Cadı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cadı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 9

Название: Cadı

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-61-7

isbn:

СКАЧАТЬ beş yaşındaki çocukla bir ölçüde bir zavallı olduğuma gülmezler mi? Ta efendiden uşağa kadar bir ev halkının alayına uğramaz mıyım? Bu öyküyü kime anlatsam tuhaflıktan uzak bulmaz. Fakat meselenin sonucu öyle değil… Bu, benim için hem doğruya hem yalana olanağı bulunan bir önerme… Zaten ortada bir cadı söylentisi var. Önce buna ilişkin sözlerden kuşkulanmak benim için büsbütün anlamsız bir kuruntu sayılamaz. İkincisi çocuklara bunca yemişi kim getiriyor? Bilmece biçiminde gördüğüm bu konuyu aydınlatmak için ev halkından başvurmadığım kimse kalmadı. Doyurucu bir karşılık alamadım. Çocuğun, yapmacık bir düşünceden uzak görünen o masumca sözlerinde benim şüphelerimi, korkularımı okşayacak bir gerçek kokusu buluyorum. Bana öyle geliyor. Aslı ya var ya yok fakat işte cadı ile ilgili bir ipucu… Ama bu işi nasıl derinleştirebileceğim?.. Bir iki gün düşündüm, taşındım… Yine çocukların dadısı Gülendam’a başvurmayı uygun buldum. Çünkü Gülendam hemen bir çocuk kadar saf ve sade yaradılışta bir Çerkez’di. Bu başvurmada bir ustalık da düşündüm. Sorgu yoluyla değil, düpedüz başvurmayı kurdum. Yani cadının varlığı hakkında şüpheli bir soruyla değil, bunu ispat edecek bir yolda söze girişmeyi kararlaştırdım. Böylece Gülendam’ın saflığından yararlanabilmek daha çok umulurdu.

      Uygun bir vakitte dadıyı yalnız bir odaya çekerek yapmacık bir heyecan gösterisiyle dedim ki:

      “Aman kalfacığım, başıma geleni sorma…”

      Bu sözümün ardından baygınlık geçirir gibi duvara dayandım. Gözlerimi anlamlı ve ürkek bir susuşla kalfanın göz bebeklerine diktim. Anlatacaklarımı sürdürmekten pek çok korkuyormuşum gibi bir süre sustum. Onu hipnotizma eder gibi bir durum takındım. Gülendam’ın da yüzünde çarpıntı ve merak izleri belirdi, hemen sordu:

      “Zavallı hanımcığım, ne geldi başına?..”

      “Benden önce bu eve gelen hanımların başlarına ne geldiyse bana da o geldi…”

      “Hay Tanrı’m esirgesin!.. Sana da mı?..”

      “Evet bana da gözüktü…”

      “Nerede?”

      “Bu gece taşlıkta…”

      “Nasıl?..”

      “Elinde koca bir sepet vardı…”

      “Ha yemiş sepeti… Çocuklarını hiç yemişsiz bırakmaz.”

      “Çocuklara yemişi o mu getirir?”

      “Öyle ya! Başka kim getirecek?..”

      “Sen onu görür müsün? Sana lakırtı söyler mi?”

      Bu iki soruma karşı kalfa birdenbire sustu. Gafil avlanmış olduğunu anladı. Büyük bir ihtiyatsızlık ve tuhaf bir dalgınlıkla ağzından kaçırmış olduğu sözleri şimdi boşuna düzeltmeye yol arayarak:

      “Onu görüyor musun, dedin… Kimi?”

      “Çocuklara yemiş getireni…”

      “Çocuklara yemiş getirenin haddi hesabı yok ki. Herkes bir türlü yemiş getiriyor. Sonra getirdiklerini inkâr ediyorlar… İçyüzü anlaşılmıyor.”

      “Canım Gülendam, şimdi ‘O çocuklarını hiç yemişsiz bırakmaz…’ diyen sen değil misin?”

      “Hanımcığım, bir dalgınlığıma gelmiş… Affedersin… Sorunuzu anlamadan aptalca bir cevap kaçırmış olmalıyım… Bugünlerde zihnim pek dağınık… Anlamsız lakırtı söylediğim çok oluyor.”

      “Yok yok Gülendam… Ben seninle ciddi konuşuyorum… Böyle ağır bir konuda iki türlü lakırtı söylemeyi ben senin terbiyene, kalfalığına veremem. Ben senden Allah için bir şey sordum. Sen de bana yine Allah için dosdoğru cevap vermeli, bu meselede ne biliyorsan söylemelisin! Tanrı bir, söz bir, lakırtını değiştirme…”

      Gülendam, sıkıntı çizgileriyle yüzünü buruşturup bir süre sustuktan sonra:

      “Hangi efendiye kul olacağımızı şaşırdık. Hanımcığım, darılma. Bu evde biz de emir kuluyuz… Ne derlerse öyle yapmak zorundayız. Gizlenmesi söylenen bir şeyden söz açamayız…”

      “Artık bunun gizlisi, açığı kaldı mı? Taşlıkta bana gözüktü diyorum.”

      “Gözüktüyse pek iyi işte. Benden ne soruyorsun?”

      “Üstüme yürüdü. Seksen salavat getirerek canımı zor kurtarabildim. Bana yazık değil mi? Bu cadının bir şerrine uğrarsam gençliğime acımaz mısın?”

      “Acırım hanımcığım. Günahınızı, sizi buraya getirmeye sebep olanlar çeksinler.”

      Fazla söylemiş olmaktan çekinerek Gülendam yine sustu. Derin derin düşünmeye başladı. Cadının bana gözükmüş olduğu hakkındaki uydurmama bütün bütün inandı. O denli inandı ki bu iddiamın doğruluk derecesini incelemek için, gözüken şeyin biçimini ve bana nasıl saldırdığını hiç sormadı. Beni bu yolda sorguya çekmeye kalkışsaydı cevap vermekte uğrayacağım zorluğu ve tuhaflığı görerek hilemi belki anlardı. Ben yeniden yanıp yakılarak:

      “Efendinin eşlerinden biri bu evde boğulmuş?.. Öyle değil mi?..”

      Gülendam, karanlık düşüncelerinden baş kaldıramadı. Bu sorum karşılıksız kaldı. Ben sözlerimin üzerinde durarak:

      “Niçin cevap vermiyorsun?”

      O, yine dalgın dalgın:

      “Ne cevabı?”

      “O zavallı kadın nasıl öldü?”

      “Eceli gelmiş, ölmüş hanımcığım. Buna ne denir?”

      “Eceli mi gelmiş… Talihsiz hatun odasında, rahat döşeğinde mi can vermiş?..”

      “Bilmem!..”

      “Nasıl bilmem? Ölüsünü taşlıkta bulmuşlar.”

      “Hanım, sana doğruca bir şey söyleyeyim mi?”

      “Söyle.”

      “Sen bu lakırtıları ne kendi ağzına al ne de biri sana söylerse dinle.”

      “Neden?”

      “Çünkü bu lakırtıların sana faydasından çok zararı dokunur. Kendine acımıyorsan bari bana acı da beni daha çok söyletme.”

      “Gülendamcığım, kolay mı? Can pazarı bu!.. O zavallı kadını boğan cadı bana da saldırırsa?”

      “Tanrı’m göstermesin!”

      “Yalnız dua ile olmaz. O kara bahtlı kadını niçin boğdu? Suçu ne imiş? Bunu bileyim de ona göre sakınayım. Bilmeyerek o suçu ben de işlemeyeyim. İşte senden bunu rica ediyorum. Düşmanım değilsin ya?.. Sen de vicdan sahibisin. СКАЧАТЬ