Ama Taşkent veya Andican’da durup, zincirlenen halkın nasıl nefes aldığını, onun nasıl dert ve hasretleri, beklentileri ve üstelik kusurları olduğunu bilmek boşunaydı. Bunun için de o çok seyahat etti ve seyahat hatıralarını yayımladı. Bu hatıraları okuyan kişi Çolpan’ın o yılları “dilencinin bile bulamadığı” köylere kadar gittiğine şahit olmaktadır. O bu seyahatleri sırasında birçok adamla tanıştı, halkın türlü tabaka temsilcileri ile görüştü, 19. asırda uykuya dalan ve henüz uyanmayan avamı gördü. Ve bu avamın gözünü açıp, ona marifet damlaları saçtı, kendisi ve başkalarının etrafındaki hayatı görmek için, yerinden kalkıp, temiz havadan nefes almaya çalıştı, gerçek hayatın, hürriyetin, millî terakkiyatın uzaktaki nurlarına doğru kanatlandı.
Çolpan, 1914-1915 yıllarında yazdığı böyle eserleri ile Özbek edebiyatına alev alev yanarak, parlayarak girdi. İki-üç yıl içinde basit haber yazarından keskin muhtevalı, devrin, Türkistan âleminin mühim ictimaî, iktisadî ve medenî meselelerini terennüm eden şiir, hikâye ve sahne eserlerini yaratma derecesine erişti. Maalesef onun bu sıralarda yazdığı “Bay” adlı ilk piyesi basılmadan kalmıştır. Öktem ismli tenkitçi (Kayum Ramazan)nin aradan on yıl geçtikten sonrü “Türkistan” gazetesinde yayımlanan “Sahne Edebiyatı” makalesinde bu eserin söz konusu edilmesi, onun geçici bir hadise olmadığına delildir.
20. asır başlarında Türk dünyasında yine bir sima meşhur oldu. Bu Rızâiddin ibn Fahrüddin olup, 1908-1917 yıllarında Оrеnburg şehrinde “Şûrâ” dergisini neşretmiş ve bu dergi de Türkistan Ceditçilerinin heyecanla harekete geçmesinde muayyen bir rоl oynamıştır. Sanat hayatı 1913-1914 yıllarında başlanyan Çolpan’ın bu gazetenin muntazam talebesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda ona iştirak etmemesi mümkün değildi.
Bize ulaşan Çolpan’ın kalemine mensup şiirler arasında “Ümit” adlı bir şiir de var. Biz bu tarihsiz şiirin:
“Kеzer edim Türkistanniŋ tağlarıni,
Türli meve bilen tolgan bağlarıni.
Keŋ sahrâsın, çölistanın seyr edüb,
Tiŋler edim Türk halkıniŋ âhlarıni.”
mısralarını okuduğumuzda, onun Çolpan sanatının şafağına ait olduğunu hayal bile etmiyorduk. Bahadır Kerim’in yukarıda söz konusu edilen makalesinden anlaşıldığına göre, “Ümit” şiiri ayda iki defa neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1914 yılına ait 10. sayısında basılmış.
Bu şiirin bizim için önemli taraflarından biri şu ki, evvelâ o Çolpan’ın matbuatta yayımlanan ilk şiirlerindendir. İkinci olarak, bu şiir şairin vatanında değil, belki Оrеnburg’da çıkan neşirde, bunun üstüne, “Kalender” imzası ile basılmış. Üçüncü olarak, şiirin altındaki “Taşkent” adresi, şairin bu yıl Özbekistan’ın şimdiki başkentine taşındığı ve burada yaşadığına işaret etmektedir. Eğer şiiri dikkatle okursak, o tabiat manzaraları tasvir edilen mısralarından sonra böyle yanık, ateşlenen bir son ile bitmektedir:
“Ayt-çi mеnge, kayda sеniŋ ötgenleriŋ,
Şarkdan Garbge şavleb akkan ulu şe’niŋ?
Küni tüni ilm üçün cânin bеrgen
Kayda ketdi, kayga uçdı erenleriŋ?”
Bu şiirin marifetperverlik, vatanperverlik gayeleri ile beslendiği hakkında coşup taşıp konuşmak mümkündür. Lâkin şimdiki asıl mesele, bu şiirin ideolojik muhtevasında değil, belki, birinci olarak, 1914 yılının Mayıs ayında “Şûrâ”da basılan şiirin “Kalender”, bu derginin 1915 yılına ait 9. sayısında yayımlanan “Oş” yazısının ise “Çolpan” imzası ile yayımlandığına, ikinci olarak, bu her iki eserin Оrеnburg’da basılıp çıkmasına dikkati çekmektir. Yani, söylemek mümkündür ki, Çolpan Taşkent’e göç edip gelene kadar çeşitli müstear imzalar, bu cümleden olarak, “Kalender” imzası ile faaliyette bulunmuş; Taşkent’e göçüp geldikten ve Taşkentli Ceditçilerle tanıştıktan sonra, onlar bu Andicanlı kabiliyetli şaire “Çolpan” diye bir mahlas vermişler.
Çolpan’ı Оrеnburg ile bağlayıcı sırlı bağlar olmuş. Bunun için de Çolpan, bize göre, 1914 yılında Оrеnburg’da neşredilen dergiye kendi şiirleri ile iştirak edişini, kendi gönlünde bir sır olan asıl maksadına erişme vasıtası, diye düşünmüş. Onun “Oş” adlı yazısının yazılış tarihi ise farklıdır. Acaba niye…
Süleyman bezzazın Oş’da da mümbit arazileri ve dostları vardı. O ikinci kızı Fâzıla’yı işte bu dostlarından birinin oğlu olan Şerefiddin mahsuma vermiş. Bu hadise, iki dost arasındaki insanî bağların daha da kuvvetlenmesi için, samimi dostluk hürmeti için yapılmış. Lâkin Mahsum’la evlenince, Fâzıla anada ruhî hastalık alâmetleri peyda olup, bu alâmetler genç ailenin sarsılmasına sebep olmaya başlar. Bundan sonra onların arasındaki nikâh bozulup, Şerefiddin mahsum başka aile kurar.
Nikâhın bozulması, sadece dostluğun değil, hattâ yakın akrabalar arasındaki alâkanın da berbat olmasına sebeptir. Ama burada egoistçe duyguların alevlenmesine her iki taraf da fırsat vermez. Dostluk devam etmiştir. Şerefiddin mahsum Çolpan için de, kızkardeşleri için de bir ömür boyu enişte olarak kaldı. Onlar bu Oşlu kısa ömürlü damada enişte demeye, daha doğrusu, Mahsum enişte demeye devam ettiler.
Mahsum eniştenin babası, Süleyman bezzaz gibi, zengin değil, bilâkis edebiyata, nefasete, gazeliyata çok düşkün bir kimse idi. Onun işte bu faziletleri oğlunda da devam etmiş. Mahsum enişte şair tabiatlı bir kişi olup, biraz gazel de yazmıştır.
Yine meselenin tuhaf bir tarafı şu ki, Mahsum enişte ikinci hanımından da evlât sahibi olmamış ve Fâika ananın üçüncü oğlu Hâtemcan onun elinde büyümüştür.
Çolpan ile Mahsum eniştenin araları ise çok sıkı fıkı olmuştur. Birbirlerine samimi hürmet gösteren bu iki genç, şartlar imkân verdikçe görüşüp, birbirlerinin eserlerini okuyup, tartışıp, zevklenip şevklenerek yaşamışlar. Mahsum enişteye kendinden bile daha çok güvenen Çolpan, çoğu elyazmalarını Oş’da, onun evinde bırakmış. Bu elyazmalarının arasında ise yayımlanmayanları pek çoktur.
Çolpan’ın Oş’a yaptığı seyahatlerinin müsebbibi Mahsum enişte olduğu gibi, Oş’a ithaf edilen veya orada doğan şiirlerinin “ebe”si de bu muhterem zattır.
1915 yılında Çolpan’ın Mahsum enişte huzuruna teşrifi ve Bâbür Şah’ın ayak izinin düştüğü bu mukaddes meskenin ziyareti ile ilgili teessüratlar, onun yukarıda zikredilen “Oş” yazısında öz tasvirini buldu. Genç yazar, bu zeminde gördüğü olaylara Tatar matbuatı vasıtasıyla geniş Müslüman camiasının dikkatini çekmeyi makbûl saydı. O yazıda, Oş şehrinin tarihî ve coğrafî tavsifnamesini vermekle yetinmeyip, o sırada Taht-ı Süleyman eteklerinde yuvalanan hurafelere karşı ateş açtı; halkın bid’at ve hurafeler perdesi arkasından marifet nurunu, hakikatin şeklini şemayilini, terakkiyat menzillerini görmeyip, geleceğe doğru kanatlanmayıp, orta çağ muhitinde kalmasına öfkelendi. Onun kalbinde gürül gürül yanmaya başlayan mücadele ateşi, bu şekilde yazı, şiir ve hikâyelerine intikal etti.
1914 СКАЧАТЬ