Ses Rengi. Marhabat Baygut
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ses Rengi - Marhabat Baygut страница 19

Название: Ses Rengi

Автор: Marhabat Baygut

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-40-4

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Etraf kararmaya başlasa da havada hâlâ kötü kokulu toz vardı. Üç ihtiyarın kafaları zonklayıp gözlerinin önü de kararmaya başlamış gibiydi. Pek hoş olmayan durumlarını birbirlerine belli etmemeye çalışarak birbirlerine hem sevmeyen, hem de kıyamayan bakışlar atıp yüzlerini buruşturuyorlardı. Lakırdıları bıçak gibi kesilmişti.

      Bu sessizliği Ürpeken bozdu.

      – Yönetici olup o bıyıklı için çalıştığın yıllarda aklını yitirmediysen yedi hazinenin hiç olmazsa yarısını bilmez miydin? diye Arzekene doğrudan laf çarptıktan sonra kibarca gülümseyip ortamı yumuşattı. – Bilmiyorsan öğren: ilki Hz. Hızır, ikincisi talihtir. Her ikisi de başına konan devlet kuşudur. Üçüncüsü akıl, dördüncüsü sağlık, beşincisi zevce, altıncısı rızık, yedincisi köpektir. Hey Arzımbet! Hey Yelemes! Bu yedi hazinenin tamamına her birimiz şahsen sahip olmasak da şu köyümüz, ülkemiz sahip değil miydi? Bize ne oldu da böyle soysuzlaştık? Allah Hızırımızı Konırdağımız, talihimizi Bilikgöl edip yaratmamış mı baştan! Bedenden ayrılan can, gözlerini sevdiğim ruhlar bize hep destek olup kollamaz mıydı? Onlar neden ürktüler? Bunu bir düşünsenize. Neden Konırdağ’ın koruyanı, Bilikgöl’ün bileni yok? Neden sahipsizler? İnsanlar neden hayvana dönüştüler?

      Arzımbet karanlıkta değneğinin ucuyla toprağı karıştırdı.

      – Bizden zenginlik ve yönetimi alıkoyarken sunduğunuz cennet ve sağladığınız güzel yaşam bu olmuştur da ondan, dedi Yelemes yüz ifadesini hiç değiştirmeden.

      Üçü tekrar sessiz kaldı.

      Tepenin kimsesiz tarafı titredi. Yer sarsılmış gibi oldu. Toz kokusu yağla karışıp üç ihtiyarın sinir hücrelerini uyardı. Üçü birden öksürdü, üçü birden aksırıp hapşırdı.

      Şarkakpa’da yaşayıp oradan elli kilometre kadar uzaktaki fosfor taşı çıkarılan madende çalışan dört beş erkek vardı. Onlar böyle karanlık çökünce böyle yeri titreterek gelirler, ortalık henüz ağarmadan tekrar giderlerdi.

      Üç ihtiyar sessizce biraz daha oturdu. Eylül ayı yaklaşmış olmasına rağmen hava hâlâ bunaltıcıydı. Ürpeken diğer ihtiyarlara kıyamıyor, kalmak istiyor. Ancak eşi rahatsız olduğundan mızmızı da çoktur. Şu Arzeken de içindeki zehri köydeki sayısı az ihtiyarlara aktararak rahatlamış, oturuyordu. Bir zamanlar yönetici olduğundan ona saygı duyan da, karaağaçtan yapılma bacağından dolayı ona acıyan da işte bu yaşlı adamlardı. Yoksa evinde bile sayıldığı söylenemez. İki oğlu başkentte okumuş, bilimin peşine düşmüştür. Büyük olan adlarıdır, yoksa küçücük hayırları dokunmaz. İkinci eşi ile kıt kanaat geçinip gidiyorlar. En hayırseveri Ojan’ın Karadağ’daki kızıdır. Deminki gibi akşamüstü iki buçuk kilometrede bulunan yassı taşın yanından iner, “İkarus” marka kırmızı otobüse veda edip köye geliverir. Annesi ile babasının temizliklerine bakar, çorbasını yapıp hapşırtarak terletir, gömlek don bırakmadan yıkayıp ütüler, gider. Sıpatay’ın adı bahadırınki, yaşamı ise kadınınki gibidir. Kendisi sık sık hastalanır. Tahtalıköye giden yolda sırada onun arabası mı bekler, kim bilir? Az çocuk sahibi değil. Yarısı Janatas’ta, geriye kalanları Karadağ’da. Gelmezler. Alkol ve sigara müptelası olan çocuklarına dayanamayıp dedelerine sığınan torunları teselli onun için. Yıkılmak üzere olan zavallı okuldaki öğrencilerin sayısını arttırmaya yardımcı olurlar hem. Köydeki iki üç öğretmenin Sıpeken’i başlarının üzerinde tutmalarının nedeni işte bundandır. Artık Yeleken’e gelecek olursak Stalin’i sövüp duran Ürpeken’in bile onun yanında az da olsa susması gerekir. Yeleken, zamanında zengin toprak sahipleri listesine alınıp sürgün edilmiş. Sonra döndüğünde paçadaki biti başına çıkacak kadar sefil yaşam sürmüş, çok sıkıntılı yıllar geçirmiş. Savaşta esir düşünce kaçarak memlekete döndüğünde hem eş dost sırtını dönmüş, hem devlet yetkilileri baskı yapmış. Bunlara bir de eşinin erken ölümü eklenecek olursa küçük bir şeyde kanının beynine sıçramasına, saldırgan yapısına anlayış göstermek mümkündür. Yaşlı adamların hepsi anlıyor. Teşekkür ederiz.

      – Hadi gidelim, dedi Yeleken. – Git diyecek, saygıyla sofraya davet edecek kimse var mı ki? Toz toprak içinde kalan Şarkakpa’ya bombayı atıverip arta kalanını şu Evliyaata ile Çim-kent’teki fosfor aslanlarının ağzına eşit bir şekilde döküversen keşke!

      – Bir tek sen sağ kurtulup tek başına kalakalsan, bir kenardaki tepeden alaylı alaylı baksan değil mi? dedi Arzımbet. – Hadi kalkacaksak kalkalım. Yoksa ılık çaydan da mahrum kalırız. Bismillah!

      Şarkakpa, eski zamanlarda cennet kadar güzel bir şehirmiş. Şimdi de şehri aratmayacak güzel bir ilçeye dönüşebilir. Arka tarafında dağ, ön tarafında göl. Konırdağ’dan şırıl şırıl akan su ne muhteşem! Dağın yamacında koyunlar otlayıp kuytu yerlerinde atlar kişnese keşke… O bölgeler az gelecek olursa Bilikgöl’ün çayırı da duruyor boş boş. Dağ tarafından şırıl şırıl gelip bıcır bıcır bir şeyler söyleyen, fakat köyde istenmediğinden çocuk gibi küsüp bataklığa batan pınarın durumu ise şudur. Her bir evin etrafını çevreleyip bahçe ekilse ne bolluk, ne bereket olurdu. Kimse bunu yapmadı, millet şehre geçti. Böylece köyden devlet kuşu uçtu, akıllar azaldı, bünyeler zayıfladı, beyazlar kir tuttu, kısmetler kesildi, köpek havlamak yerine ulumaya geçti. İnsanları bilincini yitirip geleceği kararan Şarkakpa’nın zifiri karanlıkta toz ve toprak içinde kalarak can çekişmesi tüyleri ürpertiyor.

      Ürpeken ötecek olursa her şeyin sorumlusu o bıyıklıdır. Yeleken konuşacak olursa bir zamanlar zengin toprak sahiplerinden alıkoydukları varlığa sahip çıkamayan fakir fukara suçludur. Sıpatay, Hruşçev’i yerer, Andropov’u över. Ojan, herkese, özellikle de Brejnev’e çok minnettar. Arzeken’e göre ise kaderine eziyet yazılmış Kazak halkının her yerini saran marazdır.

* * *

      Aniden ortaya bir haber atılıp hemen yayılıvermişti. O haber Şarkakpa’ya da bomba gibi düşmüştü. Bomba haber şuydu: İkinci Dünya Savaşı engellilerine, o sıcak savaşa katılan herkese birer araba tahsis edilecek! Tamamına. Herkese. her birine birer birer. Araba. Şöyle böyle araba değil, eskiden altmışlı yılların ortalarında ancak çok nadir insanlara tahsis edilen küçük, basık ve böcek gibi arabamsı araçlardan değil. Bildiğimiz “Moskviç” markanın yeni modellerindenmiş. Bununla ilgili olarak ilçe yöneticilerine gazilerin listesinin yeniden yapılması, belgelerin tekrar düzenlenmesi talimatı verilmiş. Elbette gazilere gıcır gıcır arabaları bedava hediye edivermeye bizim engin devletimizin imkânı henüz yoktur. Belki de olabilirdi, ancak sosyalizm yapısı ilk başlarda doğru bir şekilde başlamasına rağmen sonraları bir o tarafa, bir bu tarafa çekilerek yolundan saptırılmış, parçalanmıştı. Bu yüzden de İkinci Dünya Savaşı gazilerinin tahsis edilecek arabanın tutarının yarısını, yüzde yetmiş beşini, belki de tamamını ödemeleri gerekebilirmiş.

      Bazı köylerin ak sakallıları ile kara sakallıları belgelerini tastamam edip uzaktaki ilçe merkezine yolculuk yapmış bile diyorlar. Birtakım köyün birçok yaşlı adamları da bırak araba almayı, ne arabayı sürmeye, ne de binip oturmaya durumları olduğunu, çay ve şekeri zorla aldıklarını, devletin kendilerine bakacaklarına inandıklarından o hâle geldiklerini söylemiş, köpeğin bile yemeyeceği o demir parçasını verip güya memnun edeceklerine parasını vermelerini istemişler. Şöyleymiş de, böyleymiş. Değişik değişik söylentiler varmış ortalıkta.

      Şarkakpa’nın СКАЧАТЬ