Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 21

Название: Anayurt - I

Автор: Zordun Sabir

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-23-7

isbn:

СКАЧАТЬ ağızlarını bozdular. Gayit hırıldayıp güldü:

      “Nasıl oldu, yaralarını kurcaladım mı?”

      “Aferin!” dedi Nuri gülerek:

      “Hükümetin de yarasını kurcalayan bir batur çıksaydı, hükümetin de köpekleri ulumaya, adamları küfretmeye başlasaydı yürekten sevinirdim.”

      “Ne demek bu hey Nuri? Hükümet bir kudurmuş köpektir, halk ise sendeleyerek yürüyen bir bebek. Hükümete kimin gücü yeter kardeş!”

      “Halk bir nehirdir, biliyor musun? Üç dört milyon halk ise büyük bir nehirdir! Şeng Duben’in on yirmi bin askeri var. Şincan’da iki yüz binden fazla Çinliden yalnız onda biri Şeng Duben’i destekliyor. Halk bir nehir, hükümet ise çer çöptür. Nehir o çöpleri akıtır gider. Fakat şimdi nehir buz tutmuştur. Halk uyanacak, buzlar eriyecektir. Zulüm bıçağı kemiğe dayandı. Binlerce, yüzlerce masum insan öldürüldü. Şeng Duban, Çan Keyşek’in de binlerce adamını öldürdü. Şimdi o güçlenip Sovyetler Birliği’ne karşı çıkmakta. Onun Sovyet Komünist Partisi’ne üye olduğu ve Sovyetler ile dost olacağız lafları da yalan. O yalnız bizi değil, bütün Çin’i yönetmek istiyor!”

      “Neler söylüyorsun be Nuri? Nereden bulursun bu kadar çok garip sözü!”

      “Rusulof adlı bir üstadım var, Sovyet’ten kaçıp gelmiş.

      Uzman olarak Şincan’ı araştırıyor.”

      “Ne diyorsun sen? Niye sağ salim adamın bile anlayamayacağı bir dilden konuşuyorsun?”

      Araba gıcırdayarak mahalleye girdi. Nuri kardeşlerine aldığı hediyelerle dolu heybesini kaldırıp arabadan sıçrayarak indi ve evine koştu.

      “Kimse yok!” dedi arabacı arabasından inip:

      “Yürü! Bizim evde konakla. Kabak yiyeceksin, bal gibi kabak!”

      “Kardeşlerim niye olmasın evde?” dedi Nuri, hüzünlü sesiyle:

      “Küçük yaşında hizmetçi olmuş zavallı kardeşlerim!”

      Onun yüreği burkuldu. Sevecen annesini şimdi ebediyen göremeyecek, sevgi dolu sesini de duyamayacaktı. Çocuklarıyla gurur duyan, her ne kadar müşkülatta olsa da gülmekle yetinen babası haksız yere tutuklandı, dayak yedi, hapishanede yatıyordu. Nuri, Gulca Şehri’nin ortasındaki hapishaneye gidip babasını gördü. Ziyavdun, çam ağacından yapı lan korkuluk içinde durup oğlunu yine o gülüşüyle karşıladı:

      “Baba…” dedi Nuri hıçkırarak ağlayıp:

      “Haksız yere tutuklandın, neden adalet yok bu cihanda?”

      “Olsun! Ağlama! Yiğitler ağlar mı hiç? Kardeşlerin de ağlamasınlar. Söyle onlara, kim ağlarsa o babasının oğlu değildir. Bera ile Dera da ağlamayacak. Ama küçük kardeşin çok naziktir. O da ağabeyleriyle birlikte koyun güdüyormuş.”

      Babasının hapishanede bile gülüp duran yüzü onun gözünün önüne geldi de vücudu titredi.

      “Tüm kabahat Tarancıda, dayan, sonuna kadar dayan” dedi, kapı önünde: “Çiftçi olmak suçmuş aslında, öyleyse Uygurların yüzde doksanı suçlu! Tarlan yoksa başkasına hizmetkâr olacaksın, tarlan varsa onun zorluğunu çekeceksin, vergi ödeyeceksin, otlak vergisi vereceksin, ödemiş olsan da ödemedin diye seni tutuklarlar!”

      O çevresindeki karla örtülmüş evlere baktı. Doğup büyüdüğü mahallesi loş ay ışığında kendi kalbi gibi hüzünlü, solgun gözüktü. Sessiz mahalle derin uykudaydı. Buranın adamları hayatta ekmek veya sütlü çay gibi, uykudan başkasını bilmiyordu. Şeng Duben’in geçmişini Rusulof ona anlattı. Şeng Duben iki defa Japonya’da, bir defa Şanghay’da okumuş. O, hep güçlü olmayı hedeflemiş, çalışıp okumayı da bu amaç için kullanmış. Bu arzusunu gerçekleştirmek için başkalarına yalvarmış, aşağılanmış. Ama aklını kötüye kullanarak kendine iyilik eden, hatta kendini ölümden kurtaran adamlara da ihanet etmiş. Binlerce insan onun elinde ölmüş. Birdenbire merhametli oluvermek, hain veya katil olmak onun tabiatı haline gelmiş. O, o kadar büyük şeyleri istediği halde, bizim çiftçilerimiz uysal hayvanlar gibi yemden başka bir şey talep etmiyor. Şimdi tüm köy uykuda… Onlar için uyku bir türlü huzurdur. Onlar şimdi dünyada neler olup bittiğini bilmiyor, bilmek istemiyorlar. Onlar için dünya sadece bu köy, bu sakin mahalle, varlık, yer, yemek, çocuk, mutluluk… İli vadisinde nice on kuşak yaşayan Tarancılar da, 1759 yılından sonra Hoten, Kaşgar, Yarkent, Aksu, Kuçarlardan cezalandırılıp, yedi kola ayrılarak İli’ye gelip Tarancı olanlar da, hatta Turfan, Kumul beylerinin arkasından çıkıp buranın yöneticisi veya ezilen çiftçisi olmuş Tarancılar da, “Mülkün nedir?” diye sorarsan, “Tarla ile koyun” diye cevap verirler. Musa Bay, Sabır Hacılara aferin! Onlar Uygurların yaşamına Avrupa sanayisi ile ticaret örneklerini getirdi. Şehirli Uygurların gözü açıldı, etraflarına bakmayı öğrendiler. Ama benim köyüm, benim halkım hala ağır uykuda. Babamın hapishanede kaldığı halde gülüp durması boşuna değildir. Orada da onun aradığı yemek ile uyku var değil mi? Eğer o “İnsan, hakikat için çalışandır” kuralını bilmiş olsaydı gülmezdi. Onun kalbi nefretle dolmuş, aşağılanma duygusu vücudunda volkan gibi patlamış olacaktı. Kendini hakikat savaşçısı olarak görmüş olsaydı, on yedi yaşındaki oğlu ziyaret ettiğinde: “Oğlum, insanın değeri hakikati aramasındadır, hakikati ara ve onu bul! Onu silah olarak kullan!” diyecekti… Nuri dış kapıdan eğilerek avluya girdiğinde samanlıktan bir köpek koşarak gelip ulumadan ona sarıldı. Heybesiyle köpeğe vurdu ama köpek iki ön ayağını onun iki omzuna atıp ağzını kocaman açıp karşısındakini hemen çiğneyecekmiş gibi hırıldadı. Nuri şaşkınlıktan köpeğin iki kulağından tuttu. Köpek kıpırdanıp ön ayaklarıyla onun yüzünü tırmalayıp arka ayaklarıyla çelme takıyordu. Bu sırada yerde başını koyup yatan yaşlı dişi köpek uluyarak, savaşanların yanına geldi. Nuri var gücüyle:

      “Bera, Dera!” diye bağırmaya başladı. Köpek iriyarıydı, Nuri duvara yaslanmasaydı sırtüstü düşmüş olurdu. Kendini tuttu. “Köpeğin tek silahı ağzı ile dişidir. Bu silahı kullanmasına izin vermezsem bana hiçbir şey yapamaz.” diye düşündü. Bunu babasından öğrenmişti. İlk defa düşmanla savaşmaktaydı. Yenilmemeliydi. Köpeğin kulağını bırakmazsa yenilmeyecekti. Hüseyinbay’ın fabrikasında, Piliçi Ocak’ında ağır çalışmakla topladığı güç kuvvetini kullanıp köpekle savaşırken evin kapısı açılarak kürk sarmış birisi çıkıp bağırdı:

      “Kim o?”

      “Ben Nuri!”

      “Bırak bari!”

      Köpek, sahibinin sesini duyunca inledi. Nuri onun kulağını bıraktı. Köpek koşup tandır başına, sonra dama çıkıp ot üzerinde kıvrılarak yattı.

      “Hey pehlivanım, kaplanı yendin mi?” diye kahkaha attı evden çıkan iri yarı adam.

      “Kama ağa, köpeklerin beni tanımadı ya!”

      “Hırsız zannetmiş galiba. Yürü! Bu ne soğuk böyle! Nereden geliyorsun?”

      “Şehirden!”

      “Babanı СКАЧАТЬ