Название: Eleştiri Yazıları
Автор: Sağat Aşimbayev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-82-9
isbn:
Tölen’in bu kitabını sanat ufkuna yapacağı yolculuğun başlangıcı olarak görüyoruz. Peki, gidişat nasıldır? Bunun üzerinde duracağız.
Hikâye türü üzerine yazılıp çizilenlerin ardı arkası yoktur. Bu konuda çok çeşitli düşünceler bulunduğu da malumdur.
Kısa bir metinde büyük meseleleri gündeme getirmek, hayatta ara sıra karşılaşılan uygunsuz durumları cesurca yermek hikâyenin tabiatını aykırıdır demek doğru değildir.
Bu açıdan bakıldığında Tölen’in kitabı üzerinde durmaya değer bir eserdir. “Ufuk” kitabından bazı çıkarımlar yapmak mümkündür. Sözgelimi bazı hikâyelerde idrak, yazar düşüncesi ve insani bir ses var. Buna “Konuklar” ve “Kafatası” hikâyelerini örnek gösterebiliriz.
İki hikâye de entelektüellerin hayatıyla ilgilidir. Yazarın kahramanları yaşça kendi akranları sayılacak kişiler. Birinci hikâyede doğup büyüdüğü yere gelen entelektüelin “entelektüellikleri” anlatılmaktadır.
Hikâye sahneyi sadece göz önünde canlandıran değil, aynı zamanda gönülde ve yürekte derin izler bırakan ayrıntılarla doludur. Sapabek’in hikâye anlattığı anlar, “ufacık kıymık gibi bir minderin üstüne nasıl oturacağını bilmeden kâh ellerini yere dayayıp kâh yanına dayanan; milletin anlattıklarını anlamayarak sessiz sessiz yüzlerine bakan” Toma’nın durumu gibi ayrıntılar…
Hikâyede, canlı, boyu boşu yerinde, safdil, merhametli baba Ğabılbek; şarkıcı delikanlı Aspandiyar gibi gerçek ve inandırıcı kahramanlar vardır.
Başkahraman Sapabek, dünyanın her yerinde bulunmasa bile birçok yer dolaşan; tatil yapacak, gezip dolaşarak eğlenecek vakti ve imkânı bulunan; memleketinde her gün defalarca oğlunun selameti için dua ederek Yaradan’a yalvaran, enikonu yaşlanmış ana babasının yanında bir gece olsun gecelemeye vakit bulamayan bir delikanlıdır.
Öz evini özlemeyen kişi, öz yurdunu da hiçbir zaman özlemez. Yurduna beslediği sevgiye bakarak da kişinin nasıl biri olduğunu anlamak mümkündür. Öz vatana beslenen sevgiden, öz millete beslenen büyük sevgi doğar.
Hikâyede anlatıcı yazar Saparbek’in karşısında olduğunu açıkça göstermektedir. Anlatıda gözle görülmediği hâlde bağırıp duran bir ironi hâkimdir. Bu, “okumuş, öğrenmiş” delikanlıya yönelik bir ironidir. Hikâyedeki insani ileti de bu sayede ortaya çıkmaktadır.
Tölen’in “Kafatası” hikâyesinin de ciddi iletiler içeren ve okuyucuyu derinden etkileyen bir anlatı olduğu kanaatindeyiz. Bu eser, Abdikov’un karakter yapma beceri ve başarısını da göstermektedir.
Anlatıda Hamit adlı heykeltıraşın portresi çok başarılı bir şekilde çizilmiştir. Hamit, eski dönemlerde yaşamış Javbörü adlı baturun heykelini yapmak niyetindedir. Ancak baturun gerçek portresini ortaya koyamaz. Görenlerini düşüncesine göre yaptığı heykelin Javbörü ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bundan sonra heykeltıraş bu işi beceremeyeceğini kabul eder.
Müellifin başarılı olduğu nokta, hikâyenin ulaştığı son estetik çözümüdür. Hamit’in baturun yüzünü ortaya çıkaramaması hikâyenin gerçekçiliğini artırmaktadır.
Sanat eseri, manevi sevginin en yüksek görünüşüdür.
Hamit ise böyle işe gönlünden ve yüreğinden geldiği için değil, tarihçi bir arkadaşının “meşhur olursun, ödül alırsın” tavsiyesi üzerine girişmiştir. Ayrıca öz ulusunun geçmişini iyi bilmiyor, geçmişini merak edip tarihini öğrenmiyor da. Tarihe özensiz ve dikkatsiz bir bakışla yaklaşıyor. Böyleleri ise ulusun tarihini bilmedikleri için bu ulusun içinden gerçek bir ihtiyaç sonucu çıkmış Javbörü gibi baturların ruhunu da anlayamazlar. İşte hikâyedeki örtülü ileti budur.
Hikâyede ihtiyar ağzından şöyle bir gerçek de dile getiriliyor: “Javbörü son seferine çıkmadan önce yakınlarını toplayarak ‘Kazak halkı diriyken kadrimi bilmedi, öldükten sonra da üstüme türbe yapayın.’ demiş. Mübarek adam geleceği görmüş demek ki. Lakin bu baturların ruhunu yükseltmeyi amaç edinmeyen kişi, gidip nerede sultan olabilir ki diye düşünüyor insan… Baturun ot basmış kabri bugün Kalmakkırğan’daki bir tepenin üstündedir. Muhasip Ermekbay ise bıldır ölen babası için süslü bir kümbet yaptırdı. Gördün mü?” İhtiyarın portresi akılda kalacak biçimde, çok tabii olarak çizilmiştir. Bu da yazarın bir başarısıdır.
Kitaptaki üçüncü hikâye “Reyhan” adını taşıyor. Bu anlatı çok önceden yazılmışa benziyor çünkü edebî renk bakımından solgun. Tölen bu hikâyede kendisini yalın tahkiyeye kaptırmıştır. Buradaki kahramanlar da inandırıcı değildir. Hikâyedeki en büyük eksiklik ise kahramanların davranışlarının gerekçelerinin zayıflığıdır. İşte bu yüzden Dameş ve Reyhan’ın yaptıkları okura inandırıcı gelmiyor.
“İki Buluşma” ve “Sendiköl” hikâyeleri de oldukça basittir. Bildik olay ve olay örgüsünden ileri geçemiyor bu anlatılar.
Tölen’in hikâyelerinin dili güzel ve anlaşılır, anlatımı akıcı. Bu iyi bir özelliktir. Ancak yazar bazen oldukça itici kelimelerle lüzumsuz bir tahkiye işine girişiyor. Bu özellikle son iki hikâyede vardır.
Bizim edebiyat ortamında görülen bir hastalık vardır. O da olmadan oldum diyerek mevcutla yetinmek, ilerlemenin yolunun arayış olduğunu unutmak, yükselmenin bilgiden geçtiğini hatırlamamak. İşte sırf bu yüzden bazı yazarlar on yıl önceki seviyesinde kalmaya devam ediyor.
Son olarak şunu söylemek istiyoruz: Tölen böyle bir ruh hâlinden uzak olsun! Onu sonraki kitaplarında yeni edebî zirvelerde görmek istiyoruz.
Dala Balatları
Genç yazar Abiş Kekilbayev, nesir sahasında iki kitabın müellifidir. Bunlardan sonuncusu “Dala Balatları”dır. Bu kitapta değişik temleri işleyen üç hikâyet (povest’ / novel) yer almaktadır. Yazıda bu hikâyetler söz konusu edilecektir.
“Küy”7 adlı hikâyet, bir küycünün hayatını konu edinmektedir. Müellif bu hikâyette, çok eski zamanlarda hayatını küy çalarak geçiren masum bir insanın feci bir şekilde ölmesi vasıtasıyla devrin tragedyasını gözler önüne sermek istemiştir.
Hikâyetin olay örgüsü, eski zamanlarda komşu Kazak ve Türkmen avılları arasındaki sebepsiz anlaşmazlık ve ezelî düşmanlık üzerine kurulmuştur. Sözgelimi biri diğerinin malını mülkünü gece çapul ederken, ertesi günü o diğeri de onun malını mülkünü yağlamaktadır. Bundan dolayı kan dökülmekte, suçlu suçsuz demeden bir sürü insan ölmektedir. Bu karmakarışık dönemde bir Kazak küycü tutsak düşer. Kısacası olay örgüsü budur.
Şimdi hikâyetteki başlıca kişiler üzerinde duralım:
Cüneyt ve Kökbörü kardeşler, Türkmen avılının önemli güçlü bahadırıdır. Bunlara azılı demek de yanlış olmaz. İkisi de gece gündüz kimin için dolaşıp durduklarını bile bilmezler. İki bahadırın dış görünüşleri başka olduğu gibi karakterleri СКАЧАТЬ
7
Küy, Kazaklara özgü, sözsüz bir müzik forumudur ve daha çok dombıra ile icra edilir. (Çev.)