Cadı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cadı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6

Название: Cadı

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-61-7

isbn:

СКАЧАТЬ mi? Geçenlerde Laleli taraflarında bir evliya ‘Ben burada duvar altında yatmaktan sıkıldım. Duvarı yıktır. Bana bir türbe yaptır. Kandil yaktır…’ diye bir paşanın düşüne girmedi mi?.. Ben pek okumuş bir kadın değilim ama bizim tarihlerimizde böyle yüzlerle rivayetler yok mu? Fetih zamanında Yavedut Hazretleri, mezarından çıkıp da ‘Gâvurcuklarıma dokunmayınız!’ nidasıyla Fatih’in güllelerini eliyle durdurarak kuşatılmış Hristiyanları savunmadı mı? Daha geçenki Yunan savaşında Emir Buhari Hazretleri’nin yeşil sarık ve cübbesiyle savaşa katıldığını komşumuzun oğlu kurmay subayından dinlemedin mi? Daha ne kadar örnek ve kanıt istersin?”

      “Kızım, bu dünya kurulalıdan beri bu konuda söylenen, yazılan şeylerin hepsine karşılık verecek kadar bilgin bir kadın değilim. Böyle şeylere ne senin ne de benim iyiden iyiye aklımız erer. Meseleyi birbirimize açıklayalım derken incelemeksizin inanılması emredilen kimi yönlerde aldırışsız davranarak belki boyumuzca günaha gireriz. Şimdi buraya tarih sayfalarını, Yavedut Hazretleri’ni, Kesikbaş hikâyelerini, şehit ruhlarını falan karıştırma… Anlamak istediğimiz meseleyi bütün bütün bulandırmış olursun… Benim iddiam işte budur: Naşit Nefi Efendi’nin eşi Binnaz Hanım ölür. Ölüm bir belediye doktoru tarafından tasdik edilerek gömülmesine ruhsat verilir. Kalabalık bir cemaat huzurunda aşirler, dualarla gömülür. Bilmem kaç ay veya yıl bütün ölülere özgü bir salt sessizlikle mezarında yatıp çürür. Bu kadar gerçeklerin oluşundan sonra bu kadının birdenbire kocasına gücendiği için mezarından kalkarak ortaklarını boğmaya gitmesi yok mu bin tarih kitabından kanıtlar getirsen işte ben buna inanmam Fikriyeciğim!..”

      “Ben inanırım. Dünyada neler olmaz…”

      “Bu işte her hâlde karanlık kalmış olağanüstü bir tuhaflık var. İşte ben bunu merak ettim. Sen Naşit Nefi Efendi’ye varsan da varmasan da bu noktayı aydınlatmaya uğraşacağım. Yarın Şükriye Hanım’la görüşürüz. Sandığım gibi bu kadın alıkça bir şey olmalı. Bu görüşmede bazı noktaların açıklanmaya elverişli gerçeklerine rastlayacağımızı umuyorum. Türlü dilden okuyup yazan bu bilgiç hanım, bakalım serüven kitabına neler yazmış? Açıp bize okusun. Eğer umduğumuzun tersine hiçbir şey anlayamazsak o zaman dayını, evet bizim efendiyi, geniş bilgi almak için doğrudan doğruya Naşit Nefi Efendi’ye gönderirim… Bakalım Nefi Efendi kendi hakkında dönüp duran bu tuhaf söylentilere karşı ne diyecek? Bu sözleri doğrulayacak mı, yorumlayacak mı yoksa büsbütün ret mi edecek?”

      “Evlenecek bir adamı yine kendinden sormak pek tuhaf olmaz mı?”

      “Ne olursa olsun…”

      5

      Şükriye Hanım’ı Ziyaret

      Ertesi günü büyük hanım değneğini kavrayarak Hasan Efendilerin Süleymaniye civarındaki evine gelir. Yenge Emine, Fikriye hanımlarla kılavuz kadın ve kocakarı hep birden bir arabaya dolup Taşkasap’a, Şükriye Hanım’ın evine giderler. Her tarafı ovulmuş, süpürülmüş, altı yedi odalı temiz bir ev… Şükriye Hanım, konukları karşılamaya çıkar. Kara kaşlı, kara gözlü, beyaz, ufak tefek şirin bir taze… Her iki taraf, sanki kırk yıldan beri birbirini tanıyorlarmış gibi bir teklifsizlikle ve tatlılıkla karşılar. Hemen sohbet başlar. Önce kocakarı der ki:

      “Şükriye kızım, bak sana ortak olacak hanımı getirdim.”

      Şükriye gülümseyerek:

      “A bana niçin ortak olsun… Öküz öldü ortaklık ayrıldı. Naşit Efendi ile benim bir ilişiğim kalmadı. Bir süre dolacak çilem varmış, doldurdum. Çok şükür ulu Tanrı beni kurtardı. Kendi gönlümce bir koca daha verdi… Olabildiğince geçinip gidiyorum işte…”

      Emine Hanım: “Naşit Nefi Efendi ile geçen evlilik sürenize, çile doldurmak diyorsunuz. Demek çok sıkıntı çektiniz…”

      Şükriye Hanım: “Hanım, sıkıntı da acaba lakırtı mı? Dünyada böyle bir felaket hangi bir kulun başına gelmiştir?”

      Fikriye Hanım: “Ne oldu kuzum kardeş?”

      Şükriye: “Ne olacak? Canımı kurtarabildiğime ne mutlu! Bugün sağ kaldığıma yüz bin hamd-ü senalar olsun. Çünkü benden öncekini cadı boğmuş…”

      Kılavuz kadın: “Mübalağa etme hanım… (Fikriye Hanım’ı işaret ederek) Eski kocanız Naşit Nefi ile bu taze için söz kesiliyor. Buna engel olmak bir ev yıkmak demektir. Kısmet bozanlık iyi değildir…”

      Şükriye Hanım ateşlenerek:

      “Eğer bir kelime mübalağam varsa göz bebeğim bir tanecik yavrumun ölüsünü öpeyim! Ne Naşit Nefi Efendi için ne de bu hanım için… Ben ancak Allah için söyleyeceğim… Olup biten gerçekleri hikâye edeceğim. Sözlerime inanmayacaksanız söyleyiniz, boş yere ne ben yorulayım ne de siz rahatsız olunuz.”

      Büyük hanımla Fikriye Hanım ikisi birden haykırarak:

      “Yoook bak kılavuz kadın, daha şimdiden söz kesmeye kalkma… Şükriye Hanım’ı kendi hâline bırak… Bildiği gibi anlatsın… Ebeci gebeci, ara yerde sen neci? Alacak adam orada, varacak kadın burada… Senin bu işteki çıkarın, yetkin doğru dürüst söz getirip götürerek beş on kuruş kazanmak… Bunun ötesi var mı? Kes sesini! Biz burada iken sana lakırtı düşmez!”

      Kılavuz kadın: “Peki peki sustum. Kızmayınız. Ömrümde hiç masal dinlemedim değil ya!.. Bir cadı hikâyesi de burada dinlemiş olurum…”

      Yenge Emine Hanım gücenik bir bakışla:

      “Daha söz başlamadan itiraza kalkışmak hiçbir kurala uymaz.

      Eski eşiyle geçen serüveni hakkında bize hesap vermek, Şükriye Hanım’ın ne boynunun borcu?.. Allah razı olsun. Bu konuda bize karşı lütfediyorlar, incelik gösteriyorlar. Bu büyük iyiliklerini kötüye kullanmayalım.”

      Şükriye Hanım: “Teveccühünüze teşekkür ederim hanımcığım. Siz benden insanlık adına bazı bilgiler soruyorsunuz. Gördüğümü, bildiğimi, daha doğrusu, uğradığım korkunç felaketi size olduğu gibi anlatmak boynumun borcu… Ben nasılsa vaktiyle bu bela ağına düştüm, bari başkası düşmesin. (Fikriye Hanım’ı göstererek) Yazık değil mi gül gibi taze… Ulu Tanrı kısmetini daha uygun bir yandan ihsan buyursun…”

      Bu sırada hizmetçi kahve getirir. On üç on dört yaşında kırmızı yüzlü, yahni yanak, erkek suratlı bir Türk kızı… Anadolu’nun kimi illerine yaygın deri hastalığından dolayı başı yolunmuş, tıraş edilmiş, şimdi fırça gibi siyah saçlar fışkırmış. Erkek biçimini andıran ‘alabros’ saçların altından sarkan, pazardan alınmış boncuk küpeler, kulaklarında sanki bu yüzün hangi cinsten olduğundan, kadınlığından şüphe edilmemek için takılmış tuhaf yalancı bir belge durumu gösteriyordu. Kızın üstünde küçük, büyük ve erkek, kadın aile bireylerinin giydiklerinden birer örnek vardı: Kenarı kırmalı etekliğin küçük hanımın; parmak dikişli babayani hırkanın, büyük hanımın; yaşına göre hayli hürmetli olan ayaklarının topuklarından yine iki üç parmak kadar taşan terliklerin de efendinin eskileri olduğunu anlamak için büyük bir kavrayışa ihtiyaç yoktu.

      Kızcağız, СКАЧАТЬ