Ses Rengi. Marhabat Baygut
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ses Rengi - Marhabat Baygut страница 20

Название: Ses Rengi

Автор: Marhabat Baygut

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-40-4

isbn:

СКАЧАТЬ biralarını kafalarına diktikleri hâlde kalakalmışlar. Çocuklarından destek istemek için Karadağ’ı geçip Janatas’a kadar giden zavallı Kamıtayak Kanım-kül boşuna masraf yapmış, yorgun argın zor dönmüş.

      Ürpekbay ürpermiş. Yine de belli etmek istemeyip Stalin’i hedef aldığı gibi arabaların hiçbirini beğenmeyip burnu havalarda oturuyormuş. Bırak yarısını, çeyreğini bile ödeyecek hâlinin olmadığını kabul edecek gibi değilmiş.

      Yelemes’in evine üçüncü günün gecesinde uyku saatlerinde iki genç adam gelmiş. İsteklerini üstü kapalı iletip tekliflerini fısıltıyla söylemişler. Kısacası arabayı kendisi alıyorsa ne âlâ, ancak öyle bir düşüncesi yoksa hakkını bu iki kardeşinden birine versinmiş. Üstüne üç bin somu hemen şimdi bırakırlarmış. Yeleken öyle düşünmüş, böyle düşünmüş. Oflayıp puflamış, tansiyonu yükselmiş ve bir, iki gün içerisinde cevap vereceğini söyleyip yatağa uzanmış.

      Sıpatay, abdest almaya dermanı yok, siyah ibriği bir yanda, kendisi diğer yanda otururken ona da Şarkakpalı fosfor madeninde çalışan bir delikanlı uğramış. Genç adamın ne dediğini, ihtiyarın ne cevap verdiğini net bilen kimse yok. Sonuç itibarıyla ertesi gün Sıpatay bahadıra seksen yıllık yaşamında bir defa nasip olmayan tatil paketi gökten inivermiş ve Evliyata yakınındaki kaplıca evlerine doğru yol gözükmüş. Madendeki ağır aracın sahibi hafif araçla gelip götürürken çarpık bacak karısı dört toklu ile tek keçenin arasında elini sallayıp kalakalmış.

      Aradan iki gün geçer geçmez Yelemes ihtiyar iki bin somu uçkuruna gizleyip yakınlardaki bankası olan ilçeye doğru yolculuk yapmış.

      Bu köyün beş ihtiyarı bir araya gelmeyi, sırlarını paylaşmayı bıraksalar da tüm sırlar geçen senelerde Bilikgöl’ün kimya fabrikasının atıklarından katliam olan balıkları gibi her şey su yüzüne bir bir çıkıyordu.

      Dördüncü gün olmalı, Ürpekbay ihtiyara da sıra gelir. Okulda öğretmenlik yapan Yensebek evine yemeğe davet eder. Soğuk yüzlü, hastalıklı görünen ve selamlaşır selamlaşmaz sırtını dönme alışkanlığına sahip bu öğretmenin evinde o güne kadar hiç bulunmamış meğerse. Bir köyde oturup nasıl olur da bir kez bile ayak atmamış! Bu zamanda bunun gibi ilginç şeyler çok yaşanır. İşte şimdi o eve doğru gidiyor İkinci Dünya Savaşı gazisi, büyük lider Stalin’in gerçek düşmanı Ürpeken. Yensebek’in kapısının önü tertemiz parlıyor, tıpkı göl yılanları daha şimdi yalayıp gitmişler. Kendisi desenli takke giymiş, iki elini birden uzatarak selamlaştı. Göle bekçilik yapan büyük oğlunun elinde havlu. Genelde yan bakan ve içindeki çirkinlik yüzüne vuran bodur gelin de pek çirkin görünmüyordu.

      Evine girenin çıkmak istemeyeceğini söyleyenler haklıymış.

      – Masaya mı oturalım aksakal? dedi Yensebek. – Yoksa yer daha mı iyidir?

      Ürpeken biraz düşündü ve:

      – Masaya oturmayı da bir deneyelim, dedi kendisi de beklemedik davranış sergileyerek.

      – Şunlara ne dersiniz? dedi öğretmen. Başkent votkası ile Stalin’in köyünde üretilen konyak az değil.

      – Çocuklarımın hepsi içer. Ben bırakalı çok oldu, ama bugün içeceğim, dedi Ürpeken. – Şu Cugaşvili konyağından koy bakalım.

      Yensebek boşu boşuna ağırlamaz kimseyi, kendince yaptığı hesabı kitabı vardır elbette. Evet, bildiğimiz araba meselesidir.

      – Çocuklarımın hepsi alkol düşkünü, alkolik, dedi Ürpeken ikinci veya üçüncü kadehten sonra biraz daha açılarak. – Bunun nedenini şöyle düşündüm, böyle düşündüm ve sonunda kendimi ve Cugaşvili’yi sorumlu buldum. Savaşta başından sonuna kadar içki ve ispirtoda yüzdük resmen. Koy ve iç, koy ve iç. Öyle olmuştu. Oradan gelip şu Şarkakpa’nın ağzına kadar içki dolu fıçısına daldık. Öyle birinden adam gibi bir çocuk doğar mı ki? İçkiyi döke saça veren Cugaşvili mi suçlu, yoksa düşünmeden kafasına diken hayvan Ürpekbay mı suçlu? Onu Allah’tan başka kimse bilemez…

      Oturma uzun sürmedi. Yemek yendikten sonra Yensebek direkt arzusunu dile getirdi:

      – Ürpeke, yalakalık edecek değilim, mesele sizin de tahmin ettiğiniz gibi araba meselesidir. Sizinle fazla alışverişimiz yoktu. Nedense hiç boş vakit bulunmaz, düşündüğümüz genç nesil olunca. Ür ağabey araba alacak durumunuzun olmadığını çok iyi biliyoruz. Elinizdeyken bize bir iyilik yapıp hakkınızı bize doğru atıverin. Parasını biz öderiz, arabayı siz almış olursunuz. Vekâletname düzenleriz, geri kalanını ben ayarlarım. Bizde kötü niyet yoktur bilirsiniz, ağabey kardeş olalım sizinle. İsteğimiz budur Ür ağabey!

      – İyi, iyi kardeşim, dedi Ürpeken sarhoşluğundan hemen ayılarak. – Senin gibi kardeş bulursam daha ne isterim? Araba dediğin nedir… Al, tabii al. Dediğin gibi olsun kardeşim…

      Yensebek bir daha doldurdu. Ürpeken kaldırmadı. Kibarca gülümsedi sadece.

      Bir tek Arzımbet aksakalı kimse rahatsız etmedi. Daha önce başkanlık yapmış olduğundan millete pek belli etmese de yorganının altında bolca para sakladığı, üstelik başkentte bilim adamları olan çocuklarının bulunduğunu düşünerek zahmet etmeye gerek kalmadığını düşünmüş olmalıydılar.

      Böylece Şarkakpa Köyü’nün Arzımbet ve Ojan dışındaki gazilerinin tamamının değeri artarak baş üstünde tutulmaya başlamış, yaşam koşulları beklenmedik bir anda değişivermişti. Kendilerinin o kadar değerli bulunup başlar üstünde tutulacakları rüyalarına bile girmemişti.

      Aradan bir ay kadar zaman geçti.

      Sıpatay bahadır ılık su ve çamurla tedavi eden tatil evinde yirmi üç gün dinlenerek değneksiz döndü. Rüzgârdan koruyup binek arabayla getiren de aynı delikanlı oldu. Köye yaklaştıklarında Konırdağ’ın alt tarafındaki yassı taşın yanında durup “Araba benim değil, senin olacak” cümlesini içeren yazı yazdırıp imzasını attırmış. İhtiyar kocasının değneksiz yalpaladığına sevinen Kanımkül Hanım dört toklunun birini kestiriverdi.

      Köyün kenarındaki tepede sahil ayrığı yeşermeye başladı. İnsan oturmayınca öyle olurmuş. Yine de sonbaharda yeşermesinin hiçbir anlamı yoktu, toz ve topraktan biraz uzakta bulunan tepenin durumunda bir iyileşme olmadı. Arada bir Ojan, bazen de Arzeken o tarafa doğru yönelir, ancak yarı yoldan geri dönerler. Yeleken apandisit olmaya da zaman buldu, az kalsın ölüyormuş. Ürpeken’i Yensebek öğretmen, ağabeyi tayin edip bazı akrabalarını gezdirmiş.

      Aradan birkaç gün daha geçip Konırdağ’dan hızla aşağı dökülen doğal kaynak suyun büyük bir kısmı göle aktığı anlarda Şarkakpa’ya kötü bir haber ulaştı. Yaşlı adamların hepsi endişeye kapılıp onların etrafında dolaşanların elleri ayaklarına dolaştı. Ne diyelim, gazilere, daha net söylersek İkinci Dünya Savaşı’na katılanların tamamına araba tahsis edileceği meselesine değişiklik getirilmiş. Ülkemizin içinde bulunduğu çok zor ekonomik ve diğer durumlar nedeniyle bu mesele askıya alınmış, belirsiz bir süreye, belki beş yıla, Büyük Zafer’in ellinci yılına kadar ertelenmiş.

      Arzeken kıs kıs güldü.

      Ojan СКАЧАТЬ