Название: Cadı
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-61-7
isbn:
Orada bulunanlar, Nazikter’in adına mı, diline mi, küpesine mi, terliğine mi, hangisine güleceklerini şaşırdılar… Zavallı kızın, utancından şakaklarından aşağı nohut tanesi gibi ter dökülüyordu. Anadolu’da bir gün akşama dek sırtında taş taşımış olsaydı böyle İstanbulvari kahve vermek için attığı birkaç adımdaki güçlüğü belki çekmiş olmayacaktı.
Kızı dışarıya savdıktan sonra Şükriye Hanım:
“Bizim efendinin işi yok, herkes bize gülsün diye bunun adını Nazikter koydu. Hiç halat incelir mi kardeş? Bu kızın şöyle her bir kılı ayrı eğitime muhtaç… Uğraşa uğraşa bıktım. Ne yatmasını bilir ne kalkmasını ne yemesini ne söylemesini… Azıcık bir yeri ağrısa ‘Iş ana… Ben ölüyom!..’ diye danalar gibi haykırmaya başlar. Dışarı çıktığı vakit yanılıp da nerede olduğunu sorsanız ayakyolunda gördüğü işi size adlı adınca söyler… Birçok şeylerin adlarını bir türlü öğretemedim. Limona hâlâ ‘sulu zırtlak’ der… Yıllarla çalış, kelini, uyuzunu temizle, arla, pakla, adam et… Tamam biraz işe yarayacağı vakit koca zamanı gelir… İstersen verme… Sen ne kadar ağır davransan o, uşaktan, aşçıdan, arabacıdan kendine denk bir şey bulur… Senin bu geç davranmanın cezası olarak uygunsuzca baş göz olur. Bu çeşit kızları kullanmanın da işte böyle bin türlü derdi var…”
Ev sahibi hanım, konuklardan tütün içenlere yapılmış ince sigaralardan birer tane dağıttıktan sonra, bir de kendi yakar. Hikâyeye başlar.
6
Cadı Anne
“Bugün kaynanam evde yok. Size bu serüveni anlatmak için onun bulunmayacağı bir günü seçtim. Çünkü onun yanında eski eşimin adını ağıza almak büyük günahlardan bir şey işlemektir.
Hanımlar, hikâyem uzuncadır. Bunu önce söyleyeyim de canınız sıkılmasın. Meraklı, garip, acayip noktalarının açıklanması için birtakım kâğıtlar, belgeler gerekiyor. Bunların hepsini toplayarak bu akılalmaz serüvenimi yukarıdan aşağıya kaleme aldım. Çünkü bunun bütün ayrıntılarıyla anlatılması ve tasviri başka yolla olamazdı. Olayı size kimi kez kitaptan kimi de ağızdan anlatacağım…”
Şükriye Hanım, orta yerdeki masanın yanına, konuk hanımlara karşı gelecek bir durumda oturdu. Önce hazırlamış olduğu yazma serüven kitabını açarak başladı:
Naşit Nefi Efendi’nin evinde geçirdiğim serüvenin bazı saatlerini hatırladıkça içime fenalıklar gelir. Büyüdüm, yetiştim, gelinlik çağım geldi. Oradan buradan birçok isteyenler oldu. Annem güç beğenirlik etti. Nasılsa hepsi bozuldu. Birkaç yıl isteklerin arkası kesildi. Beni, evde kalacak diye velilerimi bir telaş aldı. En sonunda istekli olarak Naşit Nefi Efendi ortaya çıktı. Tam söz kesileceği sırada dedikodular başladı! Bu adamın ilk karısı cadı olmuş. Geceleri mezarından çıkarak kocasının evine gelir, evi birbirine katar, boğmak için ortaklarına saldırırmış. Hatta birini boğmuşmuş… Bu gibi şaşılacak söylentilere ne dereceye kadar güvenilebilir? Önce biz bu sözlere güldük. Fakat eski dostlarımızdan bir kadın geldi. Bu söylentilerin noktası noktasına hepsinin doğru olduğunu bize antlar içerek anlattı. O zaman annemle ben korkmaya başladık. Fakat babam hiçbir şeye inanmaz bir adamdı. Şeytanı görse karnaval maskarası sayardı. Olmayacak şeylere inanıp da cin peri gibi öteberiden korktukça o, bizi sertçe azarlar, zihinlerimizi bu gibi hurafelerden arındırmaya uğraşırdı. Biz çarpılmak korkusuyla gece pencereden dışarıya tükürmeye, süprüntülüğe bir şey dökmeye, daha bu çeşitten birçok şeylerden korkardık. Babam, bizim bu sanılarımızın tersine davranışlarla bu korku ve çekinişlerimizin boşluğunu ispata uğraşırdı. Örneğin o, pencereden kafesi sürer, destur demeden karanlıkta dışarı tükürür hatta bize inadına -sözüm meclisten ırak- süprüntülüğe abdest bozduğu bile olurdu. Ne çarpıldı ne bir şey oldu. Bizim ana kız, Naşit Nefi Efendi hakkında dönüp dolaşan bu korkunç söylentilerden korktuğumuzu görünce babam her ikimizi de sertçe azarladı. Bana dedi ki:
“Kız Şükriye, ben sana böyle mi terbiye verdim? Böyle mahalle karısı hurafelerine inanmak için mi öğrenimine bu denli özen gösterdim?.. Onun bunun aleyhinde yalan ve bozgunculuk tellallığı eden birtakım ahlaksız iftiracı kimselerin yaydıkları zararlı şeylere inanıyorsun da benim sözlerime güvenmiyor musun? Hiç ölü dirilip de vakit vakit mezarını bırakarak insanlarla boğuşmaya çıkar mı?.. Eğer bu bir gerçek olaydı uygar uluslar ölülerden de asker alarak ölüler orduları kurarlardı. Hem bu ölü askerlere karşı top, tüfeklerin etkisi olmayacağından bu usulden yararlanmaya en önce başarı gösterecek ulus, cihanı baştan başa fethederek ikili, üçlü, dörtlü, beşli ve gelecekte daha ne çeşitleri çıkacağı belli olmayan devletlerce birleşmelere bir son verdirir; dünyayı genel denge dırdırından kurtararak insan zihinlerine pürüzsüz bir rahatlık bağışlardı. Cadı! Nasıl şeymiş o? Mezarından çıkan bu yabancıyı görmek için Avrupa’da milyonlarla lira vermeye hazır deli Frenkler var. Fena mı? Sen bunu besbedava göreceksin! Görürsen bana da haber ver de fotoğrafisini çıkarayım. Cadının doğruluğunu tanıklarla bir resmî makama tasdik ettirebilsek bu resimlerden milyonlarca satıp pek çok şey kazanırız. Keşke bunun aslı olsa… Fakat olanağı yok. Saf yürekli eski insanların korktukları birçok şeylerden, şimdiki cin fikirli ahir zaman adamları, korkup ürkmek şöyle dursun para kazanacak yönler buluyorlar. Hint’te, Çin’de zavallı budala halkın Tanrısal bir nitelik vermekle kutsallardan sanarak gözlerini kaldırıp bakmaya korktukları putları Avrupalılar müzelerine taşıyarak, görülmemiş canavar seyrettirir gibi, halkın yadırgayan gözleri önüne koyuyorlar; yararlanmalarını sağlıyorlar. Naşit Efendi’nin eşi cadı olmuşmuş da geceleri kocasını rahatsız etmek için eve gelirmiş! Bu nasıl saçma… Eğer olanak evreninde böyle bir şey olsa Avrupalılar bu cadıları yakalamak için kim bilir ne ustaca tuzaklar, kapanlar yaparlardı? Telsiz telgrafla günlerce uzak yerlerden konuşan bu herifler hiç mezarlıktan cadı mı kaçırırlar?.. Kızım yavrum, bu lakırtılar nereden çıkmıştır? Sana orasını açıklayayım. Karının biri Naşit Efendi’ye varmak istemiş fakat efendi de besbelli, bazı kötü hâlinden dolayı almamıştır. Hıncından, gücenikliğinden bu saçmaları ortaya kapıp salıveren işte o kaltak olacaktır. İşin içyüzü böyle bir şey olmalı…”
Şükriye Hanım, dinlenmek için okumayı biraz kesti. Yenge Emine Hanım’la, kılavuz kadın karşılarındaki anlatıcının, kendi sanışları gibi, aptal bir kadın olmadığını artık anladılar. Bu sezgilerini birbirlerine anlatmak için arada bir bakışıyorlardı. Hele kılavuz kadının artık itiraz sesi kesilmişti. Hikâyenin alt tarafının ne çıkacağını merakla dinliyordu.
Şükriye Hanım, bu ilk satırların, dinleyicilerinde ne etki yarattığını anlamak için hepsinin yüzlerine birer araştırıcı göz attıktan sonra yine başladı:
Babamın СКАЧАТЬ