Название: Kara Özek
Автор: Nurcan Kuantayulı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-05-8
isbn:
“– Kendim gittim.”
“– Kendin… Kendin ne, ne, ne? Dedenin başı mı kayıptı? Onu bulmak için mi vardın oraya?”
“– Şey… Askerler toplanınca merak ettim. Ne yaptıklarını bilmek istedim.”
“– Bak sen şunun sözlerine! Askerin ne yaptığını bilmek istemişmiş, miş… Hükumete karşı çıkan serserileri durdurmak için geldi o askerler. Pekiyi, sen bunu biliyor muydun? Hey! Sana soruyorum! Seni gidi mel’un seni!”
“– Hayır…”
“– Yanında kimler vardı? “
“– Kimse yoktu. Yalnız gittim.”
“– Meydanda otobüsün penceresini kırmışsın. Arabaları yakmışsın!”
“– Kim?”
“– Sen.”
“– Ben meydanda değildim ki! Sadece Furmanov Sokağından yukarıya doğru yürüyüp meydana yetiştiğim sırada askerler tutukladı, götürdü beni.”
Şişman subay kaşlarını çattı, büyük parmaklarının arasında sıktığı kalemini masanın üzerine fırlatıp bağırdı:
“– Ne? Sen! Sen kiminle şakalaşıyorsun! Meydanda arabaları devirip yaktığını, Sovyet Hükumetine karşı lâflar ettiğini biz bilmiyor muyuz sanıyorsun ha?”
Hemen bir kâğıdı uzattı:
“– Haydi, fazla kafayı karıştırmadan şu tutanağı doldur. Aklında olsun! Yaptıklarını itiraf edersen burada fazla tutmayız seni. Evine yollarız.”
“– Ben hiçbir şey yapmadım, neyi itiraf etmeliyim ki,” dedi Haknazar.
“– Sen hiçbir şey anlamak istemiyorsun galiba! Yoksa hapiste kalmak mı istiyorsun? Söyle! Yaptığını gören şahitleri bulup suçu sana kabul ettiririz. O zaman işler senin için çok daha zor olacaktır. Demedi deme!”
“– Meydana giderken yolda tutuklandım. Hiçbir şey yapmadım, hiçbir şeyi kırıp dökmedim.”
Ama neticede tutanağı doldurdu. Mavi gözlü subayın bir sürü hakaretini dinledikten sonra nezarethaneye döndü.
Hava da artık kararmaya başlamıştı.
Haknazar’ın kaldığı nezarethanede beş-altı gencin yanında o dik saçlı esmer genç de vardı. Dediğine göre, sabahleyin ellerinde afişler ve kâğıda basılı sloganlar olan bir gurup genci görüp meydana gitmişti.
Anlatmaya devam etti dik saçlı genç:
“-İlk soruşturma bittiğinde korkunç bir şeye dönüştü. İzindeydim. Üniversitedeki işime döneli iki-üç gün olmuştu. Almatı’nın kıyısındaki Öjet’te yaşıyorum. Dün akşam şehirde, ablamın evinde geceledim. Sonra sabahleyin Brejnev Meydanından geçiyordum. Seyfullin Sokağı tarafından bir gurup genç geliyordu. Ellerinde de afişler vardı. Baktım, afişlerde “her cumhuriyeti kendi yöneticisi yönetsin” diye yazılıydı. “Bu yaptıkları nedir?” diye yanlarına gidince “Aslanım, haydi, gidelim meydana. Kazak olduğunu bu zamanda göstermezsen başka ne zaman göstereceksin ki,” dedi iri yapılı bir Kazak. Gençlerin başkanı gibi görünüyordu. Benimle aynı hızla gelen biri ne olduğunu sordu. O genç dedi ki “Konayev aksakalı görevden almış. Ona yazık oldu. Biliyorsun, Ulyanovsk mıydı? Ne denirse işte, Rusya’dan Gennadiy Kolbin diye birini getirip tayin etmiş. Onun bizi yönetmesine meydandaki gençler karşı. Biz de karşıyız. Kazakistan oyuncak değil ki! Yirmi yıl halkı yöneten aksakalı yerinden alıp yerine alakasız birisi koyacaklar. Öyle değil mi? Şükürler olsun, kendi kendimizi yönetebiliriz haldeyiz. İlk Sekreterliğe bir Kazak bulunmadı da ne demek? Bu ne rezalet! Ne yani! Kazak olmazsa bile Kazakistan’da hizmet etmiş bir Rus da mı bulunmadı? Bu nasıl bir iştir? Açıklar mısın, lütfen?” Gerçekten, onun dediği doğru. Kendimiz yönetemezsek, ne diye cumhuriyetiz biz? He, gençler! İşte, kanım kaynayınca ben de meydana gittim. Çok bekledik. Birileri konuşma yaptı. Sizler de meydanda mıydınız? Orada değildim mi diyorsun? A! Sen orada mıydın? Gördün mü? Beyaz “bökebay10” takan uzun boylu gencin konuşmasını duydun mu?”
Kanı kaynayarak, yüreği sızlayarak konuşuyordu:
“– Gerçekten, işin doğrusunu söyler misin? Kazakça okullarla kreşlerin kapanması, işçi Kazak gençlerine ev verilmediği yalan mı? Zavallı Kazaklar piston fabrikasında, Ağır Makine Fabrikasında ayakkabılarından su sızdırarak on sene boyunca çalışıyor, neticede elde ettiği yatakhanenin bir odası. Çoluk çocuğuyla o küçücük odada yaşamak bir yana, yalnızca nefes almak için çırpınmaktadırlar. Rusya’dan gelen Rus, özellikle bu fabrikalardan birine yerleşirse, yaklaşık iki-üç sene içerisinde üç odalı daire alıp çıkacak hale geliyor. Bu haksızlık değil mi? Daha da kötü durumlara şahit olmaktayız. Mesela, bugün bu olayların tümü halkın içine sinmeden bomba gibi patladı.”
Esmer genç konuştukça ferahlıyordu. Gülerek konuşmasına devam etti:
“– Haa, bu arada tanışmadık. Gemidekilerin canları birdir derler. Tanışalım gençler!”
Adını da söyledi: Aldongar imiş. Ardından nezarethanetaki beş-altı Kazak’ı kendisine çekip sarıldı. Alnını ovdu sonra:
“– Gülüyoruz, gülmesine de sivil polislerinden bahsediyorum, dedi. Olmayacak yerden bir şeyler çıkararak, cüceyi deve yaptılar ya! Serserilik yasasına bağlayıp bizi hapse atmak istiyorlar. Niyetleri bu! Evet, bu gülecek bir şey değil. Birbirinize sadık kalınız gençler. Nasılsa dayağının tadını aldık. Artık korkutsalar da dövseler de hiçbir suçu üzerinize almayınız. Hiçbir zaman birbirinizi satmayınız. Ehh, kimsede sigara yok değil mi? Köpekler! Ne dilekçe var ne de delil. Bizi böyle boşu boşuna burada tutacaklar mı?”
Sonra dalgınlaştı bir an Aldongar. Konuştuğunda gülümsemesi geçmişti:
“– Her şeye rağmen o kişi boş biri değil. Hiç boş bir insan değil. Ya özel hizmet adamı ya da gençlerin gençliğinden, saflığından faydalanmak isteyen birisi. Her ne olursa olsun, halkı, ortalığı karıştırmak için gezen bir dolandırıcıdır. Benimle ilk karşılaşan adamdan bahsediyorum.”
Haknazar’a onun konuşması ve hırıltılı sesiyle hücredeki gençlerin tümüne güç veriyor gibi geldi.
Bir gün içinde hem dayağı hem de sorgulamayı yaşayıp çaresiz kalan gençlerdi onlar. Geçici Gözaltı Merkezi’nin rutubetli zemininde oturan, sadece yarınlarının nasıl olacağını düşünen ve geleceklerinden endişelenen bu gençlerin yanında yaşı büyük olan Aldongar’ın bulunması gerçekten çok iyi olmuştu.
Hepsinin ötesinde genç olmasına rağmen şakakları beyazlamış, kabağı kalın, iri yapılı esmer Kazak’ın nezarethanedeki diğer Kazak gençlerini dövmesi çok zoruna gitti. Dövmesi СКАЧАТЬ
10
Bökebay – angora keçisinin yününü katarak dokunan yumuşacık ve sıcaklık tutan başörtüdür.