Ses Rengi. Marhabat Baygut
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ses Rengi - Marhabat Baygut страница 3

Название: Ses Rengi

Автор: Marhabat Baygut

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-40-4

isbn:

СКАЧАТЬ iter gibi oldu. Derhâl tekrar atılmak istedim. Ama yapamadım. Önümde tehdit edercesine gülümseyerek duruyordu Kanşayım. Gerçek de, rüya da bitmişti böylece…

      – Affedersin, bir anlık zayıflıktı, dedi o. Keten çantasından mendil ve bir şeyler daha çıkarıyordu.

      – Sen de keten çanta edinmişsin, dedim ben de bir şey olmadığını özellikle vurgulamak istercesine. – Modayı takip etmezdin.

      – Kullanışlı ve sade olunca ilgimi çekti.

      Ne demem gerekiyor? “Bir anlık zayıflık”. Yani deminki olağanüstü masal sadece bir an mı devam etti? Olamaz. Neden çok kısa sürdü? Tüh!..

      Bir daha yokuş çıkıyoruz. Hiç olmazsa kendisinden söz eder artık. Neden yaygın eğitime geçti? Neler yaşadı? Hepsini anlatır herhâlde. Az önce boynuma, benim boynuma sarılıp hüngür hüngür ağladı ya.

      Fakat o hiçbir şey anlatmadı.

      Dar sokağın bitişinde vedalaştı. Kiraladığı eve doğru giderken tekrar durdu.

      – Orhun Türkçesi öğreniyor musun? dedi. Karanlık bastırmaya başlamıştı. O, eski ve tarihî yazıtın arasından çıkagelen esrarengiz bir kız gibi korkunç gözüktü bir an. İkimiz dar bir sokakta değil, Yenisey Irmağı boyunda veya Angara’nın yatağında duruyor gibiydik. Yükselen rüzgâr kızın koyu saçlarını savuruverdi.

      – Orhun ve Yenisey yazıtları ile ilgili etkinlik yapacaktık ya, unuttun mu? dedi o, sivri uçlu demir çitlerin yanında durup. Miğferli, mızraklı askerler tarafından çevrelenmiştik sanki.

      – Gündüz bölümünde okuyanları da davet edeceğiz, iyi hazırlan.

      – Kağan olurtum. Kağan olurup çıgan budunug bay kıldım, dedim ben miğferli, mızraklı ablukadan, korkunç çevreden şakayla çıkma isteğiyle… “Kağan oldum. Kağan olup fakir halkı zengin yaptım” denen cümlelerdi, metinden ezberlemiştim.

      Ben öylesine söylemiştim. O ise biraz düşündükten sonra:

      – Gerçekten de zirvedeydin. Teşekkür ederim, dedi.

      İşte, bunlar böyle yaparlar, böyle. Şimdi sevinmiş görünüyor, han yapıp yüceltiyor, övüyor. Gün gelince de alay edip gülecektir.

      Benim aniden moralimin bozulduğunu hissetmişti. Tekrar yaklaşıp sıcacık avucuyla kılları diken diken olan yanağımı okşadı.

      – Tün udumadım, küntüz olurmadım, diye oynayarak evine doğru yürüdü. Atalarımızın yazıp bıraktıkları “Gece uyumadım, gündüz oturmadım” cümlesini tekrar ederek eve dönüyorum. Tabii ki şaka yapmıştı, ama içinde alayın da olmadığı söylenemez.

      Yine de ben ona kızamam. Ne gizemi varsa beni çok kolay peşine takıp götürür. Kendisi pek bir şey anlatmaz, ama bana anlattırmadığı kalmaz. Bağırsaklarımın kıvrımlarına kadar bilen bitirim olup çıkmıştı. Laftan laf çıkarıp bazen de didiklediğini, eşimi de çok sorduğunu fark etmiyor değilim.

      Yaygın eğitime gitmenin ne kadar zor olduğunu ancak dışarıdan okuyan bilir. Dekan Bey bilmez onu, bilmek de istemez. Örneğin, bana gelelim. Sekiz yıllık okulda öğretmenim. Şu şehre değil, trene bineceğim istasyona ulaşmam için yarım gün gerekir. Tren istasyonuna ulaşmak zor, ama okuldan çıkabilmek daha da zordur. Davet yazısını okul müdürü değil, eğitim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı takdim eder. Öylesine takdim etmez. Okulun yarısını yakmış birine bakar gibi mosmor kesilerek takdim eder. “Okula gidip gitmemen benim ellerimde” dercesine yapıştırıcı ile yapıştırılmış gibi sımsıkı sıkılmış dudakları ile imalı imalı konuşur. Üniversite sınavlarına hazırlık için ek zaman vereceğine müdür yardımcısı yığınla ek ödev verir… “Çocuk” der. Üniversiteden davet yazısı geldiği andan gidene kadar “çocuk” oluveririm. “Çocuk, şehre gideceksen Saymasayev’in, Baymusayev’in, Barmakov’un odalarını bir düzene sok da git”. “Çocuk, edebiyat grubunun sıradaki ve daha sonraki derslerinin tamamının programını hazırlayıp duvar gazetesi yarışmasını düzenlemezsen sınavlarının tümü yaza kalır”. “Çocuk, iki üç gün geç gidersen bir şey kaçırmazsın, Noel partisinde Noel Baba ol da git”.

      Müdürümüz kötü bir insan değildir aslında. Ancak çoğu zaman sovhoz2 ve ilçenin işleriyle meşgul olur. Partiye, ilçe kuruluna gönderilebileceği söylentileri vardır. Yükselecekse onun gibiler yükselsin. Çünkü karşılaştığın an samimiyetle:

      – Sen daha buralarda mısın? der. Böyle sorması bile insanı derslere katılıp bir iki sınavı vermişsin gibi sevindirir. Ardından kem küm edersin:

      – Daha buralardayız. Müdür yardımcısı görev verince…

      – En tuhaf adamdır kendisi. Peki, yarın bana uğrasana.

      Ertesi gün yerinde bulamazsın. İlçeden gelirken bir daha karşılaşırsın.

      – Sen daha gitmedin mi?

      – İzin alamadım.

      – Gelsene, gel, der Müdür.

      Ancak o günün ertesi günü, bazen iki üç gün, bazen de beş altı gün gecikerek yola çıkarsın. Yüksek yüksek tepeleri arkada bırakırken dönüp dönüp köyüne bakarsın. Tabii müdür yardımcısına kıyamamaktan değil. Ondan değil, ama onu da suçlamamak gerekir. Sekiz yıllık okulun işleri kolay değildir. Müdür yardımcımız Saymasayev, Baymusayev gibilere sözünü pek geçiremez. Onlar yaygın eğitime gitmiyorlar. Dolayısıyla yılda iki defa üniversiteye gitmelerine gerek yoktur. Çalışacakları kadar çalışmışlar zaten. Göreceğimizi gördük demezler ancak. En ufak bir şeyde okulda geçirdikleri otuz, kırk yıllarını saymaya başlarlar. Fakat, o otuz yıl ve kırk kış nasıl geçti, neler kazandırdı, ne tür başarılar getirdi? Onları hiç hesap etmezler.

      Yüksek yüksek tepelerden geçerken ilk önce düşündüğün kendi sınıfın olur. Dönene kadar pek çok öğrencinin ilerlemek yerine gerileyeceğinden eminsin çünkü. Bunu düşününce müdür yardımcısına olan kızgınlığın biraz geçer gibi olur. Sınıfından sonra kendi çoluk çocuğunun endişesine kapılırsın. Büyüğe aldığımız botun astarı ince gibi idi, soğuk mu geçiyor, dün gece epey öksürdü. Küçük sağlıklıdır, annesi olmasaydı…

      O zaman kış sömestrine gitmiştim. “Bizim için endişelenme. Sınavlarını güzelce ver. Döndüğünde kucağımda oğlunla karşılıyor olacağım” demişti. Bizim bölgenin kışı çok sert değildir. Fakat soğuk olunca da her şeyi ve herkesi dondurur.

      Öyle günlerin birinde eşimin sancısı tutmuş. Köydeki tek arabanın da benzini bitmiş. Çaresiz kardeşimle ikisi iki ata binip dağı geçmişler. Dağdan iner inmez yengesi zar zor attan inmiş, indiği gibi de bebeğin ağlama sesi duyulmuş.

      – Bıçak lazım, bıçak! demiş yengesi.

      – Yok bende, yok yenge! diye ağlayıvermiş kayınbiraderi. Bıçağımı çoban almıştı. Aşağı köye doğru ineyim…

      Kayınbiraderinin СКАЧАТЬ



<p>2</p>

SSCB döneminde tarımsal üretim yapan devlet çiftlikleri