Gulyabani. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gulyabani - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7

Название: Gulyabani

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-77-8

isbn:

СКАЧАТЬ bu hayvan bana bu gece ne oyunlar oynayacaktı?

      Bu akşam Ruşen’den ders alacakmışım. Bana öğretecekleri şeyleri yapmak kolay mı? Beceremezsem çarpılacak mıyım?

      Aşçı kadın, Şah’ı uzun uzadıya öpüp kokladıktan sonra bana döndü:

      “Ben de gidip yatacağım, kızım. Çok uyanık durursan hoşlanmazlar. Gündüz bizim, gece onların. Rahat bırakalım. İstedikleri gibi gezsinler…”

      Ağlayarak Arap’ın ayaklarına kapanıp:

      “Aman ablacığım, kurban olayım. Her tarafım zangır zangır titriyor. Ben bu evde yalnız başıma bir odada yatamam. Nereye gideceksen beni de beraber götür.”

      Kaşlarını çattı:

      “Olmaz, olmaz. Benim virdim, evradım var. Geceleri tespih çeker gibi söylerim. Yanıma kimseyi alamam.”

      “Allah aşkına…”

      “Nafile yalvarma, olmaz. Hiç korkma. Onlar, gece insan olan odaya girmezler. Ben şerbetledim. Şimdi senin boynuna bir muska takacağım. Bir şeycik yapamazlar. Hem evde en güvenli oda burasıdır.”

      Eliyle duvarı göstererek “Bak, orada bir levha var, içinde ‘El-cinnül-ecinn’ yazılı. Onun semtine uğrayamazlar!” dedi.

      Korka korka duvara baktım. Bir çerçeve asılıydı. Okuma bilmem ki ne olduğunu anlayayım?

      “Aman kadıncığım. Perilerin başı için beni beraber götür. Öleceksem senin yanında öleyim. Belki ağzıma bir yudum su verirsin.”

      Bir patırtı duyarak Şeytan gene havladı. Ruşen, kapıya doğru görünmeyen birine söyleyerek:

      “Biraz müsaade edin efendim. İşte artık yatıyoruz. Konak sizin.”

      Bana dönerek sert bir davranışla:

      “Yok… İki gözüm, onlar inattan hoşlanmazlar. Periler seni boğacak olduktan sonra benim yanıma gelmeye korkarlar mı? Niçin bu kadar titriyorsun? Onları kızdıracak bir kötülük mü yaptın? Bir suçun mu var?”

      “Hiçbir suçum, günahım yok. Tanrı biliyor. Ama onların hoşuna giden, gitmeyen şeyleri ben nereden bileceğim?”

      “Dur, hepsini anlatacağım. Dinle. Mavili esvap giyme. Uçkurunu kıbleye karşı bağlama. Kuşağını kördüğüm etme. Yatağını duvar kenarına yapma. Akşamları saç örgülerini çöz. Gözlerini birbiri üstüne yedi defadan fazla kırpma. Seni korkuttukları vakit ayak başparmaklarının tırnaklarını birbirinin üstüne sürt. İki elinle kulaklarının memelerini tut. Bir demir bulabilirsen üzerine bas. ‘Emret ey Cin! Hazırım!’ diye bağır. Gönlünü ferah tut, inancın tam olsun. Bir şey olmazsın.”

      Ben ürpertiler içinde, korkudan, şaşkınlıktan ağzım açık, Arap’ı dinliyordum. Sonunda, koynundan kaytanlı bir muska çıkardı. Boğazıma taktı. Bir iki defa okudu. Son öğüt olarak:

      “Kasıkların çatlasa gece dışarıya çıkma. Onları rahatsız edersin. Gündüzleri bizim. Gece onların. Yüklükte döşek var. Ser, yat.”

      Son yürek paralayıcı yalvarmama aldırış etmedi. Ruşen Kalfa, bir yanında Şah, öbür yanında Şeytan, çıktı gitti.

      6

      PERİLER

      Bir başıma tiril tiril kalakaldım. Şimdi ne yapacaktım? İlk iş olarak hemen koştum, oda kapısını sürmeledim. Üzüntüden, korkudan, yorgunluktan bitkin düşmüştüm. Her yanım kesiliyordu. Yüklüğü açıp döşeği yapmak istiyor ama içinden ne çıkacak diye korkuyordum. İkinci işim de perdeleri indirmek oldu. Odanın bir köşesine büzüldüm. Bekliyor, nereden ne çıkacak diye gözlerimi her tarafta dolaştırıyordum. Bu gece hiçbir yerden peri çıkmasa bile içinde bulunduğum büyük korku beni öldürmeye yeterdi. Eşyanın yerlere, duvarlara vuran gölgeleri bana hep korkulu hayaletler gibi acayip görünüyordu.

      Bir patırtı olunca kalbime kuvvet vermesi için elimle muskaya sarılıyor, “El-cinn-ül-ecinn” levhasının koruyuculuğuna sığınıyordum.

      Artık yorgunluğa dayanamayarak döşeğimi yapmaya karar verdim. Bütün cesaretimi topladım. Yüklüğü açtım. Kaba bir yün döşekle temiz bir şilte, yastık, yorgan, her şey buldum. Döşeğimi levhaya yakın bir yere serdim, içine uzandım. Hiçbir yandan “çıt” işitilmiyordu. Her yana kulak kabarta kabarta âdeta baygınlığa benzer bir hâle düşmüştüm. Bu dalgınlığım ne kadar sürmüş bilemiyorum. Kulağımın dibinde denecek bir yakınlıkta acı acı bir horoz öttü. Döşeğin içinden birdenbire dapduru6 fırladım. Sağıma soluma baktım. Odada bir şey yok. Yanan mum yarıdan aşağı erimiş. Hep gölgeler korku dolu bakışlarımın önünde oynuyordu. Dışarıdan rüzgâr eser gibi bir gürültü oldu. Pencere önündeki hanımeli yaprakları birbirine geçercesine hışırdadı. Bu ilk sağanağı derin bir sessizlik izledi. Acaba gerçekte bir şey yoktu da korkudan bana mı öyle geliyordu? O horoz sesi rüyada işitilmiş, aslı yok bir ses miydi?

      Ben bu bocalamalar içinde rahatsız olurken çevremde bir sürü ördek vaklaması koptu: Vak… vak… vaaak… Hemen doğaüstü denecek bir uyanıklık kazanmış olan işitme gücüm bana bunları ta yanımda, hatta döşeğimin içinde, yorganımın arasında gibi işittiriyordu. Hemen yastıklarımı ittim. Yorganımı silktim. Bir şey görünmedi.

      Yüreğim öyle hızlı çarpıyordu ki bir daha ayılmamak üzere az daha bayılacaktım. Artık kuşkuya yer yoktu. Ördeklerin ötüştükleri bir gerçekti. Bunu uykuda değil, uyanık kulağımın açıklığıyla duymuştum. Bu uğursuz köşkün perileri, gece gösterilerinin ilk perdesine başlamışlardı.

      O anda Ruşen Kadın’ın bana olan tembihleri aklıma geldi. Hemen döşeğimi duvardan uzağa çektim. Acaba ben o gün uçkurumu kıbleye karşı mı bağlamıştım? Farkında değildim. Hemen şalvarımı çözdüm. Kıblenin tersi yana dönerek yeniden bağladım. Bundan bir yarar görülmedi. Şimdi “Gaak, gaaak, gaaak…” kazlar başladı. Ama kaz sesleri bu sefer dışarıdan, taşlıktan geldi. Şimdi bunu iyice fark ettim. Galiba bana bu gece çiftlik perilerinin kümes halkı hoş gel-dine geldiler, dedim. O anda gevrek gevrek bir at kişnemesi işitildi. Ondan sonra merdivende paldır küldür bir koşuşma oldu.

      Benden önce bu köşkte boğulmuş olan iki hizmetçinin acıklı ölümlerini hatırlayarak aklımı kaçıracak bir hâle geldim. İşte o zaman oda kapımın üzerinde gürültülü, korkunç bir davuldur başladı:

      “Dan dan da dan dan…”

      Artık nefesim nefesime yetişmiyor, ecel terleri döküyordum. O sırada aklıma Ruşen Kadın’ın öğütleri geldi. “Mavili esvap giyme.” demişti. Ay, benim arkamdaki entarinin ufak ufak mavi çizgileri vardı. Hemen entariyi arkamdan çıkarıp attım. Şalvarım da o renkti. Onu da sıyırıp fırlattım. Bir bez gömlekle kaldım. Davul gene devam ediyor. Şimdi o tembihleri birer birer hatırlamaya uğraşıyordum. Daha ne demişti? “Akşamları saç örgülerini çöz.” Saçlarımı koparırcasına bir aceleyle çözdüm, dağıttım. Gene faydasız. Davul hâlâ çalınıyordu. СКАЧАТЬ



<p>6</p>

Dapduru olmak: Birden doğrulup ayağa kalkmak. (e.n.)