Dar Sokakta Ayak Sesleri. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dar Sokakta Ayak Sesleri - Emin Göncüoğlu страница 7

Название: Dar Sokakta Ayak Sesleri

Автор: Emin Göncüoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-88-3

isbn:

СКАЧАТЬ Meral Hanım öğleden sonra izin alıp gitti. O gidince bizim bölümde bir rahatlık, bir gevşeme oldu ki sormayın.

      Geçmiş olsun deme fırsatım olmadı, akşam ben de uğrayıp bir şişe kolonya götüreyim bari. Taksim İlkyardım Hastanesindeymiş, yolumun üstü sayılır.

      Yaz mevsimi bastırınca günler de iyice uzamaya başladı. Eminönü’deki büfelerden birinden küçük bir şişe kolonya alıp paket yaptırdım. Belediye, sandallarda kızgın yağda balık pişirip satan balıkçıları kaldırınca ekmek arası balık işini etraftaki büfeler kapıvermiş.

      Etraf mahşer gibi insan kaynıyor. Dolmuş ve otobüs duraklarındaki uzun kuyruklar içimi sıkıyor. Her akşam bu eziyet çekilmez ki… Boğazdan esintilerle gelen deniz kokusunu çekerek yeni Galata Köprüsü’nden yürüyerek geçip Karaköy’e geliyorum. Eski köprü bir inip bir kalktığı için daha eğlenceliydi. Tünel yoluyla Galatasaray’a, oradan İstiklal Caddesi’ne ve Sıraselviler’den İlkyardım Hastanesine ulaşıyorum.

      Meral Hanım beni karşısında görünce bütün ciddiyetine, bütün soğukkanlılığına rağmen sanki biraz şaşırdı. Aramızda hafif bir tebessümden öte fazla bir yakınlık oluşmamasına özellikle dikkat etti. Çalışanlardan başka gelenler de olmuş, gelmeyenlerse telefon açmış. En azından bundan memnun olduğunu gizlemiyordu. Meral Hanım’ın kız kardeşi ile eşi odaya girince ben izin isteyip ayrıldım yanlarından. Hastanenin havası canımı sıkmıştı, biraz oyalanmak için İstiklal Caddesi’nde dolaşarak vitrinleri seyrettim. Yorulunca Galatasaray Lisesinin önünden geri döndüm. Çiçek Pasajı’nın karşısına gelip geçmiş insanların acılarına ve sevinçlerine tanıklık etmiş tarihî binaya bakarak düşüncelere daldım. Eskiden bu binanın olduğu yerde meşhur Naum Tiyatrosu varmış. Abdulhamit Han Hazretleri, Abdülaziz Han Hazretleri ve sarayın kudretli paşaları oyun seyretmeye gelirlermiş buraya. Trajik Beyoğlu yangınında çoğu yer gibi burası da kül olunca 1876 yılında arsasını Rum Banker Hristaki Zografos Efendi satın almış. Yeni bir tasarımla, altında yirmi dört adet dükkân ve üstünde on sekiz lüks daire olan bu binayı inşa ettirmiş. Alttaki çarşıya Hristaki Pasajı, binaya da Cite de Pera adını vermiş. Pasajda önceleri Acemyan’ın Tütüncüsü, Schumacher’in Fırını, Keserciyan’ın Terzihanesi, Pandelis’in Çiçekçisi, Japon Mağazası gibi iş yerleri varken sonraları, Ekim 1917 Bolşevik ihtilalinden kaçan beyaz Rus kadınları, baronesler, düşesler çiçek satmaya başlamışlar burada. Üst kattaki evlerin sahiplerinin başka semtlere gitmesiyle bina tamamen çiçek mezat yerine dönüşmüş. İkinci Dünya Harbi’nden sonra meyhanelerin buraya taşınmasıyla çiçekçiler bir bir ayrılmaya başlamışlar. Onlar gitseler bile Çiçek Pasajı adı günümüze kadar yaşamaya devam etmiş.

      Kalabalığın arasında ilerleyerek Taksim’e doğru yürüdüm. Taksim Meydanı’nı geçip Divan Otelinin önünden Radyoevi’ne, oradan da Osmanbey’e çıkacaktım. İş yerlerinin tabelalarındaki isimlerin yabancı oluşu, kendimize güvenmeyişimizin, küçük görüşümüzün işaretiydi sanırım; bu konuyu düşünerek yürüyordum.

      Divan Oteli karşımda, Taksim Parkı sağımdaydı. Kırmızı ışıkta bekleyen araçların önünden diğer insanlarla birlikte yürüyerek yolun karşısına geçtim. Bu bölgede çocukluğumdan bu yana değişmeyen az şey kaldı. Uzun süre kız lisesi olan fakat şimdilerde karma eğitim veren Fransız Lisesi solda, önünden geçtiğim Divan Oteli sağ tarafta. Radyoevi ve Hilton Otelinin güzel girişi…

      Akşam serinliğinde bir hayli yol yürümüştüm. Şakaklarımdan aşağı kayan bir iki damla terdeki tuz, sabah tıraş olduğum yüzümün hassas yerlerini yakıyordu.

      Divan Otelini geçince yurt içi ve yurt dışı gezi düzenleyen iş yerleri karşıma çıkmaya başladı. Karşıdan gelen iri yapılı yakışıklı bir adamla ve onun koluna âdeta yapışmış, uzun düz sarı saçlı, uzun boylu, güzel, alımlı, kadınla göz göze gelince heyecanlandım.

      Son iki yüz yıldır Batılılaşmak için sarf ettiğimiz onca çaba; iş yerlerimizin isimlerinin anlayamayacağımız sözcüklerden oluşmasından, geçmişimize, kendimize, birbirimize, kültürümüze yabancılaşmamızdan başka neye yaradı acaba? İnsanımızın anlaşılmaz olmaktan bir beklentisi vardı herhâlde. Yoksa bunca anlayamadığımız yabancı sözcük neden yaşamımızı istila etsin ki? Yeterince değerli olmadığımızı düşünüyor olmalıydık ki böyle davranıyorduk… Yeterince çaba göstermeden bilim ve fikir üretmeden değerli bulduğumuz ülkelerin kullandığı dilin sözcüklerini hayatımıza lüzumsuz bir şekilde sokarak aşağılık duygusundan kurtulup çok daha değerli olabilir miydik? Böyle bir şey mümkün müydü? Bizim şirketin adı bile Mercury Deniz Motorları A.Ş. Ülke olarak ciddi bir sorunumuzun olduğu kesin.

      Boğazımı sıkan kravatımı hafifçe gevşettim. Az ötemde Türk Hava Yollarının ve diğer hava yolu şirketlerinin biletlerini satan, yurt içi ve yurt dışı gezileri düzenleyen bir seyahat şirketinin önünde, servis aracı durmuş uçağa yetişecek yolcuların valizlerini bagaja yerleştiriyorlardı. Oradaki hareketlilik beni cezbedip kendine doğru çekerken insanlardaki heyecan, canlılık hemen göze çarpıyordu.

      İş yerinin camına yapıştırılmış epeyce bir gezi ilanı vardı. Merak içinde oraya doğru sokulunca Paris, Venedik, Bükreş, Atina, Bodrum, Marmaris ve Kuşadası’na yapılacak seyahatlerle ilgili bir sürü bilgi gördüm. Ama benim ilgilendiğim bunların hiçbiri değildi, belki de ilginin çok fazla olmayacağı düşünüldüğü için en alta yapıştırılan bir haftalık Güneydoğu gezisiydi.

      İnsanın, hayatta bazı şeylerin neden olduğunu anlayamamasının, mantıklı bir izahını yapamamasının zor olduğu anlar vardır ya sanırım bu da öyle zamanlardan birisiydi. Kaderim beni kendisine doğru çekiyordu sanki. Güneydoğu: Terör, yol kesmeler, yoksulluk, kan davası, töre cinayetleri, faili meçhul cinayetler, toprak ağalarının zulmü ile inleyen, sahte şeyhlerin kıskacındaki derdi ağır bölge… Ülkemizin nüfus artış hızı yüksek, eğitimsiz, işsiz erkeklerin kahvehanelerde vakit öldürdüğü, çileli kadınların, umutsuz genç kızların yaşadığı yaralı coğrafyası… Bütün bunları düşününce ürktüm. Ama o bölgeye yapılacak geziye katılma isteğim, içimdeki anlayamadığım bir dürtüyle saniyeler geçtikçe artıyordu. Terör tehlikesini bildiğim hâlde, garip bir şekilde beni kendine doğru çeken o ilana doğru neden yöneldiğimi bilmiyordum, belki de bilmek istemiyordum.

      Seyahat acentesinin içi ışıl ışıl aydınlıktı. Büyük, kalın vitrin camına yaklaştım, ilanların arasından gözüme çarpan her şeyi izlemeye başladım. Beyaz asma tavandan, yerdeki devetüyü rengindeki granitlerin üstüne dökülen kızıl ışıklar göz alıcıydı. Masalarda oturan bakımlı genç kızları ve servis otobüsüne aceleyle gidip gelen, saçları briyantinli, uzun boylu, yakışıklı genç adamı ilgiyle izlemeye devam ettim.

      Cama yakın ilk masada oturan görevli kız yirmi beş yaşlarındaydı ve insanda saygı uyandıracak kadar asil bir güzelliğe sahipti. Bir iki kez başını çevirip meraklı gözlerle beni süzdükten sonra karşısındaki iki siyah deri koltuktan birinde oturan zengin görünümlü, kırk kırk beş yaşlarındaki kadına, beyaz elinin ince uzun parmaklarını oynatarak kibarca bir şeyler anlatmaya devam etti.

      Bir süre camda yansıyan görüntümün gerisinde, iş yerinin içindeki hareketliliği, servis aracına binenlerin telaşını ve onların bagajlarını yerleştirme işlemlerini bitiren şoförü ve muavini seyrettikten sonra aklımda yeni fikirlerle ayrıldım СКАЧАТЬ