Название: Cüzzam ve Aşk
Автор: Nikolay Yakutskay
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-22-0
isbn:
– Atlar nerede? Diye sordu Ördek Parmak, çocuğa.
– Atlarım… Kaçtılar, dedi çocuk ağlayarak.
– Bu çocuk neden ağlıyor? Dedi Ketti Marsden Hanım.
– Muhtarın size gönderdiği atlar, bir şeyden ürküp beni burada bırakıp kaçtılar, dedi çocuk hıçkırarak. Bunu Ketti Marsden’e çevirdiklerinde:
– Ağlamasın, at bulabileceğimiz yer buradan ne kadar uzak? Diye çocuğa sordu.
– Uzak, muhtarın yaşadığı yer buradan yaklaşık bir buçuk günlük mesafede, dedi oğlan.
Ketti Marsden Hanım çocuğa acıyıp şöyle söyledi:
– Bize muhtarınıza giden yolu göster, yayan gidiyoruz.
İşte böyle, Ketti Marsden ve yardımcılarının Bülüü’ye seyahatleri çok olaylı başladı. Merhametli Hemşire Ketti Marsden, hiç söylenmeden erkeklerle eşit şartlarda, bir buçuk günlük mesafeyi yürüdü.
Halbaakı köyünün muhtarı, sürpriz yapmak için çocukla at göndermişti ancak onlar yürüyerek köye vardılar.
Muhtarın evinde yemek yiyip dinlenirken kaçan atlar da yakalanmıştı.
Bütün geceyi Halbaakı köyünün muhtarının evinde geçirdiler. Sabah erkenden kalkıp Toruoy Küület köyüne, Kıççık Miiterey’in evinin çitlerinden içeri girdiler.
IV
Kıççık Miiterey onu ziyarete gelen kadının, Çariçe’nin izniyle cüzzam hastalarını araştırmaya geldiğini duyunca çok şaşırdı. O, cüzzam hastalığını çok bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık olarak biliyordu. Dahası anne, baba veya çocuk fark etmez, kim bu hastalığı kaparsa ev ahalisi bir arada olduğu için bulaşma tehlikesinden dolayı hastalanmış kişiye, hayvana bakmazlar; onlar insanların yaşadığı yerden uzakta, ıssız ormanda tek başına yaşar, o hastaya yaklaşılmaz, deniyordu. Bu yüzden hasta ölene kadar gömülmüş gibi yaşıyordu. Yaşadığı süre boyunca ailesi varsa ailesi ona uzaktan, ona yaklaşmadan yardımcı oluyordu. Fakat ailesiz zavallı biri hasta olursa köylüler sırayla onun yemeğini yapıyor, yaptıkları yemeği onun ekiniyle uğraştığı yere götürüp bırakıyordu. Zavallı hasta bu şekilde hayatını idame ettiriyordu. Birkaç gün içinde bırakılan yemeği almazsa onun ölmüş olduğu düşünülüyordu.
Sahalar, cüzzam hastalığını çok eskiden beri korkunç ve tehlikeli bir hastalık olarak kabul etmişti. Bu hastalığa kapılan kişi, ben lekesi gibi kararıp ölüyordu. El veya ayaklarının parmaklarında çıkarsa parmaklarının eklemlerini kesiyorlardı. Yüzünde çıkarsa burnunda veya dudaklarında korkunç bir görüntü oluyor ve bulaştığı yer çürüyordu. Cüzzam hastası olan kişinin vücudunda deri kaldığı hiç görülmemişti.
Cüzzam hastalığından başka hiçbir hastalıkta, hastaya evden dışarıda, farklı bir yerde bakılmıyor, kendi evlerinde ölene kadar bakıyorlardı. Cüzzam hastalığı farklı farklı bölgelerde ortaya çıkabilen bir hastalıktı. Bulaşıcı hastalık denince insanlar korkuyordu. Bu yüzden bu hastalığın adıyla insanı çağırırlar mı? Fakat cüzzam hastalığının bilinmediği, olmadığı yerlerde bu hastalığı geçiren kişiyi “bodon”, yani “hastalıklı” diye adlandırmışlardı. Bodon, durmadan hastalanan, zayıf düşmüş hastalar için kullanılan bir tabirdi.
Cüzzam hastalığı, Saha Yeri’nde Halıma ve Bülüü’de vardı. Bülüü’de üç yerde insanlarda bu hastalık görülüyordu: Mastaah, Orta Bülüü ve Yukarı Bülüü kasabalarında. Bu kasabalarda çok fazla balık yenildiği için insanlar hastalanıyordu. Bu göz önüne alındığında cüzzam hastalığı balıktan insana bulaşıyor gibi görünse de bu konuda o zamanlar henüz bir araştırma yapılmamıştı.
Cüzzam hastalığı kapmış kişilerin iyileşmediği, yaşarken etlerinin çürüyüp, kemiklerinin ayrılıp çok büyük acılar çekerek öldükleri biliniyordu. Fakat onlardan intihar edenler hiç duyulmamıştı. Gerçi, böyle iyileşmez ağır bir hastalığa maruz kalmış biri, çektiği acıları hafifletmek için intihar edebilirdi. Ancak onların intihar ederek dertlerinden, acılarından kurtulamayacakları şeklinde bir düşünce bizim anlayışımızda, inancımızda vardı. İntihar ederek ölen kişinin ruhunu Tanrı Aybıt Ayıı Toyon, Aşağı Dünya’nın kapısına gidip ruhunu kurtarmaz; onun ruhu, doğduğu Orta Dünya’da başıboş olarak gezer diye bir düşünce vardı. Farklı yerlerde intihar edenlerin ruhlarıyla ile ilgili insanların duyduğu, onların hoşuna gitmeyen, korktukları birçok olumsuz hikâye, rivayet vardı. Cüzzam hastalığına yakalanan hastalar, bir müddet yapayalnız ıssız ormanda, kulübelerinde ölecekleri günü bekleyerek dert ve sıkıntı çekerler ama ruhumuz kötü, başıboş bir melek olacak diye korktuklarından intihar etmezlerdi.
Cüzzam hastaları, kulübelerinde yaşarken beş altı gün boyunca insanların getirip bıraktıkları yemekleri almayınca onların öldüğü düşünülüyordu. Çok dikkatli bir şekilde, onun yaşadığı kulübeyi uzaktan gözetleniyordu. Öldüğünden emin olduklarında, eğer yazın ölmüşse kulübeyi dışından yıkıyorlar; buraya, insan ve hayvan yaklaştırmıyorlar, ağaç ve dal parçalarını kulübenin üstüne yığıyorlardı. Fakat cüzzam hastası kışın ölmüşse kulübenin üstüne ve çevresine kuru ağaçları koyarak yakıyorlardı. İşte böyle, cüzzam hastalığından ölen kişiyi başka bir hastalıktan ölmüş gibi tabuta koyup çukur kazarak gömmüyorlardı.
Doğrusu, cüzzam hastalığı dünyadaki bütün halklar arasında bilinen bir hastalıktır. Eski Yunan doktorları bu hastalığa lepra derler. Tıp bilimine Latince lepra olarak girmiştir. Ruslarda prokaza, Sahalarda ise aran derler.
Yabancı yerden Mastaah’a gelen merhametli hemşireye, Mastaah’ın çevresinde yaşayan halkın arasında bulunan cüzzam hastalarının yaşadığı yerleri gösterip onların yaşadığı kulübelere girerek onlarla konuşmalarını dinlemek, Muhtar Kıççık Miiterey’in içinde çok fazla korku oluşturmuştu.
Ketti Marsden Hanım, Mastaah Gölü çevresinde yaşayan halka sorarak cüzzam hastalarının yaşadığı yerlere birkaç defa gitti. Buradaki cüzzam hastalarına, başka yerde defalarca gördüğü hastalarla kıyaslanamayacak şekilde gaddarca davranıldığını, onların çok kötü şartlarda yaşadıklarını gördü. Hastaların yaşadığı kulübeler, yaklaşık dört metrekareydi. Bu kulübe, yere kazılmış yarım metrelik çukur içine ağaç direklerin dikilmesi suretiyle meydana getirilen duvarlardan yapılmıştı. Kulübenin yüksekliği yaklaşık iki metreydi. Dış tarafında en fazla yirmi beş santimetre genişliğinde penceresi vardı. Pencerenin yanındaki duvarın dibinde tahtadan bir yatak, kulübenin kapısının bulunduğu köşede küçücük topraktan yapılmış bir ocak, ocağın karşısındaki duvara bitişik küçücük tahta bir masa, kütükten kısa bir sandalye, küçük bakır çaydanlık, küçük bakır kazan ve ahşap СКАЧАТЬ