Gece ve Gündüz. Çolpan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gece ve Gündüz - Çolpan страница 7

Название: Gece ve Gündüz

Автор: Çolpan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6981-39-3

isbn:

СКАЧАТЬ bulunduğu sırada Rezzak Sofi ya arık boyundaki otları yolar ya avlu kapısının açık kalan zincirlerini yerine koyar veya avluda odun keser veya olmazsa iki eli arkasında, kâh içeri girip, kâh dışarıya çıkıp, kâh avluya geçip dudaklarını arı sokmuş adam gibi ağzını açmadan, hiçbir şey söylemeden dolaşırdı. Yaz mevsiminde, daha çok gündüzleri uyur, geceleri, şafak sökünceye kadar, kendisi yalnız, yüksek sesle “Allahu!” deyip, kendi ailesini ve konu komşuyu uyutmazdı. İşan dedenin olmadığı günlerde serin hanekâhda8 çok keyif alarak uyur, derler. Bazen de diğer müritler onu yorgan döşeği ile beraber havuza atarlarmış. Evde olursa, orayı hanekâh gibi serinletip, ondan sonra uzanıp yatar ve öğle namazından sonra uyumuş olursa, akşamüzeri Kurbanbibi’nin seslenmeleri üzerine zorla kalkardı. İkindi namazı, çoğu zaman uykuya kurban edilir, bu sebeple kendi hanımından çok sitem de işitirdi. Ama bu hususta dili kısılır, hiçbir şey diyemezdi…

      Kış mevsiminde olursa, gece uyuyordu. “Zaten bir parça gün var, onu da uyuyarak geçirirsem, Kaşgar’dan da uzak kış gecesini nasıl geçiririm? Uyku, ömrü kısaltan bir şey!” diyordu. Bu büyük felsefe ancak layık ve münasip kişilere söylenir. Biçare aile üyeleri, genel olarak kadınlar, bu uyku felsefesini anlamaktan mahrumdur!

      Şehirde olursa, kendi evinden başka yerde bir gece bile yatmıyordu. İşan dedenin bir ziyafetinden sabaha karşı evine gelip yatmıştı. Şehirden dışarıya çıktığı çok nadirdi.

      Sadece İşan dede ile beraber (sadece onunla!) düğünlere, büyük ziyafetlere, kavun ve meyve eğlencelerine gidiyordu. O zaman elbette dört-beş gün evindeki yatağı, yorganı soğuyordu. Kurbanbibi’nin dediğine göre, yatağı, yorganı “dinleniyor”, Zebi’nin tarifine göre ise “rahatlıyordu”. Bir defasında bir düğün bir hafta uzayınca, altıncı gün bizim Sofi İşan’dan izin almadan kaçıp gelmiş! O zaman İşan dede bir süre Sofi’ye soğuk davranmıştı.

      Bu münasebetle Kurbanbibi yine konuşup takıldı:

      – Hazreti İşan ile beraber gidip, onun sayesinde o kadar izzet, ikram görüp, her türlü yiyecek içecekle ağırlanırken… Hazreti İşan’dan önce kaçıp gelmeniz de neyin nesi? Şehirde açılmayan dükkânınız veya işlemekten geri kalan çeltik değirmeniniz mi vardı?

      Sofi yine aşağı taife yanında mübarek ağzını açıp, aziz dilini hareketlendirmeye mecbur oldu.

      – Bedbaht fitne! Rahat bırakacak mısın, bırakmayacak mısın? “Hubbül-vatan minel-iman”, demişler yani “vatanı sevmek imandan”dır! Bilmiyorsan her şey boş. Bu dünyada vatanı olmayan sadece çingenedir. Beni vatansız mı sandın?

      Sofi biraz kızarak gitti:

      – Bu avlu, babandan kaldığı için benim mi demek istiyorsun? Öyle diyorsan, pasaport alıp, Rus’un trenine binip, “haydi!” deyip Mekketullaha gider, orada kalırım! Avlun da başına yıkılsın, fitne!

      Bu sefer Kurbanbibi yalvarıp yakararak zorla sakinleştirdi.

      Hakikaten Sofi’de hacca gitmek niyeti güçlüydü. Bunu her yıl tekrarlıyordu. Bir iki defa pasaport da aldı. Fakat nedense ayağını şehrinin toprağından kesemedi.

      Bu konuda da “vatanı sevmek imandan” deyip, “vatanı”ndan vaz geçemiyor mu? Her neyse, elbette bunun da bir sırrı vardı.

      Onun belli bir mesleği, bir marifeti yoktu. Ne ticaretle meşgul oluyor, ne çiftçiliğe heves ediyor, ne esnaflığın ucundan tutuyordu. Bununla birlikte, sofrası ekmeksiz, kazanı yemeksiz kalmıyordu…

      Bir yıl uzak bir köyden üvey ağabeyi gelip, üç dört gün kalıp gitmişti. O da kendisi gibi mümin bir yaşlı olduğu için çok iyi görüştüler. Her gün hanekâha beraber gidiyorlardı.

      – Sofi, ömrünüzü bir mesleğin ucundan tutmadan mı geçiriyorsunuz? dedi ona ağabeyi hanekâha giderken.

      – E e, dedi Sofi uzatıp ve kendi hâlinden memnun bir tebessümle gülümsedi: Benim devletim hiç kimsede yok, ağabey! İşan dede Tanrı’mın sevgili kulu, her türlü nimet ona dört taraftan su gibi akıyor. Nehir kenarında susuz mu kalacağız? Siz de tuhafsınız!

      Bu gülümseme ile yine biraz gittikten sonra, bu sefer ciddi olarak konuşmasına devam etti:

      – Ailemiz de maharetli usta bir terzi, Tanrı’ya şükür. Kızımız da doppı dikmekte “usta” oldu! Ailenin eksiğini gediğini kendileri halledip bitiriyorlar. Ben huzurla tesbihimi çekip yatsam da olur!

      Sofi’nin o ağabeyi geçen sonbaharda yine geldi.

      Ama bu sefer ciddi bir meseleyi görüşmek için gelmişti. Bir iki gün misafir kaldıktan sonra meseleyi açtı:

      – Sofi, kendiniz “vatan”, “vatan” diyorsunuz ve vatanınızı bilmiyorsunuz.

      Sofi bu “bilmiyorsunuz” sözüne öfkelendi:

      – Niye bilmiyormuşum, ağabey? Siz de sözünüzü bilerek konuşursanız iyi olur!

      – Hemen öfkelenmeyin, bilerek konuşuyorum. Vatanınız, ana babanızın yaşadığı, kendi doğduğunuz, ana baba ruhu için mum yakılan yer değil mi?

      Sofi sessiz kaldı. Hatta gözlerinden yaş süzülür gibi oldu.

      – Niye bir şey demiyorsunuz? diye sordu ağabeyi.

      – Doğru söze ne diyebilirim? İlginçsiniz…

      – Öyleyse vatanınız, o bizim köyümüz.

      – Evet, o köy…

      İkisi de bir an sessiz kaldılar. Sofi misvağını kınından çıkarıp yine yavaşça yerine koydu. Yaşlı adam dizine düşen hazan yaprağını sapından tutup hızla döndürürken, cevap verdi:

      – Ben sizi alıp o köye götüreyim, diyerek geldim. Siz, benimle bir avuç toprak için kavga etmiştiniz. Yine bu konu hakkında ileri geri konuşmuş ve bu yüzden de gelip şehre yerleşmiştiniz…

      Sofi derin nefes aldığı için sesi titreyerek, cevap verdi:

      – Eski defterleri karıştırarak ne yapmak istiyorsunuz?

      Olan oldu, geçti. Yeri de batsın, mirası da…

      – Hayır, Sofi! Öyle söylemeyin!

      Ağabeyinin bu sözü keskin bir sesle ve emir tarzında söylenmişti. Sofi başını kaldırıp, ağabeyinin yüzüne baktı, ağabeyi devam etti:

      – Topraktan aziz hiçbir şey yok! Babamız rahmetli, dedelerimiz, onlardan öncekiler, hepsi rızıklarını o bir avuç topraktan çıkardılar… Doğru mu?

      Sofi belli belirsiz bir sesle:

      – Doğru… dedi.

      – Siz niye o topraktan kaçıyorsunuz?

      Sofi, bu doğru soruya verecek bir cevap bulamadı.

      – Toprak hani СКАЧАТЬ



<p>8</p>

Hanekâh: İşanın müritleriyle beraber mescidin içinde zikir çektiği mekân, tekke, hücre.