Название: Eleştiri Yazıları
Автор: Sağat Aşimbayev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-82-9
isbn:
Küçük kardeşinin ölümü Cüneyt’e çok ağır gelir. Kendisini eşinden ayrılmış kuş gibi hisseder. Artık ellili yaşlara gelmiştir. Gücünün tükenmeye başladığını da bilmektedir. Bu onun zayıflığının değil azıcık da olsa anlayışının bulunduğunun göstergesidir. Cüneyt’in iki oğlu da genç yaşta çarpışmada ölmüştür. Artık tek direği küçük oğlu Devlet’tir. Artık onu yetiştirmeye karar verir.
Düyümkara’ya iliklerine kadar kin ve nefretle dolan Cüneyt, sonunda dutarcı oğlu Devlet’i can düşmanı Düyümkara’nın üstüne salar.
İnsan içine çok çıkmayan Devlet herkesçe sevilen biridir. Diğerlerinin içinde insanlık sultanı gibidir, çok hassas ve duyguludur, kendine göre bir derinliği de vardır. Devlet’in karakteri, babasın tutsak yiğitleri acımasızca cezalandırmasına için için karşı çıkışıyla ortaya konmaktadır. Yazar, Devlet’in iç güzelliğini dış görünüşünü tasvir ederken de belirginleştirmektedir. Devlet, düşmanlarının arkasından ilk gidişinde ölür. Yanındaki hizmetçileri, babasının kahrından korktukları için, bozkırda kendi hâlinde av avlayarak dolaşan küycü Kazak’ı oğlanın katili diye tutup getirirler.
Bu tutsağın adı hikâyette belirtilmemiştir. Dış görüşü de çok belirgin değildir. Dışarıdan bakılınca dikkat çekici hiçbir özelliği bulunmayan silik bir kişidir küycü. Ancak onun nasıl bir kişi olduğu iç monologlar ve Cüneyt ile bir öbek Türkmen önünde çaldığı son küyün anlattığı felsefi düşünceler sayesinde anlaşılmaktadır.
“İnsanın ancak avuç içi kadar yerine razı olduğu zaman gönlünün zenginleşeceğini, kişinin kendi gönlü zenginleşmeden yerin de elin de genişlemeyeceğini, koparılan başlar ile saçılan kemiklerin hiçbir ele sınır olamayacağını, insanlığın temelinin merhamet olduğunu, merhametin olmadığı yerde insanlığın da bulunmayacağını, sen kimseye acımazsan sana da kimsenin acımayacağını” küycü dombırası8 ile anlatmaktadır. Bunu dinleyen herkes anlar. Zira küycünün cezalandırılmasına hiç kimsenin gönlü razı değildir. Küycü cezalandırıldıktan sonra bir Allah kulunun Cüneyt’in kapısını çalmaması da bunun delildir.
Hikâyette küycüyü yol kıyısına başı dışarıda kalacak şekilde Cüneyt ve yandaşları gömüp giderler. Bu korkunç manzarayı okuyucu da yadırgamaz. Bunun iki sebebi vardır. Öncelikle Cüneyt’in can düşmanı Düyümkara o kadar beklemelerine rağmen gelmedi. Meşhur küycüsünü bu şekilde bu şekilde gömersek bu olay mutlaka Düyümkara’nın kulağına gider. Dolayısıyla bu hakarete dayanamayan Düyümkara ne yapıp edip buraya bir uğrar diye düşünürler. Bu bozkır adamının vahşi izleminin bir görünüşüdür. İkinci olarak, küycüyü sağ salim eline gönderecek olsa başkaları yani düşmanları Cüneyt’in artık savaşma gücünün olmadığını, düşmanının önünde diz çöktüğünü düşüneceklerdi, onun onuruyla oynayacaklardı. Bu o devrin hem gerçekliği hem de tragedyasıdır.
Hikâyet, Cüneyt’in ölümüyle biter. Bununla ilgili birkaç şey söylemek lazımdır. Cüneyt’in ölümü ile küycünün akıbeti arasında sıkı bir bağlantı vardır. Küycünün etrafa saçılan kemikleri gece gündüz yaşlı bahadırın gözünün önünden gitmez. Buna diyeceğimiz bir şey yok. Çünkü o da bir insan, iyiliklerini de kötülüklerini de sürekli hatırlaması gayet tabiidir. Bozkırda kalan küycüyü kurt mu yedi, kuzgun mu yem kıldı belli değildir. Öldüğü bir gerçektir lakin Cüneyt’in ölüyü bizzat gördüğü yahut başkalarından onunla ilgili bir haber aldığına dair hikâyette herhangi bir şey yoktur. Buna rağmen küycünün saçılmış kemiklerinin Cüneyt’in gözünün önüne gelmesi sahnesi inandırıcılıktan yoksun gibi görünmektedir. Cüneyt psikolojik rahatsızlıktan ölür. Böyle bir şeyin özne ile nesnenin doğrudan bağlantısı sonucu olacağı açıktır.
Kitaptaki ikinci hikâyet “Hanım Derya Hikâyesi” adını taşımaktadır. Bu anlatıda meşhur Cengiz Han’ın hayatının son saatleri hikâye edilmektedir. “Dünyanın yarısını kuru ot gibi yerle bir eden” Cengiz Han’ın “kendi mezarını kazışı” ilgi çekici bir şekilde dile getirilmiştir. Anlatıda ilk bakışta göze çarpmayan asıl düşünce vatanseverlik düşüncesidir. Hikâyetin değeri de bu düşüncenin gerçekçi bir biçimde dile getirilmesindedir. Cengiz Han’ın gözünü toprakla dolduran hikâyenin asıl direği olan vatanseverlik düşüncesi, Gülbelcin karakteri vasıtasıyla verilmiştir.
Gülbeljin’in Cengiz Han’a yaptığı kötülük durup dururken vuku bulmuş, rastgele bir hareket değildir. Bu, kadının yüreğinde yaşattığı, yok olmakla karşı karşıya bulunan vatanına duyduğu sınırsız sevginin başkaldırısıdır. Böyle bir hareketi sıradan bir olayla karıştırmamak gerektir.
Vatanını çok seven bu şerefli kadın orada değil de başka yerde bulunsaydı bile o suikastı muhakkak gerçekleştirirdi. İşte buna hikâyeti okurken tam anlamıyla inanıyor insan.
Yazar, Gülbelcin, Cengiz Han ve Kasar karakterlerini çok gerçekçi ve inandırıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Her bir karakter inandırıcı olduğu kadar düşündürücüdür de.
Kitaptaki son hikâyet “Yarış”tır. Bu anlatı önceki iki anlatıya çok benzemez. Çünkü bu hikâyeti okurken okuyucunun “Yazar acaba burada ne anlatmak istedi?” diye düşünmesi mümkündür. Ayrıca “Olay yeni değildir, bazı şeyler de tekrarlanmıştır.” diye düşünenler de çıkacaktır. Çünkü hikâyetin olay örgüsünde halk anlatılarında rastlanan bir zenginin biricik kızını hiç kimseye vermediği için sonunda bir kele vermek zorunda kalması sarını (motifi) bulunduğu açıktır. Ancak bu eserin değerini azaltmış değildir.
Edebiyatta itibarilik kuramının yazarın gerçek niyetini anlatmasının bir yolu olarak kabul edilir. Abiş’in “Yarış” hikâyetinin olay örgüsünde de bu itibarilik mevcuttur. İtibarilik kavuz gibidir. Dolayısıyla bu tür eserlerin özüne ulaşabilmek demek yazarın amacını anlamak demektir.
Abiş, “Yarış”ta zengin Balapan’ı yüceltiyor mu veya esrik Esen’e taraf mı tutuyor? Kesinlikle hayır. Yazar, eskiden olduğu gibi bugünkü hayatımızda da ara sıra rastlanan zayıflığı ve basitliği eleştirmektedir, burada acı bir alay vardır.
Bu üç hikâyeti okurken ortaya çıkan gerçek şudur: Abiş yazarlık üslubunda hâkim bakış açısıyla iç monolog yöntemlerini çok usta bir şekilde bağdaştırmıştır.
Güzellik Olmadan Şiir Olmaz
Yakın zaman önce tanınmış edebiyat bilimcisi A. Konıratbayev’in “Devir ve Gelenek” adlı makalesi yayımlandı. Yazılış ilkesi ve makalede gündeme getirilen bazı meseleler, bizdeki bazı fikirlerin de dışa çıkmasına sebep oldu.
Öncelikle gazete sayfalarında devam eden bu müzakere, genç şairlerin önemli meselelerini gündeme getirdiği için tam zamanında ortaya çıkmıştır. Çünkü yeni, bilhassa son yıllardaki şiirimizin öncü, orta ve son kuşak temsilcileri ciddi eleştiriye ve kılavuzluğa muhtaçtır. Bu açıdan bakıldığına A. Konıratbayev’in yazısının -ateşe su taşıyan karıncanın çabasına benzemesine rağmen- önemli olduğunu düşünüyorum. Makale, doğru hedefe yönelerek iyi СКАЧАТЬ
8
Dombıra, bağlamaya benzeyen, mızrapsız çalınan, iki telli Kazak millî çalgısıdır. (Çev.)