Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 20

Название: Anayurt - I

Автор: Zordun Sabir

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-23-7

isbn:

СКАЧАТЬ Cumhuriyeti kurmak yolu, Sovyetler Birliği’ne dayanarak bayları yok edip, fakirler devleti, sosyalizm kurmak yolu, Gomindang’ı36 devirip Şeng Şisey’i yok edip Yanan’deki Mao’nun askerlerini getirip fakirlere hâkimiyeti vermek yolu… Nazarhan Hocam Şeng Duben’i hiç ağzından düşürmüyor, din adamları Sabit Damolla’yı övüyor, Hoca Niyaz Hacı’yı kötülüyor. Mahmut Sicang adlı kişiden beklentileri var… Ya ben? Şimdiye kadar kendime “Senin teşebbüsün nedir” diye sormadım. O kadar çok kitap okudum, o kadar çok tartışma ve siyasi tahliller duydum, o kadar çok düşündüm, nefret duydum ki! İradem güçlü, ölmeye yemin ettim! Herkesi kötüledim, herkesten nefret ettim, hiç kimseyi beğenmedim, her şeyden vazgeçtim… Ben ne yapacağım? Neden bu soruya cevap hazırlamadım? Neden yalnız annemin ölümü, babamın haksız yere hapse atılması, küçük kardeşlerimin aşağılanmasıyla ilgileniyorum? Babam ilçe hapishanesinde, ahşap korkuluk içinde şarkı söyleyip oturuyormuş. Büyük kardeşim ise Muhtar Bay’ın çobanı, iki küçük kardeşim dayımın evinde, kız kardeşim büyük annemin yanında, ben ise bir avare, başım dönen, ayağım kayan yerlerde dolaşıyorum, Hüseyinbay’ın fabrikasında çalıştım, bu sene kış tatilinde Piliçi Ocağı’n a girip bir ay işçi olup kömür kırıntıları üzerinde yatıp kalkarak çok çalışıp bayağı para kazandım. Kardeşlerimi sevindirebilirim. Bu felakete bak! Babam hapse atılmamış olsaydı bugünleri rabbim göstermezdi. Akrabalarım tarlayı sat diyorlar. Tarla babamın, babamın malvarlığıyla gün geçirirsem yeminlerim ve verdiğim söz boşa çıkmaz mı? Ben ağır işlere kendimi alıştırdım. Ellerim nasırlaştı, tabanlarım ayı tabanı gibi oldu. Taş üzerinde uyuyabilirim. Üç gün bir şey yemesem de gözlerim hemen kararmıyor. En önemlisi, Tatar kızını eskisi gibi özlemekten kurtuldum. Zavallı kız şimdi Taşkent’e okumaya mı gitmiş? Yoksa hala ortaokulda mı okuyor? Onun sabırlı annesi kızının mutluluğu için kendini feda edip neyi elde eder ki?” Nuri, takır takır yorgalayan iki at koşulan kütük arabada oturup başı ucu olmayan hayalleriyle bazen kendinden gurur duyarak bazen kendini kınayarak azap, hasret ve ümitle kıvranıp uzun saatler geçirdi. Her yer bembeyaz karla bürünmüş, araba çarkından çıkan gıcırtılar gitgide büyüyordu. Güneş sanki duman içinde donmuş, İli Nehri kıyısındaki koyu ormanlar buz olmuş, ötedeki büyük dağ çam ağaçlarını kucaklayıp uyumuş, dünyada yalnız iki atlı çiftçi arabası demirle çatılan iki çarkıyla karlı, engebeli yolu ağır ağır basarak gidiyordu. Bunalım ve yalnızlıkla dolu bu manzarayı Nuri üzüntülü bir şekilde hissetti. Her şeyi; kış mevsimini, kar, buz altında yatan nehri, Yamanyar diye adlandırılan bu geniş vadinin dik kayalarına yuva yapan karga kuzgunları, çalı dibinden ürkerek çıkan tavşan ve kar üzerinde iz bırakıp kaybolmuş yabandomuzlarını da kötülemek geldi içinden.

      Arabanın başındaki direğe dirseğiyle dayanıp ak kilimden çizme giyen ayaklarını sarkıtıp yalın ve tüylü deriden kürk, pantolon, şapka giyip, kendini kışın kahramanı sayarak oturan güler yüzlü çiftçi:

      “Üşüyor musun Nuri?” dedi, yüksek sesle:

      “O çuvalda yengene götürdüğüm kadife ceket var, onu giy.”

      “Hayır, üşümedim.” dedi Nuri, çok üşümesine, kulağının acımasına, ayağının uyuşmasına rağmen hiçbir şey sezdirmeden. Ayaklarını araba tahtalarına vurarak:

      “Gece geç kalacağız değil mi?”

      “Hezivektam’a henüz gelmedik. Yolun ortası fırtınalı, soğuğun gücünü düzlükte göreceksin, kendine pek güvenme, ayağını o kıl çuvalla sar, soğuk artıyor. Bak! Atların yelesi de kırağı çalmaya başladı, çarklar da gıcırdıyor.”

      “Üşümem.” dedi Nuri, kendine meydan okuyor gibi yüksek sesle:

      “Sovurof çok soğuk günlerde bile başına bir kova su döküyormuş!”

      “Solunup dediğin kim? bizim gibi cünüp olarak dolaşmıyor desene!”

      “Cünüp ne demek Gayit abi?”

      “Ha ha… Bilmiyor musun? Koyunun, eşeğin kuyruğunu hiç kaldırmamışsın galiba? Hi hi…”

      Nuri sustu. Arabacıyı içinden kötüledi:

      “Yeme içmeyi ve yalnız şu işi bilir bu adamlar. Halk ne demek? Onun derdi nedir, talebi nedir? Millet nasıl bir şeydir, şimdi ne durumdadır? Bu meseleleri asla düşünmüyorlar. Üç dört milyon Uygur’un doksan dokuzu işte böyledir. Bu yüzden bu milleti başka milletler yönetiyor. Bizde Şeng Duben gibi askeri bilgisi olan, kafası çalışan adamlardan birisi olsaydı keşke! Lenin, Stalin, Maksim Gorki’lere gelince, yüz yılda bir birisi bile çıkmıyor. En azından Çapayof gibi cesur baturdan beş altısı olsaydı. Hırsız Gani’yi herkes övüyor, Sadır Pehlivan’dan hiçbir yanı eksik değil diyorlar. Onu uzaktan gördüm. Döngşopang denen yere Hırsız Gani gelmiş haberini duyunca okuldan Topadöng’e koşarak geldik. Savut, Alim, Ekber, Aziz beş arkadaş onu görmeye geldiğimizde, Döngşopang’ın bekçisi bizi içeri almadı. “Dışarı çıkın yaramazlar, sizi vuracak, kesecek, öldürecek” diyor, sanki biz onlardan korkarmışız gibi. Hırsız Gani’yi gördük. Neden öyle ağzı bozuktu? Hey çocuklar dese olmaz mıydı? Hey orospu çocukları diye çağırdı bizi karanlık köşede rakı içerken. Kendisi iriyarı, yüzü çopur, açık sarı bir adammış. Şapkası da korku verecek kadar heybetliydi. Bindiği at daha harikaydı. Dışarı çıkıp ata binip balçık saçarak tavuk pazarında at koşturduğunu bir görsen…

      O, soğuğa dayanamadı. Ayakları kendinin değilmiş gibi uyuşmuştu ve kulakları acıyordu. Dizleri de uyuşmuş, dili sertleşmiş konuşmasına engel oluyordu.

      “Dur Gayit Abi, ben inip biraz koşayım!”

      “Tirrr-vuu! Ben demedim mi? Düzlükte anneni göreceksin diye, bak doğru mu?”

      “Hayır, annemi henüz görmedim. Senden başka kimseyi görmedim. Atlarını kırbaçla, ben atlarınla beraber koşarım.”

      “Deh!” dedi arabacı, düzlükte atlarına kamçı vurup. Atlar ürkerek koşmaya başladı. Nuri de var gücüyle koşuyordu. Başına sof şapka, üzerine eski modelli dik yakalı yünlü ceket, ayağına ucu kıvrımlı eski bir ayakkabı giyen, gün geçtikçe bedeni gelişmekte olan, on altı yaşından dört ay aşan öğrenci yiğit, çiftçi atlarıyla aynı hızda koşarak uzun düzlüğü geçti. Çiftçi bu çocuğa hayranlıkla baktı:

      “Babanı geçeceksin Nuri! Baban Ziyek, mahallenin öküzüydü. Ama yardakçıları püskürtemedi. Muhtar Bay onları yerle bir eder desek, o da mecnun oldu.” dedi, arabaya atlayarak binen yiğide kaba çiftçi diliyle:

      “Karakış bizim gibi güçsüzlere zorbalık yapıyor. Hırsız Gani kışın yalnız bir gömlekle dolaşıyormuş. Canı demirden mi acaba? Öyledir! Yoksa hapishanenin duvarından tırnağıyla delik açıp kaçar mıydı?”

      Nuri kahkaha attı:

      “Tırnakla duvar delmek mümkün mü? Bu da bir mübalağa!”

      “Ne demek bu ya, Nuri?”

      “Abartılı söz.”

      “Öyle ya, koyunun karnına üflemiş gibi üfleyerek kabartılmış söz desene?”

      “Evet, СКАЧАТЬ



<p>36</p>

Gomindang—Çince kelime, Çin Halk Partisi, bir diğer adı Çin Milliyetçi Parti si. 1946—1949 yılları arasındaki İç savaşta zafer kazanan Çin Komünist Partisi, 1949’da iktidara geldikten sonra, Gomindang Tayvan’a kaçmış ve orada kendi hakimiyetini kurmuştur ve hala devam etmektedir.