Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 16

Название: Anayurt - I

Автор: Zordun Sabir

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-23-7

isbn:

СКАЧАТЬ başlamış galiba, onun kutlaması olsa gerek.”

      “Öyleyse ben döneyim!” dedi Muhtar Bay, atının ipini toplayıp.

      “Bize konuk olmaz mısınız Muhtar Bay?”

      “Sağ olun hazretim, Hocamı Mirab’ın evinden bulayım o zaman!”

      Karayorga atını koşturup çok geçmeden Cirgılang Köprüsü’ne geldi. Köprünün öbür tarafındaki tepeye çıkıp atının bel bağını pekiştirdi. Kollara ayrılmış olan yol başındaki tepede durup sağ taraftaki yola baktı. Bu yol derin vadilerden geçip İli Nehri’ni takip ederek doğuya yönelen, Moğolküre, Tikes, Dokuztara, Künes’lere, hatta Şota’dan geçip Muzdavan’dan aşıp Bay, Aksu yollarıyla Kaşgar, Hoten’lere giden büyük kervan yoluydu. Bu yolda Çıngıraklı develer, eşek çobanları, hasır ve dallardan gölgelik yapılmış arabalar, kervanlar toz toprak saçarak durmadan geçiyordu. O, nehrin öbür tarafına baktı. Dağın dibindeki açık sarı tepeler, uçsuz bucaksız yoncalık, orada burada gözüken Tarancı köyleri tanıdık mekânlardı. Sabunbulak, Hunihay’dan Çapçalmezar’a kadar Cagıstay, Kaynuk, Yalnızağaç, Kavuncu köyleri eğlence ve espri mekânıydı. Çiftçiler evlerindeki lamba ışığında eğlenip karanlık kışın günlerini geçiriyorlardı. Muhtar Bay orayı seviyordu. Karşısındaki düzlük -kavaklardan Yamatu’ya kadar geniş arsa onların beylik toprağıdır. Birkaç yüz yıldan beri nehir kıyısındaki çukur, eski ormanlıklara sığınan Tarancılar bu geniş alanın sahibiydi. Bugün neden Kaşgar’dan gelen Abduömer bu yere sahip oluyor? Aksu’dan çıkıp, valinin yalağını yalayıp büyüyen Alaca Kısrak neden kendi kardeşlerine işkence ediyor? Üstelik Kolhoz olmaktan korkup Rusya’dan kaçıp gelen Çilekliler, Ğalcatlıklar, Ketmenlik, Puşkeklikler bile neden Tarancı bayı Muhtar Bay ile şanyoluk27 yarışına giriyor? Hocam neden kendi halkına sahip çıkmıyor? Muhtar Bay düşündükçe sinirlenip, birilerine sövüyor ve birilerini dövmek istiyordu. Üzengiye ayağını koyup ata sıçrayarak bindi ve toz topraklı kervan yoluna değil, çukuru takip ederek giden yalnız binek arabası yoluna doğru atını dehledi.

      Önündeki köy, Rusların yerleştiği Akçakavak köyüydü. Onlar değirmen işletip balık tutup bal arısı yetiştirip sonunda Gulca’nın akın kıyıları, sık ağaçlı vadilerine yerleşti. 1881’de vatanlarına döndüler fakat Rus Çarı devrildikten sonra İli’ye tekrar kaçıp geldiler. Bugünlerde onların bir kısmı bu iki köyün tadını çıkarıyordu. Buralarda karpuz çok iyi yetişir, bıçak değer değmez yarılır, yediğin zaman dilinden tadı gitmez. Rusların köpekleri atlıya dahi uluyordu. Gür sakallı yaşlılar, büyük etek giyen göbekli kadınlar köpekleriyle gurur duyarak kahkaha atıyordu. Onlar bile Tarancı toprağının hakimiydi. Peki şehirde? Andicanlılar ile Nogaylar tahtalı, cam pencereli evlerin sahibi, hepsi tüccar, dükkân sahibi, bilgin idarecilerdir. Nereye bakarsan Tarancının durumu kötüdür. Azıcık buğdayı ekip yaz boyunca gölgede yatarak büyük konuşup kar kırağıya bulaştırıp topladığı ürünleri vergiye, ot saman borcuna kaptırıp boynu bükük yaşayıp gidiyorlar… Hayır, Muhtar Bay Tarancıları uyandırıp, bu geniş zeminin sahiplerinin gözünü açacak.

      O, Akçakavak Ruslarının köpeklerini kırbaçlayarak öfkesini çıkardı ve Akçakavak’ın bir ucundaki ünlü pınarın yanında attan indi. Buz gibi çeşme suyunu avuçlayarak içti, sonra atına binip sol tarafındaki eski karaağaçlar arasında sıra sıra duran Rus evlerine bakıp tükürdü:

      “Bak! Evlerinin tavanları da Kazakların çadır evleri gibi sivri. Üstelik arabalarının dört çarkı var. Vay cehennemden kaçmış gâvurlar! Kendi toprağında kalamayınca bize sığındın. Padişahın devrilmemiş olsaydı Türkistanlılar buraya gelip muhtarlık için benimle didişir miydi? Bütün belanın başı siz kıllı mahlûklar! Kim bilir burada şimdi karınca gibi çoğalıp kendi Rus Çarına dikleniyor musunuz?” O, atını oynatıp geniş bataklığa çıktı. Orada Kazak çobanlar hayvan bakıyordu. “İşte bu Kazaklar iyi insanlardır, sürülerine bakarlar ne toprağına, ne şehrine göz dikerler.” diye düşündü.

      Hava karardığında Pınarbaşı Mahallesi’ne geldi ve tepeden inip kara su takip eden yol ile batıya doğru yürüdü. Sessiz gecede değirmen şelalesi şarıldıyor, değirmen taşının takırtıları duyuluyordu:

      “Peh, suyu söyleten Mirab’tır.” diye mırıldadı.

      Kara Dere diye adlandırılan çayın üzerine görkemli bir köprü yapılmıştı. Köprüye bakan güney kapı önünde attan indi. Bu büyük kapı yanındaki küçük kapıdan bir adam çıktı ve selamdan sonra Muhtar Bay’ın atını aldı:

      “Şu an mukam söylüyor Rozi Tambur!” dedi hizmetçi, atı çekerek büyük kapıya yönelip.

      Büyük avluya lamba yakılmıştı. Su yağı doldurulmuş kara lamba sönük ışığıyla avluyu aydınlatmıştı. Kapının sol tarafındaki odalar gazyağı lambalarıyla aydınlatılmıştı. Birisinin mukam söyleyen sesi duyuluyordu. Hüzünlü, manası kapalı olduğu halde ayet gibi etkileyici olan mukamları Muhtar Bay defalarca duymuştu. O, mukam söyleyen kişinin ne dediğini bilmiyor ama onun çaldığı tambur müziğini seviyordu. Ne var ki, bugün mukam onu oldukça etkiliyordu. Ağlamak, bağırmak, yakasını yırtmak geliyordu içinden. Dışarı eve girip ayakucuyla basarak taraça kenarında oturdu. Halı serilen büyük oda misafirlerle doluydu. Yukarıda Hakimbey Hoca güllü kilimler üzerindeki tüy yastıklara yaslanarak oturuyordu. Yanında şehir baylarından bir kaçı, bu tarafta köy zenginleri, mukam müritleri ve dinleyiciler başlarını sarkıtıp oturuyorlardı. Mukam “bi-bi-bi…” ile sona erdi. Dutar ile tef, tamburu takip etti. Rozi Tambur, Hasan Tambur ve şarkıcılar var gücüyle şarkı söyledi:

      “Her kişinin derdi olsa ağlasın yar önünde, Kalmasın gönülde arman belki izhar önünde…”

      Muhtar Bay hıçkırarak ağlamaya başladı. Onun derdi az mıydı? Onun yüzünden Reyhangül erken hazan olmuştu. Kardeşi Ziyavdun’un başına askerler musallat olmuştu. Onların küçücük çocukları kara yetim olup bağıra bağıra ağlayarak ortada kalmışlardı. Alaca Kısrak denen yabani, hükümet askerlerini getirip onun adamlarına sert baktı, kamçı salladı, ürküttü, hiç kimse onun ağlamasını dinlemedi. Muhtar Bay dertli değil de kim dertliydi?

      “Ağlama bari!” dedi birisi onu okşayıp.

      “Hoş geldin, gel! Seni hocamın yanına götüreyim!”

      O, adama baktı. Önünde eğilerek gülümseyen kişi ev sahibi Kasim Mirab idi. Kara sakallı, beyaz yüzlü, iriyarı bu adam, Gulca vadisindeki Ara Irmak, Baytokay Irmak, Kosun Irmakları’nı yöneten, baharda ırmakları kazdırıp, balçıklarını temizleyip, bahar suyu gelmeden önce Kaş Nehri’ne baraj yaptırıp her köyün ana derelerine aynı miktarda su akıtmayı sağlayan adil mirab idi. Müzik durduğu an Muhtar Bay eve girdi ve herkes ile tek tek görüşüp iki eliyle onların elini tutup sohbet etti. Sonra Hocam’ın yanına varıp, güllü kilimde diz çökerek oturup dua etti. Hocam da dua etti. Herkes dua ettikten sonra Gulca şakacıları Muhtar Bay’a espri yağdırdı:

      “Yer cihan buz kesilmeden, bataklıktan kuru yere çıkmışsın be adam!”

      “Ruslar görmedi değil mi?”

      “Balçığa bulaşınca seni ok bile delemez!”

      “Ama СКАЧАТЬ



<p>27</p>

Şanyoluk—muhtarlık, köy yönetimi.