Lale Devri. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Lale Devri - M. Turhan Tan страница 6

Название: Lale Devri

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-51-7

isbn:

СКАЧАТЬ kulunu bir zerre sayıyorsan bu zerreyi mesut görmek istiyorsan bu fikirden vazgeç!”

      “Hangi fikirden?”

      “Beni vezir yapmak fikrinden.”

      “Niçin?”

      “Ben haddimi bilirim, aczimi bilirim, noksanımı bilirim. Onun için vezir olmayı hatırımdan geçirmem. Cenabına da ayaklarını öpe öpe yalvarıyorum. Beni vezir edip de rezil etme. O şerefi ehline ver. Ben kulunu sade bir fakir gibi kapında tut.”

      Zekâ, saffeti yenmiş ve veliaht çocukça yaptığı sınamada mağlup oluvermişti. Kafeste büyümüş, dünyanın gidişine karşı kör yaşamış olan şehzade, vezirliğin büyük bir nimet olduğuna ve bütün Osmanlıların o nimete ermek için hayatlarını fedayı göze aldıklarına inanan bir gafildi. İbrahim’in böyle müstesna bir saadeti yalvara yalvara reddettiğini görünce şaşırmış, aynı zamanda mahzuz olmuştu. Çünkü bu istiğnayı onun hadşinas olduğuna, hırstan uzak bir ruh taşıdığına delil sayıyordu.

      İşte bu gafil zehap ile elini uzattı, zeki yazıcıyı yerden kaldırdı.

      “Peki, peki bugün için niyazını kabul ediyorum. Lakin seni mutlaka yanımda alıkoyacağım, mühim işlerde düşüncelerinden istifade edeceğim. Sırası gelince de yalvarmana falan kulak asmayıp dediğimi yapacağım.” dedi.

      Ve İbrahim’in yeniden ricaya başlamaması için mevzuyu değiştirdi.

      “Başka ne haber var?”

      “Şeyhülislam ile oğulları Varna yoluyla Trabzon’a, oradan Erzurum’a aşırılacaktı. İstanbul’un Edirne üzerine harekete geçtiği duyulunca isyancıların gözü boyanmış olmak için herifler geri getirildi. Ağakapısı’nda hapsedildi.”

      “Ne olacak sonra?”

      “Ettiklerini bulacaklar, ektiklerini biçecekler.”

      “Yani?”

      “Öldürüleceklerdir sultanım, kurtuluş yok!”

      “Hiç şeyhüislam katlolunur mu?”

      “Cennetmekân pederiniz devrinde Hoca Mesut Efendi, Sultan IV.

      Murat Han devrinde de Ahi Hüseyin Efendi öldürülmüşlerdi.”

      “Peki ama Feyzullah Hoca’nın katline kim ferman verecek?”

      “Asiler!”

      Veliahdın yüzü sarardı. Fakat bu renk bozukluğu çok sürmedi. Bir şeyhülislamın ve birkaç kazaskerin ölümü üzerinde fazla durmayı lüzumsuz buluyordu, bahsi yine saltanat meselesine çevirmeyi tercih ediyordu. Bu sebeple kayıtsız görünerek sordu:

      “Maslahat ne zaman tamam olur dersin?”

      “Şevketli kardeşiniz, Sadrazam Rami Paşa’nın sözüne uyarak Babaeski’de siper kazdırır durur. Öbür ordu da belki oraya ulaşmıştır. O hâlde sabaha akşama son haber gelir.”

      “Aman göz kulak ol, beni unutma!”

      Ayrıldılar ve o geceyi uykusuz geçirdiler. Veliaht, sabaha kadar gözlerini açık tutarak saltanat zevkini kuruntuladı. Yazıcı İbrahim, uzun ve çok karışık hülyalar içinde planlar çizdi, kendisine tehlikesiz fakat çok muhteşem bir istikbal hazırlamak için kafa yordu.

      Güneş, bu iki dostun yataklarına ayrı ayrı ışık dökerken zeki yazıcının dediği gibi siyasi âlemin bir gecesi biterek yeni bir gün doğuyordu. Çünkü Babaeski’de karşılaşan iki ordu çarçabuk anlaşmışlar; kucaklaşmışlar ve bir ordu hâlinde Edirne’ye doğru yürümeye başlamışlardı. Bu neticeyi hazırlayan Rami Paşa, her ihtimale karşı nefsini korumak için kaçmış, bilinmez bir köşeye saklanmıştı. II. Mustafa, sersem bir durumda ölümden kurtulmak kaygısına kapıldığından atının başını Edirne’ye çevirmiş bulunuyordu. Kendi sukutunu -herkesten evvel- halka müjdelemek ister gibi bir ulak hızıyla şehre doğru geliyordu.

      Yazıcı İbrahim bu hadiseleri de -dört yana dağıttığı adamları vasıtasıyla- çok erken haber aldı, hemen saraya koştu, veliahdın mahbesine gitti, uykusuz şehzadeyi buldu, ayağına kapandı.

      “Mübarek olsun padişahım, taht u taç size intikal etti. İlk biat eden kulunuzum. Bu şerefi bana nasip eden Allah’a hamdolsun.” dedi.

      Veliaht, bu haberin sahih olup olmadığını sormak isterken dışarıda vaveyla koptu, içeriye hücum başladı. Padişahın kaçıp geldiğini, dairesine kapandığını gören saraylılar, eski efendilerini yüzüstü bırakarak yeni efendilerinin yanına koşuyorlardı, el ve ayak öperek tebriklerini sunuyorlardı.

      Babaeski vakası Edirne’de duyulmuştu, halk sokaklara dökülerek nümayişler yapıyordu, taht üzerindeki değişikliği alkışlıyorlardı. O sırada Çalık Ahmed tarafından yola çıkarılan heyet dahi şehre ulaşmış ve hemen saraya gelerek veliahdın “icma-i ümmet”le padişahlığa çıkarıldığını resmî surette tebliğ eylemiş olduğundan her türlü endişe ve tereddüt ortadan kalkmış oluyordu.

      Artık Sultan III. Ahmed adını almış olan veliaht bu durumda kendini topladı, sarayın adalet köşkü denilen yerinde taht kurulması emrini verdikten sonra sabık padişahla dairelerini becayiş etti, onu mahbesine naklettirerek kendisi harem dairesine geçti ve umumi biat resmini icraya hazırlandı.

      Bu hayhuy arasında Yazıcı İbrahim’in yeri çok gerilerde kalıyordu. Kızlar ağası, silahtar, çuhadar, rikâbdar gibi saray erkânı ve hele Babaeski’den gelen isyan reisleri yanında basit bir yazıcının ne adı anılabilirdi ne sanı. Fakat Sultan Ahmed, büyük bir heyecan içinde bulunmasına ve bir sürü teşrifat zincirleriyle sımsıkı sarılmasına rağmen onu unutmadı. Bir aralık fırsat bulup Yazıcı Halifesi İbrahim Efendi’yi huzuruna getirtti.

      4

      Şeyhülislam Feyzullah Efendi, uyuz bir beygire ters bindirilmiş olduğu hâlde Edirne sokaklarında gezdiriliyor.

      “Üzülüyorum yazıcı, çok üzülüyorum. Yeni doğmuş çocuk gibi şaşırdım kaldım. Dört yanım yabancılarla dolu ancak seni yâr ve sadık bilip işte arattım. Ne etmek, nice davranmak gerek beni irşat et.”

      Muşkaralı köylü, birçok dualar ve senalar yaparak yer öptü, ayak öptü.

      “Şimdilik Çalık Ahmed’e iltifat buyur, asilerle kaynaşıp anlaştığı için Kavanoz Ahmed Paşa’yı vezir edin. İstanbul’da şeyhülislam yapılan hocayı yerinde bırak. Feyzullah ile oğullarını zinhar tesahup etme. Burada kalmayı da isteme, İstanbul’a git.”

      “Başka?”

      “Başka ne dilersen yap fakat bu arz ettiğim şeyleri ihmal buyurma. Fitne yatıştıktan sonra ferman senindir.”

      “Sana nice mükâfat edeyim?”

      “Beni kapında tut, yeter.”

      Sultan Ahmed bu öğütleri dinledi, ilkin asilerin yeniçeri ağalığına getirdikleri СКАЧАТЬ