“Bin Bir Gece” masalları Şakarim’in baştan sona okuduğu ilk kitaptı. Masallardan bazılarını o evdekilere anlatmayı seviyordu. İranlı şairlerin eserlerini ezbere biliyordu, onun doğu şiirine olan sevgisi tüm hayatı boyunca devam etmiştir. Küçük yaştan itibaren Şakarim kendisiyle Kazak destan kahramanları arasında koparılamaz bir bağ hissediyordu. “Er Torgın”, “Alpamıs”, “Kobılandı”, “Kız Jibek” adlı Arap harflerle Kazak dilinde yazılmış destanlar onun ruhsal gelişmesine doğal olarak etki ediyordu. Kız Jibek destanını okuduğu her sefer küçük Şakarim Tölegen’in altı kuğuyla hüzünlü bir şekilde veda ettiği yere geldiğinde gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Alpamıs destanında Jadıger’in acı dolu feryatlarıyla ilgili kısmı okuduğu her sefer endişeleniyordu. Duygusallık açıkça sergilenmese de en sert kahramana kadar tüm Kazaklara has özel bir haldir. Her Kazak iyilik yapmayı ve kâinatı idrak etmeyi arzulayan kalpten bir insan, duygusal bir kişilik, samimi bir ruhtur.
Şakarim’in tüm hayatı boyunca unutamadığı ve göklerin hediyesi olarak gördüğü çocukluk yılları, aile içindeki sıcak atmosfer sıkça aklına geliyordu.
“İlk kelimelerimi söyleyip ilk adımlarımı attığım hayatımın başlangıcında, diye yazıyordu o “Gerçek Mutluluk Aynasında.” beraber oynadığım ve öz kardeşlerim gibi içtenlikle sevdiğim akranlarıma bağlılığımı hissediyordum, onlarla oynarken ben yemek yemeyi, hızla akıp giden zamanı unutuyordum. Benim sükûnet dolu mutluluğum! Masum eğlenceler, arkadaş sevgisi, her eve döndüğümde hissettiğim anne baba şefkati! Tüm bunlar nereye kayboldu? Şu an onlar neredeler?”
ALTIN KARTALIN BAKIR PENÇESİ
Okuma ve çeşitli zanaatların yanı sıra Şakarim’in gençliğindeki temel uğraşlarından biri de avcılıktı. O avcılığa on bir yaşındayken, yani Abay’ın kendisine tüfekle ateş etmeyi öğretmesinden sonra başladı. O andan itibaren de babasına ait barutu fitille ateşlenen eski av tüfeğini hiç elinden bırakmadı. Şakarim tüfeğini düzenli olarak temizliyor, şehre giden akrabalarına sürekli olarak barutla av saçması sipariş ediyordu.
On dört yaşından itibaren Şakarim, özellikle kartalla avlanmak için koşu atı besliyordu. Avcı kuşları ehlileştirmeye tecrübeli avcıların yardımıyla başladı. O, kanat uçları arasındaki mesafe bir buçuk metre olan güzel bir kartal besleyip büyütmeyi başarmıştı. Avcılar onu henüz daha civcivken yuvadan alıp Şakarim’e getirmişlerdi. Delikanlı onu, büyüyüp insan talimatlarını uygulayacak hale gelinceye dek besledi. Daha sonra üç ay boyu kartala avlanmayı öğretti. Yazın ve ilkbaharda kaz, kışınsa tilkiyle tavşan avlıyordu.
Bir keresinde Şakarim kartalı genç dağ keçisini avlaması için salar. Bu bir hataydı, çünkü kartal, kendisini hiç zorlanmadan üzerinden atan hızlı hayvanı pençesinde tutamadı. Şakarim kartalın yanına gelerek onu koluna oturttu ve gözlerini kapatmak için başlık giydirdi. Kuşu inceledikten sonra onun uzun pençelerinden birinin kırıldığını gördü; büyük bir ihtimalle keçinin kalın derisine takılmıştır.
Bu durumda ne yapılabilir? Halk menkıbelerinden şu cümle geldi aklına: “Abılay-han demir pençeleriyle düşmana yapıştı.” “Gerçekten de kartala demir tırnak yapılsa, olmaz mı?” diye düşündü delikanlı.
Köye dönünce kuşu ahıra götürüp kendisi atölyeye gitti. Demirci körüğünün altına ateş yaktı ve demir bir levhayı çekiçle dövmeye başladı, fakat demir pençenin uygun olmayacağını hemen anladı ve bakır çubuğu eline alarak ince bir pençe yaptı. Düzelttikten sonra pençeyi kuşun ayağına yerleştirdi.
O günden itibaren Şakarim kartalına “Bakır Tırnak” adını verdi.
“Bakır Tırnak”ı duyan civar köylerin meraklı avcıları, Şakarim’i ziyaret etmeye başladı. Hayvan yetiştiricileri kuşu inceliyor, aslında bir masal kahramanı olan demir pençeli yırtıcı kuşu gerçeğe dönüştüren avcının ustalığına hayret ediyordu. Delikanlı: “Ne var ki bunda; altı üstü bakır tırnak. Daha zor şeyler yaptığım da olmuştu,” diyerek övgüleri pek de dikkate almıyordu.
On beş yaşına girdiğinde o boyu bosu bakımından tıpkı babası Kudayberdı’ydı. Sağlam vücut yapısı, düzgün giyim tarzı, dümdüz bir çizgiyle sımsıkı kapanan dudakları dayanıklılığının ve kendine hâkimiyetinin göstergesiydi, ama zekânın fışkırdığı gözleri öyle güçlü bir iç ışık saçıyordu ki, onun muhatapları tıpkı gerçek bir yetenek sahibinden her zaman beklenen ilhamı bekler gibi ona riyasız bir ilgiyle müracaat ediyordu. O, çocukken geçirmiş olduğu çiçek hastalığına rağmen mevzun ve güçlü bir yapıya sahipti. Doğadaki yaşam onun bedenini sağlamlaştırmıştı. Göçebelik koşullarında ve avcılıkta o, gerektiğinde, soğuğa da, yakıcı sıcağa da, şiddetli ayaza da sebatla dayanıyordu. Cesareti had safhadaydı; o, vurmayı ümit ettiği yaban domuzunun peşinden ormanın en sık yerlerine cesurca giriyordu.
Şakarim, fiziksel gücünü insanlara karşı kullanmayı kesinlikle reddediyordu. Gençler arasındaki hiçbir kavgaya katılmamayı prensip edinmişti. Eğer kavga kaçınılmazsa Şakarim, muhakkak arabulucu rolünü üstlenirdi. Sağlam bir karakter sahibi delikanlı, şiddete karşıydı ve bu durum çocukluktan itibaren kendilerine ait başta hayvanlar olmak üzere her türlü mal ve mülkü güç kullanarak korumak gerektiğini bilen gençlerde büyük şaşkınlık uyandırırdı. Şakarim akrabalarına arka çıkmaya daima hazırdı, ancak doğuştan gelen insanlığa has duyguya uygun olarak tartışmaların barış çerçevesinde çözülmesini arzulardı.
Yaşamının sonuna kadar bu prensibe ihanet etmedi. Halkı, tüm Kazakları yürekten severdi. İnsanların komşu oba sakinlerini düşman gibi görmelerini doğru bulmuyordu. Şiddet ona göre değildi. Küfre de karşıydı. Münasebetsiz ifadeler onunla bağdaşmıyordu.
On altı yaşında o “Şıngıstav’ın en iyi avcısı” unvanına sahipti. Şakarim ava çıkarken yanına kitap, defter ve kalem alırdı. Gündüz güneş çok yakmaya başladığı sıralarda gölge bir yere geçip kafasında beliren fikirleri kafiyeli mısralarda toplamaya çalışırdı. Bunu başardığında ise şiirlerini daha sonra Abay’a göstermek için yazıya geçiriyordu.
Bazen ona gerçek şiirde olması gereken fikir, duygu dokunaklı-lığı ve kelime sırasının ender uyumunu bulmuş gibi geliyordu. Öyle anlarda iç dünyasında bir yükseliş sezerek hayale koyulurdu. Gençliğinde o, gerçekten de fevkalade şiirler yazdığını ve meydana gelmiş satırların onun kendisinden daha uzun süre yaşayacağını hayal etmeye başlamıştı.
Ömrünün son döneminde nedense, gençliğinde avda geçirdiği günlerini eğlence için harcanmış zaman olarak nitelendirerek bundan dolayı hayıflanıyor:
Av; yüreğime mutluluktur,
Fakat ondan aklıma fayda var mıdır?
Bu soruya şair nasihat dolu şu sözleri ilave ediyor:
İlk başlarda öyle tatlı ki av tutkusu
Kim istemez avarelik, özgürlük doyasıya.
Ama СКАЧАТЬ