Sofi ağabeyinin sözünü bölerek, bir şey söylemek istemişti fakat o bırakmadı:
– Siz acele etmeyin! Söyleyeceğim sözü dinleyin! Sofi sessiz kaldı. Sonra ağabeyi devam etti:
– Şehri bırakın! Bu avluyu satın! Şehirde avlu ve bağı iyi bir paraya alıyorlar. Bunun yarı parasına veya üçte birine köyden küçük bir avlu alırız. Geri kalanıyla da malzeme alırız. Kendi yerimizin yakınından bir parça daha yer buluruz. Onu da alırız. Henüz güçlü kuvvetlisiniz, birleşip işleriz. Doğru mu?
Sofi bir şey söylemedi. Beyaz doppısını başından almış, büküp oynuyordu…
– Haydi, bir şey söyleyin!
Sofi hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı. Yine hiç sesini çıkarmadan içeriye doğru bir iki adım attı. Sonra yine arkasına dönüp, cevap verdi:
– Ben sarığımı, tonumu9 giyip çıkayım. Cumayı hanekâhta kılarız. Geç kaldık…
Ağabeyi hanekâha giderken, yine bu meseleyi açtı:
– Peki, deyin. Köye gidelim! Ölüm, hak! Ölüm geldiği sırada birbirimizden uzak düşüp, birbirimize hasret olarak ölmeyelim…
Sofi bir ulakçı tayı10 gösterdi:
– Bu hayvancağız, çok iyi bir at olur mu? Vay vay vay! Sessizlik çöktü. Sonra yine söze başlandı:
– Ne dediniz? Konuşun! Kocakarı da çok istekli…
– İşte o, mabeynci Ömerali’nin hamamı. Yüz yetmiş yıl önce yapılmış hâlâ bir tuğlası bile düşmemiş. İçine girsen, çın çın yankılanıyor.
Ağabeyi kendi fikrini dinletip kabul ettiremeyince, Kurbanbibi ile görüşüp, meseleyi İşan dedeye arz etti.
İşan önce:
– Sofi kendisi nerede? diye sordu. Sofi’nin ağabeyi:
– Evde kaldı. Biraz dişi ağrıyor, dedi. İşan güldü:
– Dişi mi ağrıyor? dedi. Vay vay! Diş ağrısı yaman bir şey. Gidin anlatın, zahire pazarının köşesindeki berbere gitsin, kerpetenle hemen tutup çeker. Sakinleşir. Gidin, âmin, Allahü Ekber!
Böylece Sofi’nin ağabeyi ümitsiz bir hâlde köyüne döndü. O atına binip, vedalaşıp iyi dileklerde bulunurken Sofi içeride “Hikmet” okuyordu. Kurbanbibi peçesini yüzüne tutarak dış avlu kapısının önüne kadar çıktı. Elbisesinin uzun yeni ile gözyaşlarını silip, köyden gelen misafirini yolcu etti. Kurbanbibi’nin yanında durup, yankılı sesiyle: “Güle güle gidin şimdi! Adalethan ablamlar gelsinler. Küçük hediyeyi, elbette alıp gelin”, diye konuşan Zebi, misafir gözden kaybolunca, annesine sordu:
– Babam niye yolcu etmeye çıkmadı? Kurbanbibi kısaca cevap verdi:
– Babanın huyu kurusun, balam! dedi ve içeri döndü.
Kurbanbibi’nin bundan başka endişeleri de artıyordu. İşte bu köylü misafirin gelişi yine büyük bir endişeyi de canlandırdı. Hakikaten biçare Kurbanbibi üst baş, bilhassa biricik kızının çeyizi hususunda çok endişeleniyordu.
Böyle endişelerin tesiriyle, o daha fazla tahammül edemeyip, gidip, sık sık Sofi ile basit şeyler için kavga ediyordu. Öyle kavgalara Sofi’nin asla tahammülü yoktu, “Tanrı verir!” deyip, olanca sesiyle bağırarak cevap veriyordu.
Kurbanbibi de insan değil mi, tahammül edemiyordu. Bir gün kendi kendine söylendi:
– Tanrı verir elbette! O zaman kulu da hareket ederse, gayret ederse verir! Tanrı “sebeb”i halleden değil mi, nihayet? İşan anam bir gün İşan Sofi’den11 okuyarak, çalışmanın farz olduğunu söylemişlerdi!
Bu yakınmalara Rezzak Sofi cevap bile vermedi. Hiçbir şey söylemeden gerisin geri döndü. Kurbanbibi söylenmeye devam edip, hatta sesini daha da yükseltmeye başlamıştı. Sofi kendisinin o her zamanki kısa sözlerinden birini öfke ile bağırarak sarf etti:
– Oldu diyorum, it balası!
Babası geldikten sonra Zebi’nin gönlünü dolduran ızdırap ve heyecanlar, Rezzak Sofi’nin “Nedir bu kıyamet!” şeklindeki feveranından daha korkunçtu. Soğuk yüzlü bir Sofi’nin nezdinde bu kadar korkunç görülen sıradan ve tabiî bir balalık oyununa gösterilen bu tepkinin sebep olduğu ızdırap, küçük kafesin açılışını beklediği sırada kapıya kocaman bir kilidin vurulduğunu gören bir kuşun ızdırabından az olur muydu?
İki kızın bilhassa Zebi’nin gönlündeki ızdırabın Sofi girdikten sonra daha da alevlenmesi gerekiyordu. Çünkü kızlar eğlence ve oyuna kapılıp, bütün her şeyi unutmuş değiller miydi? Karanlık kış günlerinden kalan dertler, dört duvar arasında yaşamaktan kaynaklanan sıkıntılar, babadan gelen zulümler, görücülerin sebep olduğu rahatsızlıklar durmamış mıydı? Gençliğin kuvvetli dalgaları, onların hepsini bir bahar yağmuru gibi yıkayıp gitmemiş miydi? Böyle bir arkadaşın bu kadar şirin muameleleri karşısında o kadar aksi ve inatçı babanın varlığı da unutulmamış mıydı? Evinden “Hemen gidip gelirim”, diyerek çıkan Saltı da verdiği sözünü, evini ve ana babasını unutup, elinde bir süpürge ile kalmamış mıydı?
Gaflette kalanların başına inen sopa çok yaman olur, derler. Bu iki kız oyun ve eğlence hevesiyle gaflete düşmüşlerdi. Sofi’nin ağır darbesi ile kendilerine gelince, önlerine zor bir dağın dikildiğini görüp, gayriihtiyari korkuya kapıldılar. Bu dağdan aşmak gerekiyordu, hâlbuki bu dağ, böyle genç balaların aşabileceği dağlardan değildi. İkisi de ızdırabın bu ağır yükünü birbirlerinin gözlerinden okudular.
Sofi’nin bağırıp çağırmasından sonra biraz şaşkınlıkları geçince, eve girdiler ve kendilerini kapının arkasına alıp, Rezzak Sofi’nin hareketlerini gözetlemeye başladılar. Gözleri Sofi’de fakat kulakları Kurbanbibi’nin ağzında idi. Onun söyleyeceği sözler, onların gönüllerinde hâsıl olan ağır ve karışık düğümü ya çözecek veya daha beter karmaşık hâle getirip, bu iki genci yine kaç ay boyunca birbirlerinden ayırıp uzaklaştıracaktı.
Bunlar eve girince, Sofi’nin kapı önünde rengi ağarıp bozardı. Sonra sarığını Kurbanbibi’ye uzatıp, üstündeki açık sarı, önü açık uzun elbisesini uzaktan sedire attı ve her zamanki sesiyle:
– Kancıklar! diye bağırdı.
– Gençler eğlenip oynaşırsa, ne olur? Niye bu kadar öfkelendiniz? dedi Kurbanbibi.
– Konuşma, eşek!
Kurbanbibi sesini kesti. Sofi sedirden tarafa yürüdü. Sedirin üstüne sofra serilip, bir bakır tabak dolusu ekmek ile piyalede şerbet konulmuştu. Sofi sedire çıkıp oturduktan sonra Kurbanbibi ocaktan çayı alıp geldi.
Sofi’nin СКАЧАТЬ
9
Ton: Türkistan’da pardesü, cübbe gibi üstten giyilen önü açık ve uzun mahallî kıyafet.
10
Ulakçı tay: Kesilen bir buzağı veya oğlağı atlıların birbirlerinden çekip alarak oyna dıkları ulak tartuu, kökbörü veya köpkeri adlı oyun için özel olarak yetiştirilen tay.
11
Dinî ahlâk kitabının müellifi mutasavvıf şair Sofi Allahyar’ın halk arasındaki ismi.