Safuan, yüksek makamlarda göreve gelmek için başarılı olmak ve her işi yapabilmek gerekmediğini anlayıp, taa Brejnev devrinde bilimsel çalışmaları bırakıp kamu dairelerine geçmek istediğini söylediğinde, annesi ona:
“Bilemiyorum, oğlum. Müdür olmak için koyunlar arasında kurt, kurtlar arasında koyun olabilmek gerekir,” diye şüphesini bildirmişti. Ancak annesi bilmiyordu ki, kurtlar arasında, kuyruğunu ayakları arasına sıkıştıran bir kurt değil, dişlerini kullanıp diğerlerini böğürtmeye hazır olabilmek önemliydi. Aksi halde Rusların: “Bu sefer kime karşı birleşiyoruz?” dedikleri duruma düşerdi insan. Kurban seçilen birini yeyip bitirdikten sonra, herkes kendi yoluna devam eder, başka bir zaman, bu kurbanın kendin olabileceği fikri de hep kafanda olur, her zaman bu korku ile yaşarsın…
İktidar, mal, mevki hırsı; bunlar ölümcül hastalıklar… Bu hastalığa yakalandı mı iflah olmaz insan. İktidarını ve mevkini ne zaman kaybedeceği belli olmadığı için en azından biraz kendi, çocukları, torunları için mal toplamak ister…
Safuan artık bunlara kafa yormuyordu. Zamanında her şeyi düşünmüş, kendi işlerini yoluna koymuştu. Tabii ki, işlerini kanunlara, nizama göre kurmuştu. Şimdi ise her şey saat gibi, tık tık çalışıyordu.
“Nasıl görmezler, hırsızlığı, yolsuzluğu nasıl görmezler?” diye devam etti dünürü. “Neden görmüyorlar? Herkesin cebindeki kuruşa kadar biliyorlar oysa. Ama haddini aşmazsan, toparlanıp kendine çeki düzen verirsen, gerekli kişilere yalakalalık edersen, en önemlisi de çaldığını paylaşabilirsen, elbette bir az da vazifeni yaparsan, görev süreni uzattırabilirsin…”
Büyük bir dikkatle, çiçekler, güller dolu ovayı seyrederek giden Safuan:
“Baksana dünür,” dedi. “Şu bitki sarına değil mi?”.
“Evet,” diye başını salladı dünürü. “Savaş yıllarında bizi açlıktan kurtaran sarına. Savaş yıllarında çok az rastlanıyordu, nerdeyse kaybolmak üzere idi, son senelerde yine çoğalmaya başladı.”
Dünürü, öfkeyle buraların tabiat harikası denebilecek doğal güzelliklerini, yabancı zenginlere satmak isteyen başkanlar hakkında söylenmeye başladı.
İlgisizliğinin sebebini, dünürünün yanlış anlamasını istemeyen Safuan, nihayet:
“Hayat arabası fazla hızlı gidip devrilmesin diye ‘Tekerleklere çomak sokulsun!’ emri göklerden gönderilmiş değil midir, dünür? Son zamanlarda böyle düşünmeye başladım,” dedi.
Dünürü mavi gözlerini Safuan’a dikti:
“Tekerleklere çomak sokanlar iyice çoğaldılar,” dedi. “Arabayı tamamen kırmalarından korkuyorum.”
“Sen, hiçbir şeyden korkmazsın!”
Safuan’ın dünürü ilginç bir adamdı. İsmi cismine o kadar uygundu ki: Adilgerey.
Adilgerey, hayatı boyunca başkanlara muhalefet etti, onlarla hiç geçinemedi. Yanlış gördüğü her şeyi başkanların gözlerinin içine bakarak söyler; doğru kabul ettiklerini yapmaktan hiç çekinmezdi. Başkanlar önce ona biraz tahammül eder, sonra da işten çıkarırlardı. Onun müdürlük yaptığı dönemde işler çok iyi giderdi, o görevinden ayrılınca da her şey aksamaya başlardı. İşler yolunda gitmeyince onu yine işin başına çağırırlar, o da gelip yoluna koyardı her şeyi. Son zamanlarda okul müdürlüğü yapıyordu. Birkaç defa müdürlük görevinden almışlar, ama yalvar yakar tekrar göreve dönmesini rica etmişlerdi.
Dünürü önceki gün anlatmıştı:
“Beni en son göreve çağırdıklarında çekinmeden sordum: ‘Bu sefer neyi beceremediniz, neye ihtiyacınız var?’ ‘Okulun çatısını yaptırmak için ayrılan para yeterli değil,’ dediler. Bir hayırsever buldum, yaptırdık. Kazan dairesini de tamir ettirdim. Bu arada okula küçük bir ekmek fırını kurdum. Eski öğrencilerim arasından yüksek mevkilerde çalışanlar çok, onlar yardım ettiler.
Okulun çiftliği var, sürüleri, arıları… Çiftlik sayesinde, bu sene öğrencilere sene boyunca bedava yemek verildi, fakir öğrencilere kitap, defter, elbise alabilecek kadar paramız oldu…”
Safuan, onun dün dediklerini hatırladı, “Memleket vicdansızların eline kalmış demek doğru olmaz, yapabilirim, çalışırım diyenler de az değil, işte: Adilgerey,” diye düşündü.
Safuan, Adilgerey ile gerçekten de gurur duyuyordu. Değer verdiği, saygı duyduğu nadir insanlar arasında ilk başta Adilgerey vardı. Milletvekili adayı olduğunda, arkası güçlü, zengin, hayâsız rakiplerini Adilgerey sayesinde kolayca alt edebilmişti. Seçim çalışmaları için gittikleri her köyde: “Adilgerey teklif ettiği için, Safuan’ı seçiyoruz,” diyordu halk.
Safuan, seçim sırasında verdiği sözleri yerine getirebilmiş miydi? Dünürü onun verdiği sözleri yerine getirememesinin nedenini anlıyor muydu acaba?
Safuan, kafasını ağrıtan bu düşüncelerden yoruldu ve arkadaki arabaya binip gelen yoksul çifte dönüp baktı. Zabihulla çok ilginç biriydi. Çocuklar gibi kahkahalı gülmeye başladığında, ona katılmaktan başka çare kalmıyordu. Şimdi de çirkin karısı ona bağırarak bir şeyler anlatıyor, o da kafasını arkaya atarak kahkahalarla gülüyordu. Karısı ona ne anlatıyordu acaba? Safuan, o kadının anlattıklarını dinlemek, kahkahalarla gülmek istedi.
Adam birden dizginleri çekip atı durdurdu, arabadan inip dağın eteğine doğru koşarak gitti. “Adam orada ne gördü acaba?” diye baktı Safuan. Adam bir demet papatya ve gelincik toplayıp arabaya doğru koştu. Şaşırdı Safuan: “Yoksa bunlar gerçekten birbirlerine âşık mı?” diye sordu kendi kendine ve gülümsedi.
Onun şaşkın bakışlarını izleyen Adilgerey’in yüzüne hafif bir tebessüm kondu. Adilgerey, bu kurnaz tebessümü ile: “Aşk sadece kısa etekli, kırmızı tırnaklı sekreter ile hep ‘Ben’ diyen, ‘Ben Muhametemin’ diye böbürlenen şişman müdürler arasında mı oluyor?” demek istedi.
Adilgerey’in otlağı çok güzel bir yerdeydi. Safuan, dünürünün çocukları, yiyecekleri, içecekleri, diğer malzemeleri arabadan indirirken onlara dönüp ikide bir: “Siz olmasanız, bu ovanın güzelliği bir hiçtir?” diye söylemesinin sebebini düşündü.
Zabihulla, balık tutmayı severmiş. Tabiata susayan köylüler onun etrafına toplandı. O arabanın alt tarafındaki sandıktan bir ağ çıkardı. Yan taraftaki pırıl pırıl akan ırmağı gösterip, etrafındakilere bir şeyler anlattı. Zabihulla şakacı, güzel konuşan, ama çenesi düşük biriydi. Karısı Samiga ise sessiz, çalışkan… Gelir gelmez bütün yiyecekleri yerleştirdi. Yağı, peyniri, yoğurdu pınarın gölge bir yerine, soğuk suların kenarına bıraktı. Eti yıkayıp kazana doldurdu, ekmekleri de farelerin ulaşamayacağı bir ağacın dalına astı. Hiç konuşmuyordu Samiga, etraftakileri dinliyordu.
“Samiga yenge, senin СКАЧАТЬ