İbrahim Efendi, istihza eder gibi gülümsedi ve şehzadenin burnu dibine kadar sokuldu.
“Latife mi buyurursuz sultanım? Cenabınızın hayatına suikast etmek için kimde cesaret kalmıştır? Hutbe kaziyesi duyulunca herkes elini göğe kaldırıp yüreğini Hüda’ya açıp manen cenabınıza biat eylemiştir. Edirne’den götürülen ordu da aynı hâldedir. İstanbul’da mübarek isminizin hutbelere geçtiğini işitip cenabınızı padişah tanımıştır.”
“Ne garip söylersin İbrahim, ben burada mahpusum, şevketli kardeşim ordu başında durur. Sen hâlâ türrehat sıralarsın. Ben padişah isem şu kafeste niçin otururum?”
“Bir küçük maslahat var, o da tasfiye olununca meramımız tamamıyla hasıl olacaktır.”
“Nedir bu maslahat?”
“İki ordunun birleşmesi, şevketli kardeşinizin hakikati anlayıp tahttan feragat etmesi!”
“Ya bu iş ters olursa?”
“İmkânı yok!”
Ve birden hatırına bir şey gelmiş gibi davrandı:
“Sultanım, Çalık Ahmed gidisi şeytana külahı ters giydirecek kadar akıllı imiş. İstanbul’da meşveret kurulurken ilkin amcazadeniz sağır Şehzade İbrahim Sultan’ın tahta çıkarılması fikrini ileri sürer.” dedi.
Veliaht, kendinden geçer gibi olarak feryadı kopardı:
“Ne yabana söyler o melun türedi? Ben bütün şehzadelerin ek-beri, aslahı ve erşedi değil miyim? Kanun, kardeşimden sonra tahtı bana mukadder kılmamış mıdır? Bir Çalık Ahmed, Âl-i Osman kanununu dahi payimal mi etmek ister?”
Muşkaralı yazıcı sükûn ile cevap verdi:
“Merhamet buyurun sultanım, sözümü bitireyim. Çalık Ahmed’in Şehzade İbrahim Sultan’ı İstanbul meşveretinde dile alması, gerçekten onu padişah tanımak için değildir. Askerî tayfanın, ulemanın, esnafın ağzını aramak; aynı zamanda şevketli kardeşinizin gazabını cenabınızdan uzaklaştırıp o masum üzerine çevirmek içindir.”
“Anlamadım yazıcı, bir daha söyle!”
“Çalık Ahmed bu fikri ortaya atmakla herkesin cenabınıza sadık olduğunu meydana çıkarmak istemiştir. Çünkü o meşveret meclisinde bulunanlar ve bütün askerî tayfa: ‘Biz veliaht Ahmed Sultan’ı isteriz, padişahlık hem onun hakkıdır hem onun endamı için biçilmiş kaftandır!’ diye bağırmışlardır. Şevketli kardeşiniz de bu kaziyeden sizin isyan işinde parmağınız olmadığını anlamışlardır. Çalık Ahmed’in de maksadı bu idi. Yani sizin için çalışmaz görünüp cenabınızı padişahımız efendimizin hışmından, gazabından korumaktır.”
Veliaht, sık sık yaptığı gibi yine düşünmeye daldı, birkaç kere kaşını çatıp açtı, birkaç defa da içini çekti ve birden ayağa kalkarak Yazıcı İbrahim’in omuzuna elini koydu.
“Sözün, doğru da olsa Çalık Ahmed’in amcam oğlunu dile alması bir suçtur. O meşveret meclisinde üç-beş kendini bilmez bulunup da ona peyrev olsalardı, amcam oğlu İbrahim’in tahta çıkmasını münasip görselerdi hâlim nice olurdu?” dedi.
Ve ağzı köpüre köpüre haykırdı:
“Asla, asla affetmeyeceğim. Çalık Ahmed’in bu küstahlığını unutmayacağım. Dediklerin sahih ise ulu Tanrı da takdir etmişse bugün yarın ecdadımın tahtına onun yardımıyla çıkmış olacağım. Öyle iken kendisinden nefret ediyorum. Çünkü Âl-i Osman kanununa saygısızlık göstermiştir. Bu haltı bir defa eden adam, başı sıkılınca ve benden sıdkı sıyrılınca yine küstahlaşır, İbrahim Sultan’ı gerçekten tahta çıkarmaya çalışır. Onun için Çalık Ahmed ölmelidir.”
İstikbalin servet, şöhret, tantana ve sonsuz bir ikbal ile dolu ufuklarını seyretmekte ve o ufuklarda rakipsiz gezmek için planlar çizmekte olan Muşkaralı İbrahim ciddi, çok ciddi bir çehre takındı, kelimelerin üzerinde dura dura cevap verdi.
“Mübarek dudağınızdan çıkan her söz bir hükümdür, mutlak yerini bulur. İlahi iradeler gibi müessir olur. Çalık Ahmed de ölecektir sultanım. Ancak fitne deryası henüz dalgalanıyor. Bu deryanın sükûna ermesi, mülkün sütliman hâline gelmesi asan değildir. Onun için cenabınız hikmet-i hükûmet icabı teenni buyurmaktasınız. Duyduklarınızı, bildiklerinizi unutmuş görünmelisiniz, ta ki fitne dalgaları yatışsın. Bugün taht u taca namzetler göstermek küstahlığını gösterenler, gaflet uykusuna yatar o vakit dilediğinizi icra buyurursunuz.”
Veliaht, çok iyi düşünen ve çok güzel konuşan basit yazıcıyı şöyle bir süzdü. Onun pırıl pırıl parlayan gözlerinde, kendi iradesini de bol bol aydınlatacak, cilalandıracak bir ışık buldu, için için:
“Akıllı adam, akıllı adam!” diye söylendikten sonra sakin sakin sordu:
“Bu Çalık Ahmed nereden çıktı?”
“Eski bir yeniçeridir sultanım. Nemse harplerinde pala salladı, birçok gürültülere karıştı, ün aldı. Kul kâhyalığına kadar yükseldi. Yolunca terakki gördüğü, ocakça sevildiği, iyi başarır bir adam olduğu için hakkı ağalıktı. Fakat Şeyhülislam Feyzullah Efendi, ocaklının başında kendine sadık kimseler bulunmasını istediğinden bir sırasını düşürdü, hiç yoktan bahanelerle Çalık’ı kâhyalıktan çıkardı, açıkta koydu.”
“Demek ki şimdi hınç çıkarmak, öç almak ister.”
“Öyledir sultanım.”
Ve bir nebze düşündükten sonra ilave etti:
“Cenabınıza ayandır ki son devirlerde ahlak son derece bozulmuştur. Allah Allah diye bağıranların Allah’a inandıkları yoktur. Hep cer için, para devşirip günlerini hoş geçirmek için Allah’tan dem vururlar. Memleket battı, devlet harap oldu diyenlerin de yüzde doksan dokuzu memleket sevgisi, devlet sevgisi taşımazlar, nefislerini düşünerek bir baltaya sap olmayı hedef edinerek hamiyet davası güderler. Yarın bu mülkün sahibi, bu halkın padişahı sıfatıyla çok şeyler göreceksiniz, çok şeyler işiteceksiniz. Ulu Tanrı’dan gece gündüz niyazım, sadık kölelere malik olmanızdır. Dışı içine uymayan karinler yüzünden ne felaketler vücuda geldiğini işte görüyoruz. Sultanımı adam seçmekte hak daima muvaffak buyursun!”
Şimdi veliahdın kafasında bir düşünce dolaşıyordu ve bu düşünce birden büyüyerek şüpheye munkalip oluyordu. Evet, Muşkaralı yazıcının pervasız bir dil kullandığına şüphe yoktu, müspet hakikatleri ileri sürdüğü anlaşılıyordu. Fakat acaba o da içi dışına uymayan ikiyüzlülerden, menfaat ardında koşan gayrisadıklardan biri miydi?
İşte veliaht birden bu düşünceye düştü, tecrübesiz bir adam olduğu için de kendini tutamayarak İbrahim’i hemen o dakikada mihenge vurmak istedi.
“Hakkın var, adam seçmekte çok titiz davranmak gerek. Padişahların СКАЧАТЬ