Название: Gulyabani
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-77-8
isbn:
Ben kendimi tutamayarak “A, buranın hanımı yok mu?” deyiverdim.
Benim bu düşüncesiz soruşumun ardından Ayşe Hanım kuvvetle eteğimi çekti. Büyük bir pot kırdığımı anladım. Çeşmifelek Kalfa beni bir daha süzerek “O seninle ilgili bir iş değil efendim…” dedi.
Hanımefendi benimle ilgili bir konu değilmiş. Ben acaba kimin işini göreceğim?
İyice silinip süpürülmemiş büyük bir mermer taşlığın sonunda çifte merdiven, bunların arasında aynı taştan yapılma tavus kuyruğu gibi yaprak yaprak açılmış büyük kurnalı bir musluk görünüyordu.
Kalfanın işareti üzerine alt kattaki yan odalardan birine girdik. Eski damasko makatlı, boydan boya bir kerevet. Yan tarafta ufak bir erkân minderi. Duvarlarda salkım salkım kabak, mısır, başak kuruları asılı.
Kalfa, odanın bir köşesinde duran ufak sarı mangalı erkân şiltesinin yanına çekti. Kahve cezvesini sürdü. Dereden tepeden lakırtıya girişti. Bu ihtiyar Çeşmifelek, fena bir kadına benzemiyordu. Eski bir kibar konağında büyümüş, iyi bir eğitim görmüş olduğu her hâlinden belliydi. Âdeta konuşmasını bilen bir hanım gibi ağır ağır söylüyor, her söz ağzından hesaplı, tartılı, düşünceli çıkıyordu. Ben gene bir pot kırmamak için söze karışmıyor, yalnız dinliyordum.
Ama ya Rabbi… Dağbaşında, hemen kırk odalıya benzeyen bu koca köşkün içinde yapayalnız bu iki kadın nasıl oturuyorlardı? Evin hanımefendisinin deli olduğunu işittim. O zavallı kadın bu koca yapının acaba hangi odasında kapalıydı?
Hanımefendiyle ilgili soru sormanın yasak olduğunu anladım. Arabacının söylediği lakırtıların doğru olup olmadığını anlamak için meraktan çıldırıyordum. Bu koca evin içinde hangi hizmete verileceğimi anlamadan orada kalmak hiç işime gelmiyordu.
Kalfa, kahveleri pişirdi. Nazik bir tutumla fincanları elimize verdi. Ayşe Hanım, beni Çeşmifelek’e o kadar övdü, o kadar övdü ki ben âdeta sıkıldım. Saydığı üstünlüklerin bende olduğuna en çok kendim şaştım. Bu kadının beni oraya kapılandırmakta büyük bir çıkarı vardı ya, ne olduğunu anlamıyordum. Onun çaçaronluklarına ara verip bütün cesaretimi toplayarak Çeşmifelek’e dedim ki:
“Kalfacığım, eksik olmayınız. Sizden pek hoşlandım. Ama izin verirseniz bir iki sorum var.”
Kalfa, beni gene ağır ağır gözden geçirerek “Buyurunuz.” dedi.
“Ben buraya kapılanacağım. Ama işimin ne olduğunu önceden bilmek isterim. Altından kalkamayacağım bir işse boşuna burada kalmayayım.”
“Göreceğin iş için merak etme. Ağır bir işimiz yoktur kızım. Bana el ulağı olacaksın. Tahta, çamaşır, ortalık süpürmek gibi ev işleri. Bu koca evin her tarafı silinip süpürülmez. Birçok yerleri kapalı durur. Derleyip toplayacağımız, kullandığımız bu iki odadan ibaret. Dışarıda kâhya, bekçi, bahçıvan gibi birkaç erkek var. Onlar kendi işlerini kendileri görürler. Biz, sabah akşam, yalnız iki tabla yemek veririz. Yemeği de Ruşen abla pişirir. İhtiyarladım. Hâlsiz kaldım. Ne kadar güç olmasa da artık hepsine yetişemiyorum. Sen bize can yoldaşı olacaksın. Merak etme, bütün işi sana bırakmam. Gene yarıdan fazlasını kendim yaparım…”
“Benden önce buraya hizmetçi aldınız mı?”
“Evet. Bir iki tane geldi, gitti. Pek terbiyesiz kadınlardı. Biz insandan pek o kadar iş istemeyiz. Bu evin bir âdeti vardır. Her gördüğünü bilmeye uğraşmamalı, her işittiğini merak etmemeli.”
Birkaç kere yutkunduktan sonra dedim ki:
“Peki kalfacığım ama bizi buraya getiren arabacı yolda birtakım korkunç şeyler söyledi. Periler, cinler, gulyabaniler…”
“Evet, bu köşkün öyle adı çıkmıştır, ben yalan sevmem. Doğrusu bu.”
“Köşkün perili olduğu hakkındaki bu sözlerin aslı var mıdır?”
“Sana şimdi bu köşke gelen adam pek o kadar meraklı olmamalı, her şeyi anlamaya uğraşmamalı demedim mi?”
“A, ben cinden, periden pek korkarım. Doğrusu bunda meraklıyım, yapamam. Mademki siz sözü doğru söylüyormuşsunuz, ne olduğunu bir parça anlatınız.”
“Bazı geceler ufak tefek patırtılar, çıtırtılar olur ama kimseye bir ziyanları yoktur. Biz kırk senedir buradayız. Çok şükür, hiçbirimize bir şey olmadı. İşte bak, ben seni aldatmıyorum. Ama bu evde kaldıktan sonra bu yolda uzun sorulara kalkışırsan ne benden ne başkasından bir cevap alamazsın. İşin gerçeği bu.”
Beni bir düşünme aldı. Kalfa o kadar tatlı ve doğru söylüyordu ki, sözlerinde bir yalan kokusu alamadım.
O aralık içeriye Ruşen Kadın girdi. Şişman bir Arap… Bir tarafında bir fino köpeği. Öte yanında kuzguni siyah, iri bir kedi vardı. Bu iki arkadaşıyla yürüdü, kerevetin kenarına oturdu. O sırada Ayşe Hanım “Gidip bir aptes tazeleyeyim.” diyerek dışarıya çıktı. Fino beni görünce kuyruğunu kıvırıp düşmanca havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi.
Ruşen Kadın: “Sus, Şeytan. O yabancı değil.”
Bu azardan sonra, köpek kerevete yaklaşıp iki ayağı üstüne oturdu. Bana dikkatle bakmaya başladı. Kedi, yalana yalana gitti. Küçük bir yer minderinin üzerine çöreklendi yattı.
Ruşen Kadın, Çeşmifelek Kalfa’ya bir baş işareti verdi. Kalfa, kendine önemli bir iş verilmiş gibi hemen odadan çıktı. Aşçı kadınla yalnız kaldık. Arap, iltifatlı bir yüzle:
“Sefalar, uğurlar getirdiniz. İstanbul’da ne var ne yok bakalım?”
“İyilik, ablacığım.”
“Ah, cümlemiz iyi olalım… Nasıl, köşkümüzü beğendin mi, bizden hoşlandın mı?”
“Beğendim. Hepsi pek âlâ.”
“Ee, neye öyle durgun duruyorsun?”
“Bu köşk için cinli, perili dediler de korkuyorum.”
“Aman, düşündüğün şeye bak. Bu dünyada hiç perisiz yer olur mu? İki gözüm, onlar iyi saatte olsunlar. Nerede yoklar ki burada olmasınlar? Onlara zarar etmeyene hiç fenalık yapmazlar.”
“Arabacı söyledi. Burada bir iki hizmetçi boğmuşlar…”
“Elbette boğarlar. Destur demeden pencereden aşağı, onların başına tükürülür mü? Hiç gece bahçeye faraşla süprüntü dökülür mü? Hizmetçiler onları saymadı. Ötekiler de onları boğdular.”
Ruşen’in bu safça açıklaması üzerine “Ben burada durmam! Gideceğim, Ayşe Hanım nerede?” diye bağırarak hemen taşlığa fırladım.
Arap СКАЧАТЬ