– Gül-şa-an… – diye acıyla çıktı sesi. Ama bunu duyar duymaz “tak” diye vurdular. İlğuca külte gibi arkaya doğru gitti, ondan sonra yine sürüklediler. Vay, ne görsün: “İlğuca’yı iple sıkıca bağlamışlar. Kımıldaması mümkün değil zavallının. Birden Gülşan’ın aklına bir fikir geldi: “Çamaşır ipi Seğize Abla’nın bıraktığı çamaşır ipi.” Kendisi bile fark etmeden:
– Niye, adamın ipini aldınız? – demez mi? Delikanlılar kah kah güldüler. Gülşan onların birini bile tanımıyor, daha doğrusu, onların yüzü görünmüyor. İşte aralarında “r” harfini tam söyleyemeyen peltek deminden beri kaldırıp şişe ağzını emen arkadaşına yöneldi:
– Ve-sene, Vadik, içkiyi biy sen lıkı-datıyo-sun, bu adil değil.
İşte peltek içince dile geldi:
– Ya, yiğitçik, çamaşıy ipini tanıyınca, sazan yetişti demek.
Ağzından kan tüküren İlğuca hâlâ onlara sesleniyor.
– Yiğitler, sizin için şu an iyi ama, hesap verme zamanı da gelecek. – Onun sesi soğuk ve sert yankılandı. İlğuca devam etti. – Ben, öğrenciyim, bütün tıp fakültesinin yiğitlerini toplayacağım, amma sizi bulacağız. O zaman, peltek, “ha” deyinceye kadar senin ensene çökeriz.
Bu konuşma yiğitleri ayıltır gibi oldu. Ancak onlar kötülüklerine devam etti. Vadik denileni bir yerden bıçak getirip çıkardı ve bağlı olan İlğuca’nın çenesine dayadı:
– Sen, sefil, bizim ensemize nasıl çökeceksin ki? – diyerek imalı bir şekilde gülüp içki kokusunu üfledi İlğuca’ya. Biz şimdi öbür dünyaya senin ardından gitmeye hazırlanmıyoruz. Ha-ha! – Ondan sonra yine vurmak için elini kaldırdı ama bu kez, İlğuca yana çekildi.
– Bağlı birini dövmek erkeklik değil! – dedi o.
Yiğitlerden diğer ikisi bir iki adım kenarda sessizce duruyor, onlar söze katılmıyor. İşi peltek azdırıyor:
– Biliyo musun, sefil, biz senin küçük hanımı gözünün önünde soyup, bu-ada şimdi sı-adan geçi-i-iz! Bu biy, ikinci ola-ak dilini tutmazsan, ikinizi de asa-ız.
Bu ana kadar afallayıp kalmış olan Gülşan birden ağlamaya başladı.
– Bırakın bizi, lütfen!… Bizim ne suçumuz var? Biz birbirimizi seviyoruz. Evet seviyoruz… – diye yalvardı kızcağız çırpınarak. İlğuca da biraz duygulandı ama boğazında düğümlenen şeyi güçlükle yuttu ve:
– Onlara yalvarma Gülşan, – dedi. Tamamen sakinleşti: – Onlar hayvan, sadist.
Peltek, imalı güldü.
– Hey, ne diye hayvanlay, sadistley diyo-sun? Demek öyle… – O birden gelip Gülşan’ın bluzunu çekip indirdi. – Vadik bu sazan daha önce senin elini ısı-mıştı, haydi başla, sen bi-incisin. Sana büyük hürmet! Tatlı ıyızık!…
İlğuca ipten kurtulmaya çalışıyor ama çok sıkı sarmışlar. Ancak, garajın köşesinde uygun bir demir görünüyor. O, Gülşan’a yaklaşmaya çalışıyor ama doğrulup bakmaya çekiniyor, onun Gülşan’ı iki eliyle yırtık bluzunun uçlarını birbirine tutuşturup göğüslerini kapatmaya çalışıyor.
– Gülşan, Gülşan – diyerek acımaktan başka bir şey yapamadı yiğit.
E, bu, göz açıp kapayana kadar oldu: Onun Gülşan’ını peltek aniden çamurlu yere yatırdı. Kız debeleniyor, ama kaçmasına imkân yok. Görüyor İlğuca: Vadik denileni, sarhoşluktan sallana sallana, pantolonunun kemerini çözüyor. Ya yer yarıldı ya da göğe yükseldi onu İlğuca hatırlamıyor, bu ana kadar hiç olmadığı kadar öfkeli bir sesle bağırdı:
– Dokunmayın ona!! Dokunmayın!… Beni asın, beni öldürün, gerekirse beni kesin, tek ona dokunmayın! – İlğuca ya ağlıyor ya da bağırıyor, kendisi bile onu anlayabilecek hâlde değildi. Bağlı olsa da, sarhoş Vadik’in yoluna boylu boyunca düştü, diğeri bunu beklemiyordu, sonra, birden itti, düşen İlğuca’yı Gülşan belinden kucaklayabildi, tekmelense de o, sevdiğine o kadar sıkıca yapışmıştı ki, vinçle bile çekip alınabilecek gibi değildi. İlğuca kurtulmak için bir yol aradı. – Ben size ne isterseniz veririm, – diye bağırdı gitgide kısılan bir sesle. – Sadece bizi bırakın! Dokunmayın bize, biz birbirimizi seviyoruz! Anlıyor musunuz? Seviyoruz! Bize birbirimizden başka dünya yok. Dünya yok!… – Bu kadar yalvardığına kendisi bile şaşırdı çok üzülen delikanlı. Ondan sonra ne kadar gücü varsa o kadar güçlü bir şekilde üstlerine doğru gelen pelteğe bağırdı.
– Gi-it, yaklaş-ma, gel-me gel-me-e!!. Ha-şe-re-ler. Öl-dürü-rüüm!!!
Aslında nasıl öldürecek ki, bağlı. İşte bu çaresizlikten söylenen endişeli sözden gök kubbe mi çalkalandı yoksa kare bina tarafına bir arabanın gitmesinden mi şüphelendiler, Gülşan ile İlğuca’yı ayağa kaldırdılar.
Bu ana kadar konuşmadan sadece kenarda duran iki kişiden birisi, güvercin sesi çıkararak hastalanmış gibi bir sesle konuştu:
– Hey, centilmenler olmuyor ki böyle, bunun gibi bir kızı çamurda yatırmak olmaz. Pamuk döşekler bitti mi ya? Olmaz, olmaz!… Haydi kavalyenin ellerini çözün!
Peltek bu emri “ha” diyene kadar yerine getirdi. Hatta Vadik denileni Gülşan’ın eteğini de çırpmayı düşündü, eli çözülen İlğuca ona vurmaya yeltenip bağırdı:
– Yaklaşma diyorum! – O, şu anda kendisini kontrol edemiyordu.
– Sakin, sakin davranın centilmenler! Birbirimize hürmet etmemiz gerek!… – deyip memnun bir şekilde kahkaha attı güvercin sesli. – Kavalye doğru söylüyor, yaklaşma, onun mülkiyeti yani. Bir kez daha kulağına sok; kim, yiğit doğru bir laf etti. Ne istiyorsanız, onu veririz, dedi. Doğru mu, gençler, yanılmıyorsam? Kavalye, sen de doğrula şimdi!
İlğuca’ya baş sallamaktan başka çare kalmadı.
Uygun bir zaman bulup, üstündeki kısa kollu gömleğini çıkardı ve tir tir titreyen Gülşan’a hemen giydirdi. Diğerleri seslenmedi, bundan faydalanarak İlğuca, Gülşan’ı omuzlarından tutup, yavaşça kendine çekiverdi. Bunların pençelerinden nasıl kurtulmak gerek. Oraya şimdi…
O anda peltek kenarda duran güvercin sesliden sigarasını yaktı.
– Evet, doğyu tahmin ediyo-sun şef! – diyerek geri döndü.
– Evet, aferin! Bu kavalyeyi ben çok beğeniyorum. Haydi onları ışığa alıp çıkın!
Hâlâ yağmur çiseliyor, ancak metruk garajdan aydınlığa çıkınca, İlğuca da Gülşan da birazcık nefes aldı. Ne de olsa, buradan kaldırımın arası yakın. İlğuca içinden düşünüyor: “Ne yapacaklar ki şimdi? Boş yere göndermezler. Gülşan’ı nasıl kurtarmak gerek. Kendim neyse…”
Telefon СКАЧАТЬ