Böyle dedi de yoldaş Sabircanov, tam da becerikli başkanlar gibi pardösünün eteklerini sallayarak gitti.
Biliyor musunuz, yoldaş Sabircanov ile yine bir kere daha rastlaşmak denk geldi. Aynı köprünün dibinde. Geçen yıl oldu bu, son rastlaşmamız oldu.
Çay kaynatıp içeyim diye, sahilin başında ıvır zıvır toplayarak yürüyordum. Bakıyorum; köprüden kutular, iple sarılmış bohçalar, kova, kap kacak, yemlik gibi şeyler yüklemiş ve arkasına kızıl inek takmış bir yük arabası “tıngır mıngır” geliyor. Arabanın yanından dizgini tutarak bir ağabey gidiyor. Epey arkasından ise başını aşağı eğmiş, ellerini arkaya koymuş yoldaş Sabircanov’un kendisi adımlıyor. Ben onu hemen tanıyıverdim ve bağırarak laf attım. O yukarı uzanıp baktı da, atı tutan ağabeye bir şey söyleyip bana doğru gelmeye başladı.
Araba köprüden geçtikten sonra durdu.
Biz el sıkışıp selamlaştık da yeşil çimenliğe oturduk. Sabircanov kasketini çıkarıp terlemiş alnını sildi, sonra cebinden sigarasını çıkardı. Evet, bu defa yoldaş Sabircanov’un keyfi daha bir başka gibi, şen şakrak bir biçimde, ağzına ne gelirse onu söylemeye atılması anlaşılmaz kendisinde. Yine de ben mahsus kandırarak sormuş oldum:
–Yoksa pazara inek satmaya mı gidiyorsunuz?
–Göç ediyorum, kardeş, tekrar bölge merkezine… – dedi Sabircanov, en son sözüne vurgu yaparak.
–E kolhoz?
–Kolhoz ne? Bir yıl güçlendirdin, yeter, şimdi burada lazımsın, derler. Ağız da açtırmazlar. Böyle, kardeş, ekin ektirmeye başlayamadım, şimdi işte kerpiç dövdürmeye başlamak uygun gelir.
Pek tuhaf geldi bu iş bana, yoldaş Sabircanov’a bir an acıyıverdim.
–Kimsiniz peki siz, mesleğiniz süresince kimsiniz? – dedim, kendim de anlamadığımdan kızıverip.
–Tıkaç! – dedi Sabircanov, birden kestirip atarak.
–Nasıl o öyle… tıkaç?
–Şöyle şimdi; nerede bir gedik orada tıkaç biz, nerede bir şey aksamaya başlasa, oraya çabucak götürüp tıkarlar bizi… İşte kerpiç fabrikasına yönetici lazım oluvermiş. Haydi, Sabircanov, dön, fabrikayı devralıver!
–Tuhaf, tuhaf…
–Tuhaftır o… – dedi Sabircanov, her nasılsa, sadece ağzının bir kenarıyla gülümseyerek sigarasını çizmesinin tabanına basarak söndürdü de yerinden kalktı.
–Oldu, lafla peynir gemisi yürümez derler, kımıldamalı.
El sıkışıp vedalaştığımız sırada o yine açılıverdi:
–Fakat yine de biz sizinle balığı tek tek tutacağız hele!
–Hay hay, denk gelir mi acaba, siz elbette işte hiç de göç etmekten kurtulmazsınız?
–Elbette hayır! – dedi Sabircanov, aniden cesaretlenerek. –İşte dönüp bir yere sağlamca yerleşeyim de, ondan sonra demir sopayla kanırtsalar da kımıldamam, vesselam! Yeter! Hoşça kalın!
–Hoşça kalın, yoldaş Sabircanov!
Araba miskin miskin gıcırdayarak hareketlenince, ben oltalarımın yanına vardım. Bugün balık yakalamanın da nedense bir tertibi düzeni yok. En büyük oltaya taze yem koyup tükürerek misinayı havada sallayıp nehrin ortasına fırlattım. Kurşun ağırlığı şap diye suya giriverdi. Kızıl şamandıra önce hızlıca yüzdü, sonra, zıplayıp ayak üstü kalktı. Hatta, yolunu kaybeden bir izmarit balığı gelivermez mi damağına… tıkaç olasıca!
NASIL BİRİSİYMİŞ Kİ O?
Enstitüyü bitirince, beni bir büyük tröste11 gönderdiler. İşte ben bu tröst başkanının beni kabul etmesini bekleyerek oturuyorum. Ona benim kim olduğumu, nereden geldiğimi haber vermişlerdi çoktan. O hiç şüphesiz kabul edeceğini söylemiş, fakat biraz beklememi buyurmuş. Zararı yok, ben beklemeye razıyım, hiç de üşenmeden beklemeye razıyım.
Ara ara zil çalıyor. Sapsarı saçlı, kırmızı dudaklı, çıplak dolgun kollarına çil düşmüş sekreter hanım başkana gerekli kişileri çağırıp duruyor.
Bir saat kadar zaman geçip gitti çoktan, fakat ilk bekleyişim olduğundan fazla kaygılanmıyorum, işte şimdi çağırıverir diyerek oturuyorum. Yine bir süre geçtikten sonra, görüşme odasına insanlar toplanmaya başladı. Sözlerine, birbirlerini tutmalarına bakınca, onlar başkanın eşiğini çokça aşındırmış kişilere benziyorlardı. Onların çoğu sekreter hanımla pek yakın olup selamlaşıyorlar, onu kandırarak iltifatlar ediyorlar.
İşte yine zil çaldı. Yerinden kalkan hanıma ben:
–Yoldaş müdüre beni hatırlatınız haydi, – dedim. (İş adamıdır müdür diyorum, yanına giren çok, unutuvermesi de pek olası tabii.)
Hanım konuşmadan ofise girdi. Birazdan geri dönünce, pek resmi sesle bana:
–Müdür bugün sizi kabul edemiyor, şimdi orada müdürler toplantısı başlıyor, – dedi. – Evraklarla talimat belgenizi bırakıp gitmenizi buyurdu.
–Ne zaman geleyim peki?
–Yarın saat on ikide gelin!
–Ben parşömen kağıda sıkıştırıp dürdüğüm evraklarımı bırakıp çıktım. Yoldaş müdüre öfkelenmemeye çalıştım artık, bir buçuk saat bekletip kabul etmemesi beklenmedik bir durumdur, diye kendimi teselli ettim.
Ertesi gün on iki olmadan önce geldim. Ağzına sigara götürmüş halde hayale dalarak oturan daha önceki hanım benim soruma karşı üşenerek:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
11
Aynı alanda iş yapan çeşitli ortaklıkların hisse senetlerinin, bir denetim teşkilatına teslim edilmesi ve yönetimin bir teşkilatı yöneten gruba aktarılmasıyla oluşan, tekelci sermayedarlığa dayanan ortaklıklar birliği.