Название: Güneşi Tutan Çocuk
Автор: Sultan Raev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-59-1
isbn:
Bu çaresiz hastanın Basıt Atakuloviç olduğuna kim inanırdı ki?.. Eskiden yüksek ve hükmedici bir ses tonuyla konuşan sinirli, sinirlendiğinde babasına bile merhamet etmeyen, köyün en ileri geleniydi. Şimdi ise eskimiş bir beze benzeyen yüzünün rengi solmuş, zar zor nefes alıp veriyordu. Gözlerini kıpırdatmaya bile mecali yoktu. Yüzüne konan sinekleri bazen hissediyor bazen hissetmiyordu. Sineğin umurunda bile değildi, eğer birileri onu kovalamasa hastanın yüzündeki belirsiz mimikleri umursamıyordu bile…
Dibi delik dünyanın insanların başına getirmediği bir şey mi var? Kudretli dönemlerinde “Bu dünyayı bir tutar, bir dağıtırım.” diye büyüklenen Basıt Reis şeytana uymuştu. Şimdiki hâlini görse kendi bile acırdı. Onu bu hâle kim düşürebilirdi ki? El âlem bir tarafa, kötü niyetli düşmandan bile beklenmezdi böyle şeyler. İnsan, insan da olsa Allah’ın verdiği kaderin önünde aciz bir kuldu. Uzun parmaklı ellerinin damarlarında kan iyi dolaşmıyor, ağzına giren suyu yutamıyor, azalmış dakikalarını sayıyordu…
Basıt Reis’in son dakikaları uzun sürdü…
Kuş tüyünden yapılmış yastıkta yatan babalarının yanında yere bakarak oturan oğulları onu avutacak söz bulamıyorlardı. Oğullarının derin düşünceler içinde suskun suskun oturduklarını nereden fark etsindi hasta? Her taraftan fısıltılılar duyuluyordu. İki haftada kırışıvermiş alnını okşayan birinin sıcak ellerini hissediyordu ancak gözünü açıp ona bakacak mecali yoktu. İçinden gelen acı sesler canını acıttıkça acıtıyor, sessizce çıkan iniltilerini yanı başında oturan oğulları duyuyordu. Babanın iniltileri yanı başındaki çocuklarının etine iğne gibi batıyordu.
Oğullar babalarının canı gözlerindeymişçesine tüm umutlarını işte o solmuş gözlere bağladılar. Şimdi babaları gözlerini açıp oğullarına bakarak “Siz hâlâ burada mısınız?” diye soracak, çocuklarını azarlayacaktı. Bunu bekliyorlardı. Babalarının tok sesini ne kadar duymak istedikleri, rengi solmuş yüzlerinden belliydi.
Hayatında yaptığı tüm işleri çocuklarına bağışlayan Reis’in düşünceleri şimdi de oğulları ile ilgiliydi.
“Bundan sonra size kim direk, kim destek olacak!” Başka hiç kimsenin işitemediği bu cümleler bir müddet aklında yer edindi…
İnatçıydı. Canını vermemek için var gücüyle direniyor, tık tık diye arka arkaya avucundan dökülüp giden son dakikalarını uzatmak, kayalarda yetişen hayatın kırmızı çiçeğini son bir kez koklamak istiyordu. Babalarının bu kadar hayatta kalmak istediğini, bunu çok arzuladığını yanı başında oturan çocukları keşke hissedebilselerdi!
Çocukları şimdi ne düşünüyorlardı acaba? Ebedî uykuya dalmadan önce bunu bilmek istedi. Dünyası daralmış oğullarının derelere su misali akıp giden düşüncelerinde sadece hüzünlü bir şey vardı: “Allah’ım madem alacaksın, babamıza niye bu kadar işkence ettin? Alacaksan çabuk al!”
Oğulları hastanın son arzusunu bekliyorlardı. Bir haftadır “Babacığım!” diye bağırmaya, biriken gözyaşlarını kova kova döküvermeye hazırdılar. Basıt Reis dakikalarını ne kadar uzatmak isterse istesin, oğullar hastanın son anlarının hemen o an bitmesine çoktan razıydı.
Ölen insanın acısı kendinedir, öyle değil mi?
Çocuklarının bu kötü düşüncesini ona iletecek kimse var mı şimdi? Dedikoducular olsaydı şu an aramızda. İşte o vakit yataktan kalkamayan bu yarı canlı hasta yalan dünyanın kilidini de kırar ve:
–Ömrüm boyunca hep sizin için didindim durdum. Şimdi ise sizin yaptığınız bu mu? Söyleyin bana bu mu? Sizin için ben değil para önemliymiş meğer. Nasıl böyle yapabilirsiniz ha? Söyleyin! Söyleyin bana! Evet, dinliyorum. Söyleyin şimdi. Şunu unutmayın; isterseniz ölün benim umurumda bile değil artık. Canıma acımadım. Sizin için başkalarından üstün yaşasın, başkalarına muhtaç olmasınlar diye çalışmıştım. Şunlara bak! Öbür dünyaya canım acıyarak gidiyorum, sizin dileğiniz bu muydu şimdi? Hepinizi okuttum, büyüttüm, sonunda kıçınız için sıcacık yer buldum, şimdi söyleyeceğiniz bu mu? Buymuş demek! Of benim bahtsız hayatım!” diye canlanıverirdi belki de.
Fakat ne bunları bağıra bağıra söyleyebilecek birisi ne de hastanın kalbinden geçirdiklerini işitecek veya fark edecek birileri vardı ortalıkta…
Basıt’ın son dakikaları devam ediyordu…
Basıt Reis her şeyden önce ölümüyle yüzleşmek istedi. Ecel neydi? Şu karanlık gece miydi? Belli belirsiz çıkan bu fısıltılar mıydı? Nerede görünürse görünsün bir çaresini bulur, vurgun gelirse onun pençesinden kurtulurdu belki de. Bunu yapabilse zafer onun tarafında olurdu. Peki ölüm dediğin nasıl bir şeydi? Korkunç bir yaratık mı? İnsanlara mı benziyor? Hiç bilmiyordu ki. Onunla ilgili hiç kimseden hiçbir şey duymamıştı. Gözleri bulanık görüyor, vücudunu kör bir bıçakla kesiyorlarmışçasına inlediğinde başkalarından farklı yaratılmadığını, bu bedenin de başka insanlara benzediğini şimdi anlıyordu. Anlaşılan bugüne kadar gökyüzüne uçmuş zavallı insanlardan üstün olduğunu düşünmüştü. Ya şimdi! Onun hâline kim acıyacaktı? Kahrolası ecel denilen çirkin varlık onun gözüne görünecekse çabucak görünüp alıp götürsündü artık! İnsanları neden önemsemiyor? Niçin gecikiyor? Vakit daha erken mi? Belki de Kırgız çadırının güneşliğinden dökülen bir nur misali vücudu canlanarak durumu düzelir. Keşke öyle olsaydı. Ah, nerede o günler?..
Basıt Reis’in ölümü kolay olmadı…
Her şeyin hesabı sorulur. O sorgu Basıt’ın başına da gelecekti. Çünkü ölüm döşeğinde olsa bile içini kemiren bir sürü yanlış işi vardı. Canı hamur gibi yoğurulmadan, bunca günahın hesabını vermeden kolay kolay ölmesine izin verilmeyecekti!..
Bu yalan dünyada yaptığın iyilikler ve kötülükler! Hangisi çok? Önce bu sorulara cevap versin. Bunca yaptığı şeyin bir açıklaması var mı? İmanı bu yükü kaldırabilir mi? Yoksa çürümüş bir ağaç misali yere mi yığılacak? Her şeyi ortaya koysun, her şeyi anlatsın… Rüya misali bulanık görünen sonsuzluğun kıl kalınlığındaki ipinden dümdüz yürüyebilecek mi? Cesedi burada kalacak ama canı kuş olup uçup gidecek. Hangi melek onu nereye götürecek acaba? Bu yumruk kadar can nereye gidecek? Cennete mi cehenneme mi? Terazi! Her şey terazide belli olacak. Arkasında nasıl bir iz bıraktı? Nasıl yaşadı? İyi mi kötü mü? Nerede yanlış yaptı? Her şeyden önce bunları düşünsün…
Üstüne örtülen yumuşacık kadife yorgan ağırlaşmıştı. Onun içinde yatan bir diri değildi. Yarı canlı bu bedenin gözüne rüyaya benzeyen başı sonu olmayan şeyler görünmeye başladı.
Her gün doktorun büyük damarlarına vurduğu iğne canını acıtarak keyfini kaçırıyordu. Bir haftadan beri durumu iyice kötüleşmişti. Bu yaşına kadar başı yastığa değmemişti hasta olarak. Yatağa düştüğünün ertesi günü kalkacağını düşünmüştü. Fakat günler geçtikçe yataktan kolay kolay kalkamayacağını anladı.
Gitmediği СКАЧАТЬ