, Tazabek öz evladım’ diye haykırsam da Kalişa ağlasa da bazısı inanır bazısı inanmaz.

      – Çocukların önünde neler söylüyorsun? diye Kalişa kocasına bakakalmıştı, Ömerali de ona bakarak,

      – Ne oldu? Benden gizlediğin bir şey mi var? Korkma! Ben sana güvenmesem de kendime güvenirim, oğlan benim, dedi karısını şımartıp gülümseyerek. Sonra Tilevli’ye döndü.

      – İşte, Kazakların böyle kötü bir âdeti var, gerçeğe değil yalana çabuk inanırlar. Çünkü hakikat sert ve öfkeli söylenir, yanlış şeyler ise abartarak, aldatarak, okşanarak söylenir. İşte hepimizin söylediği fakat önem vermediğimiz cahillik dediğin budur. Sert söylenen hakikate değil, abartarak söylenen yalana inanılır. Akıl, ilim gerektirmeyen gıybet ve dedikoduya inana bilir de! Zihnin, akılla çözülecek şeylere şuuru yetmeyebilir! Ondan sonra cahil kendisini düşünür, sadece alıştıklarını yapar.

      – Evet, doğru söylüyorsun, dedi Tilevli sevinçle başını eğerek.

      İhtiyarın bu fikrini Şeyi de kabul etti. ‘Akıllı kişidir’ dedi söylediklerine hayret ederek. Milletin can kulağı ile dinlemeleri hoşuna gitti ki aksakal sohbetine СКАЧАТЬ