Böyle birbirine benzeyen bu bacanaklar tedarik bölgesinde “işleri” pek ustaca yürütürler. Büyük bacanak kaş göz işareti yapar, küçük bacanak hemen anlar. Büyüğü işe koşar, küçüğü usulcacık yollar, büyüğü işaret eder, küçüğü hemen ipin ucunu gizler. Büyüğü payın büyüğünü alır, küçüğü hissenin küçüğüyle de yetinir. Çünkü o ekmeğini büyük bacanağın elinden yiyorum diye bilir.
Böyle, fareler gibi sağa sola bakınarak sakin sakin yaşarlar bunlar. Mal biriktirirler, soğuk kaz yerler, karamela yerler… Ancak günlerden bir gün, aksilik bu ya, büyük bacanak işaret veremeden kalır, birdenbire denetim gelip basar ve bizim küçük bacanağımız, tedarikçilerin diliyle söylendiğinde zokayı yutar.
Büyük bacanak, bunu duyunca çok korkar, küçük bacanağı içinden it yerine sokup söver ve güvenilir insanlar vasıtasıyla kendisinin kesin emrini verir: Eve gelip durmasın, denetim esnasında hiç kimseyi de karıştırmasın, bütün suçu kendi üzerine alsın, o vakit o akılsızı kurtarmak mümkün.
Küçük bacanak için büyük bacanağın buyruğu – kanun. Küçük bacanağın hesabına göre, dünyayı döndüren çark – dostluk, büyük bacanağın dostları ise – yarı şehir. Bir dostunun yardımı ile savcının yatak odasına bile geçip girer o.
Nihayet küçük bacanak mahkeme karşısına çıkar. Böyle kudretli bacanağı olunca o kendini mahkemede pek cesur gösterir. Ne kadar sorsalar da, hiç kimseyi de karıştırmaz, bütün bildiği ve söylediği: “Sadece benim.” Savcının “Bir insan nasıl bu kadar yiyebilir!” – diye şaşkınlıkla sormasına karşı, hiç de hayrete düşmeden: “Yenir o!” diyerek cevap verir.
Söylemek de gerekmez, bu işte büyük bacanağın parmağı pek ustaca oynar: Küçük bacanak sekiz yıla gider, kendisi ise tedariğin başında sessizce oturup kalır.
TIKAÇ
Hemen hemen her yaz ben bir bölge merkezine balık tutmaya giderdim. Ve neredeyse her gittiğimde orada balıklara ölüp biten bir arkadaşa rastlamıştım.
…İlk karşılaşmamız bundan dört yıl önce oldu. Yaz ortasının güzel bir gününde ben, tam balıkçılar gibi, büyük kauçuk çizmelerle, eski yağmurlukla ve eski başlıkla, omuza büyük gelen demet oltalardan taşıyarak, sırta tıkıştırıp doldurulmuş sırt çantası asarak yük arabasında, bölge merkezinin pazar meydanına geldim. İnmemle birlikte en önce markete girdim. Gülmek için acele etmeyin, sizin düşündüğünüz her şey sırt çantasında vardır, unutulmamış, ama… işte tuz unutulmuş, hayırsız, tuz almak gerekti. İşte bu tuzu aldığım sırada bir kişi bana laf attı:
–Arkadaş, balığa mı?
Ben dönüp baktım: Biraz daha yan tarafta başına beyaz kasket, üstüne siyah ceket, ayağına krom çizmeler giymiş yuvarlak yüzlü, güçlüce bir kişi dikelip duruyordu.
–Evet, balığa – dedim ben.
–Uzaktan mı ?
–Kazan’dan.
–Pekiyi, pekiyi… Bizim nehir balıklı, tarançaları güzel yakalayabilirsin.
Benim ağzım tutulacak tarançaların kendilerini görmüş gibi yayılıverdi.
–Öyle mi? Keyifli haber. Kendi tecrübenizden yola çıkarak söylüyorsunuzdur değil mi?
–Yok, – dedi bu arkadaş, cimrice gülümseyerek. Olta atmışlığım yok. Teker teker tutmak benim ilgimi çekmiyor.
“Yüksekten atıyor bu ağabey”, diye bir an düşündüm ben ve onun özel araç gereçlerle iş yapan balıkçı olduğuna hemen orada inandım.
–Demek paragat7 atıyorsunuz?
–Hiçbir şey atmıyorum ben, kardeşim! – dedi o ve benim fazlasıyla meraklı durduğumu görmüş olsa gerek, soruverdi: –Neden o kadar hayret ettiniz?
–Siz teker teker tutmak benim ilgimi çekmiyor, dediniz. Öyle olunca…
–Doğru, bana balık kilolarca değil; kentallarca, tonlarca gerek.
–Tonlarca! Bağışlayınız, kim oluyorsunuz peki siz?
–Bölge Gıda Fabrikasının müdürü. Anlıyorsunuzdur artık, balığı tek tek tutmak benim plana uymaz. Nehri boylu boyunca büyük ağ ile arşınlayarak balık tutmak – işte benim planım.
Biz dükkandan çıktık. Ayrılmadan önce direktör arkadaş belki övünmek, belki beni utandırmak isteyerek:
–İkinci gelişinizde nehir kıyısına gitmeniz de gerekmez, – dedi. – Turna balığı mı lazım, çapak balığımı – bizden alıp gidersiniz.
–Balıkçı hiçbir zaman balığı satın almaz, – demiş oldum ben, o ise “Biliyoruz!” dercesine bana kurnazca göz kırpıverdi.
Biz ayrıldık; o kendi yoluna gitti, ben kendi yoluma gittim. Bölge merkezinden büyük şose yoldan geniş dere yatağına çıkarak ırmağa doğru adımladım. Bir üç kilometre kadar gidince ırmağın köprüsüne geliverdim. Ben kendim balık tutmak için yeri, genellikle, köprünün etrafında ararım. Köprünün etrafında, mesela, girdap yerler denk gelir, öyle yerde su derin olur, yavaş akar. İşte şimdi de, köprüden yüz metre kadar daha aşağıda, böyle genişçe bir girdap yeri buluverdim. Olta atmak için pek uygun olan açık yeri de varmış: Sarp kıyı altında yassı kumluk, su kıyıdan hemen derinleşiverir, dibinde balık yerine tutulup sürüklenip çıkarcasına dip çamuru, bitki kökleri gibi şeyler de görünmez. İki tarafta ise turna ağabeyin sinip yattığı kamışlık uzanır. Şanslı yer olsun!
Ben arkamdaki sırt çantasını çıkarıp bir yaban gülü çalılığının dibine bıraktım da kendimi koruyarak aşağıya indim ve sudaki balıklardan kim olduğumu, ne amaçla geldiğimi saklamak ister gibi usulcacık oltaları çözmeye başladım.
Yine de benim bu ilk gelişim ziyadesiyle verimli geçti: İki gün sahil boyunda yatarak sabah akşam karnım şişene kadar balık çorbası içip, beraberimde eve de bir üç kilo balık alarak döndüm.
İkinci yaz da ben bu bölge merkezine, aynı yere balığa gitmek istedim. Yola hazırlandığım sırada daha önce bölgenin marketinde rastladığım “Bölge Gıda Fabrikası” nın müdürü birden aklıma düştü. Nehirdeki balıkları ağla tutup bitirdi mi acaba diye şüphe ediverdim ben… Ama tamamen hazırlanınca, balığın bize kadarı da kalmıştır hele, diyerek yola çıktım.
Okuyuculara belirtmek gerek ki gerçek balıkçı daima alıştığı yere gider. Ve biz de geçen yılki yerimize, daha önceki köprünün dibine gelerek güzelce yerleştik.
…Güneş tuhaftı. Söğütlerin tarafına sessizlik konmuş, suyun üstü misket yuvarlanacak kadar pürüzsüz, ne bir şa-kıldayan ses ne bir hareket var! Sadece zaman zaman СКАЧАТЬ
7
Çok sayıda balık tutmak için kullanılan bir alet.