Arabanın başındaki direğe dirseğiyle dayanıp ak kilimden çizme giyen ayaklarını sarkıtıp yalın ve tüylü deriden kürk, pantolon, şapka giyip, kendini kışın kahramanı sayarak oturan güler yüzlü çiftçi:
“Üşüyor musun Nuri?” dedi, yüksek sesle:
“O çuvalda yengene götürdüğüm kadife ceket var, onu giy.”
“Hayır, üşümedim.” dedi Nuri, çok üşümesine, kulağının acımasına, ayağının uyuşmasına rağmen hiçbir şey sezdirmeden. Ayaklarını araba tahtalarına vurarak:
“Gece geç kalacağız değil mi?”
“Hezivektam’a henüz gelmedik. Yolun ortası fırtınalı, soğuğun gücünü düzlükte göreceksin, kendine pek güvenme, ayağını o kıl çuvalla sar, soğuk artıyor. Bak! Atların yelesi de kırağı çalmaya başladı, çarklar da gıcırdıyor.”
“Üşümem.” dedi Nuri, kendine meydan okuyor gibi yüksek sesle:
“Sovurof çok soğuk günlerde bile başına bir kova su döküyormuş!”
“Solunup dediğin kim? bizim gibi cünüp olarak dolaşmıyor desene!”
“Cünüp ne demek Gayit abi?”
“Ha ha… Bilmiyor musun? Koyunun, eşeğin kuyruğunu hiç kaldırmamışsın galiba? Hi hi…”
Nuri sustu. Arabacıyı içinden kötüledi:
“Yeme içmeyi ve yalnız şu işi bilir bu adamlar. Halk ne demek? Onun derdi nedir, talebi nedir? Millet nasıl bir şeydir, şimdi ne durumdadır? Bu meseleleri asla düşünmüyorlar. Üç dört milyon Uygur’un doksan dokuzu işte böyledir. Bu yüzden bu milleti başka milletler yönetiyor. Bizde Şeng Duben gibi askeri bilgisi olan, kafası çalışan adamlardan birisi olsaydı keşke! Lenin, Stalin, Maksim Gorki’lere gelince, yüz yılda bir birisi bile çıkmıyor. En azından Çapayof gibi cesur baturdan beş altısı olsaydı. Hırsız Gani’yi herkes övüyor, Sadır Pehlivan’dan hiçbir yanı eksik değil diyorlar. Onu uzaktan gördüm. Döngşopang denen yere Hırsız Gani gelmiş haberini duyunca okuldan Topadöng’e koşarak geldik. Savut, Alim, Ekber, Aziz beş arkadaş onu görmeye geldiğimizde, Döngşopang’ın bekçisi bizi içeri almadı. “Dışarı çıkın yaramazlar, sizi vuracak, kesecek, öldürecek” diyor, sanki biz onlardan korkarmışız gibi. Hırsız Gani’yi gördük. Neden öyle ağzı bozuktu? Hey çocuklar dese olmaz mıydı? Hey orospu çocukları diye çağırdı bizi karanlık köşede rakı içerken. Kendisi iriyarı, yüzü çopur, açık sarı bir adammış. Şapkası da korku verecek kadar heybetliydi. Bindiği at daha harikaydı. Dışarı çıkıp ata binip balçık saçarak tavuk pazarında at koşturduğunu bir görsen…
O, soğuğa dayanamadı. Ayakları kendinin değilmiş gibi uyuşmuştu ve kulakları acıyordu. Dizleri de uyuşmuş, dili sertleşmiş konuşmasına engel oluyordu.
“Dur Gayit Abi, ben inip biraz koşayım!”
“Tirrr-vuu! Ben demedim mi? Düzlükte anneni göreceksin diye, bak doğru mu?”
“Hayır, annemi henüz görmedim. Senden başka kimseyi görmedim. Atlarını kırbaçla, ben atlarınla beraber koşarım.”
“Deh!” dedi arabacı, düzlükte atlarına kamçı vurup. Atlar ürkerek koşmaya başladı. Nuri de var gücüyle koşuyordu. Başına sof şapka, üzerine eski modelli dik yakalı yünlü ceket, ayağına ucu kıvrımlı eski bir ayakkabı giyen, gün geçtikçe bedeni gelişmekte olan, on altı yaşından dört ay aşan öğrenci yiğit, çiftçi atlarıyla aynı hızda koşarak uzun düzlüğü geçti. Çiftçi bu çocuğa hayranlıkla baktı:
“Babanı geçeceksin Nuri! Baban Ziyek, mahallenin öküzüydü. Ama yardakçıları püskürtemedi. Muhtar Bay onları yerle bir eder desek, o da mecnun oldu.” dedi, arabaya atlayarak binen yiğide kaba çiftçi diliyle:
“Karakış bizim gibi güçsüzlere zorbalık yapıyor. Hırsız Gani kışın yalnız bir gömlekle dolaşıyormuş. Canı demirden mi acaba? Öyledir! Yoksa hapishanenin duvarından tırnağıyla delik açıp kaçar mıydı?”
Nuri kahkaha attı:
“Tırnakla duvar delmek mümkün mü? Bu da bir mübalağa!”
“Ne demek bu ya, Nuri?”
“Abartılı söz.”
“Öyle ya, koyunun karnına üflemiş gibi üfleyerek kabartılmış söz desene?”
“Evet, СКАЧАТЬ
36
Gomindang—Çince kelime, Çin Halk Partisi, bir diğer adı Çin Milliyetçi Parti si. 1946—1949 yılları arasındaki İç savaşta zafer kazanan Çin Komünist Partisi, 1949’da iktidara geldikten sonra, Gomindang Tayvan’a kaçmış ve orada kendi hakimiyetini kurmuştur ve hala devam etmektedir.