Konuşmasını – hadi şerefe diyerek bitirdi. Kadehinden yudumlayarak sofradaki pişmiş tavuğa elini uzattı. Eskiden ah u vah edip konuşurlardı, kafalarını sallayarak mırıldanırlardı, keşkelere boğulup ağlarlardı, fakat bu törende herkes hissiz gibi oturuyordu. Duygularını gizliyorlardı sanki. Yensebek’e böyle göründü. Bu yüzden kafasını kaldırmadı.
– Gerçekten muhteşem bir insandı. İyilere her yerde ihtiyaç vardır, kim bilir belki de öbür dünyaya Yesmakan gibiler lazımdır. Arkasına bakmadan gitti. Arkasında ağlayıp sızlayan bizler kaldık. Bu adama herşey nasip edilmiş, dedi karşı tarafta oturan biri. – Her şehirden, her eyaletten bir sürü dostları varmış, baksana…
Sonra gözlerinden ateş fışkıran birkaç yakışıklı genç konuştu. Herkes Yesmakan’ı bir üstat olduğunu, ağabeyden daha şefkatli olduğunu, merhametli olduğunu söyledi. Yesmakan’ın işini devam ettireceklerini vaat ettiler.
– Ne zaman… Bu kadar delikanlıya ne zaman üstatlık yapmıştı… Böyle pırıl pırıl gençlere… Allah Allah!!!
Eskisi gibi mırıldanarak evine kadar geldi.
Eşi ona bakmadı bile. Mutfağa geçti. Çay demledi. Eşi çayını verirken o buruşmayan yüzünü kapıya doğru çevirmişti. – Merhamet dediğin kaldı mı? Var mıydı eskiden?
Yaş altmışa yaklaştı. Adam gibi elli yaşını kutlamadı. Kimseye söylemedi bile. Mütevazı göründü. Nedenini kendisi de bilmiyordu, fakat doğumun ellinci yılına tören düzenlemedi.
Altmışı da aynen geçer herhalde. Yetmişi de değişmez. Seksenden yine bir şeyler bekler. Fakat kim bilir belki de altmış yaşını dolduramayabilir. İhtimal. – Şu şey gibi hastalık çıktı. Oturduğu şehirde bu hastalığı öyle adlandırmışlar. O hastalığın ilacını değil bu şehir, dünya bulamamış. – Şu şey gibi derler. – Gerçekten öyle miymiş? diye hayret eder. Biraz vakit geçer. – Ne dersin, falan öyle yapmış, derler. – Şu şey gibi demişti, korkunç gerçekten!
Evet, ölümün kendisinden ayrılmadığını bir yerden okumuştu. Ölüm bir yerde bulunuyordur. Hatta seyrediyordur her şeyi! Bazen mırıldanan ölüm müdür, yoksa?! Odur! – Şu şey gibi’den mi tutar, o şey gibi’den mi alır, bir gerçek ki, bir gün gelir bir gün kalır.
Ne kadar çok insan vardı. Ölürse, evet, ölürlerse, ne kadar adam ölür? Tebessüm etmek istedi. Ölü tebessümünü bulamadı. Sırıtmak istedi. Yapamadı.
– Merhamet nerede? İnsanda merhamet kalmadı.
Yıkandı. Sonra çay içti. Eşi işteydi. Kızı da, oğlu da ayrı eve çıkmışlardı. Çocuklarına karşı çok sertti. Çocukları yaramazlık yapmadılar. İkisi de üniversite mezunuydu. Evlenmediler. Merhametten uzaktılar. İhtimal, Yensebek vefat ettikten sonra evlenirler. Öyle sanıyordu. – İnsanlarda merhamet kalmadı! Yoktur merhamet!
– Ben ölürsem kaç insan gelir acaba?
Yine sırıtmak istedi. Biraz sırıtabildi. Yıkanmanın etkisidir. Yerinden kalkıp dolaba doğru yanaştı. İçki alarak kristal bardağın içine döktü. İçti dibine kadar. Yine içti. Yine… Ne derler; er olarak doğan adamın sayımı üçe kadardır. Telefonuna yaklaştı.
Dostları var mıydı? Varsa, ne kadar? Pekiyi, öğrencileri? Hayatında ne kadar iyilik yaptı? Ne kadar genç delikanlıya merhamet edebildi? Okşayabildi mi? Yesmakan’ın cenazesine bir sürü genç geldi…
Artık bundan sonra düşünceyi derinleştirmek istemedi. Sorular sanki sıkıyordu, cevaplar ise nefes aldırmıyordu. Birer düşman kesilmişler. Yine ezdi…
Telefonunun yanında oturdu uzun vakit. Hanidir içmemişti şimdi içki damarlarında dolaşıyordu.
– Ben vefat edersem, kimse gelir mi?
– Yesmakan’a gelmeyen, beraber okuyan kimler var?
Kızılorda’da Köbey var. İki sene önce toplantıda karşılaştılar, telefon numarasını vermişti. Yesmakan’a gelmedi. Onunla haberleşmek lazım.
– Adam lazımmış, a-d-a-m… Mırıldanan hali iniltiye dönüştü. Artık düşünmeye vakit kalmadı. İşini aradı. Kızlar hızlıca bağladılar. Yensebek’in ses renginden ürkmüşlerdi.
– Alo! A-l-o! Köbey sen misin? Hey, kanka-a-a! Eski öğrencilik yıllarından kalan kelimeyi bulabilmiş olmaktan memnundu. – İyi misin? Çoluk-çocuk nasıl? Beşi de mi evlendi? Önem vermiyorsun ha? Ses rengi yine bozuldu. – Deme ya, azalıyoruz valla… Yesmakan gitti kerata. Bugün… Bugün defnettik. Mektup aldım mı diyorsun. Gelmedin? Evet. Haklısın. Anlıyorum. Hepimiz zincirli köpekleriz. Çok güzel geçti. Yemekhaneye ben baktım. Her şeyi hallettim. Öyle işte… Bir haberleşeyim, dedim… Haberleşelim hep… Eve buyurun. Eski adres. İş eskisi gibi. Önemli değil, büyümeyi sizlere emanet ettik. Ok. Hadi görüşürüz. Selam söyle. Tamam. Bugün varız, yarın yokuz… İlişkiyi kesmeyelim. Evet…
– Hızlıca konuşuyor. Benden kurtulmak istiyor kerata. Korkunç hal. Merhamet nerede? Hani nerede? Kimde var?! diye düşündü.
Taraz şehrinde kim vardı? İç çekti. Kim vardı? Oradakilerin hepsi Yesmakan’a gelmişlerdi. Sınıf arkadaşlarından kimse yok. Sahiden, geçen sene sanatoryumda beraber olan Sayduali vardı ya? Onunla haberleşmek gerek.
– Alo! Sen misin Sedoş! Tanımadın mı? Sanatoryumda aynı odada kaldık ya. Evet, benim. Birkaç kere aradım mı diyorsun? İş gezilerimiz çok. Nasılsın? Sağlığın nasıl? Her şeyden önce sağlığın nasıl oldu? Diğeri ise satılır. Dediğin gibi öyle işte. Bizler… Eski hastalık. Hastalıktan ölürsem cenazeme gelir misin? Efendim? Şaka tabii ki? Seni aklımdan çıkartmadım. Bu sene sanatoryuma gidemeyeceğim. Biraz gezmek istiyorum. Seni de ziyaret ederim. Şimdilik o hastalıktan öleni görmedim. Eğer başka bir hastalıktan vefat edersem bir avuç toprak atmaya gelirsin. Hadi bakalım, söz ver. Nasıl? Ölüm dediğin bir anlık… Bugün bir arkadaşımı gönderdim. İyi dostumdu. Gitti öbür dünyaya. İyi insandı. Hayatta olsaydı büyüyecekti. Hayır, kaza değil. Şu şey gibi… Evet, öyle. Bizde ona – şu şey derler. Ne ise. Seni çok özledim. Haberleşelim yine. Eve buyurun. Sonbaharda, tamam gelirim…
Yensebek bir an sessiz kaldı.
Gerçekten СКАЧАТЬ