Название: Vampir Öyküleri
Автор: Артур Конан Дойл
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99846-0-5
isbn:
Doyle, 1890’da yayınladığı ilk derlemesine bu hikâyenin adını vermiştir: “Kutup Yıldızı”nın Kaptanı’.
JOHN BARRINGTON COWLES
BÖLÜM BİR
Zavallı arkadaşım John Barrington Cowles’ın ölümünü doğaüstü bazı olaylara yüklemek kabalık gibi görünebilir. Böyle bir sonuca varmadan önce güçlü kanıtların ortaya konması gerektiğinin de farkındayım.
Bu yüzden, böylesine üzücü bir sonuca neden olan tüm olayları mümkün olduğunca açık ve kesin bir şekilde açıklamaya çalışacağım ve kararı okuyucuya bırakacağım. Belki benim için hâlâ karanlıkta olan bazı noktalara ışık tutacak birileri çıkabilir.
Barrington Cowles’la tıp dersleri almak için gittiğim Edinburgh Üniversitesi’nde tanıştım. Northumberland Sokağı’ndaki ev sahibem, çocukları olmayan dul bir kadındı ve geçimini oldukça büyük olan evinin bazı odalarını öğrencilere kiralayarak sağlıyordu.
Barrington Cowles da aynı evde, benim bulunduğum katta bir oda kiralamıştı ve yemek yediğimiz küçük oturma odasını onunla paylaşıyorduk. Böylece, onunla öldüğü güne dek gölgelenmeden devam edecek sıkı bir arkadaşlık kurduk.
Cowles’ın babası muhafız alayı albayıydı ve yıllarca Hindistan’da görev yapmıştı. Oğluna dolgun bir harçlık vermesinin haricinde nadiren bir ebeveynin ilgisini ve şefkatini gösteriyordu; arasıra kısa mektuplar yazması hariç.
Kendisi de Hindistan’da doğmuş olan arkadaşım bu ilgisizlik yüzünden fazlasıyla incinmiş durumdaydı, annesini de kaybettiği için bu boşluğu dolduracak başka kimsesi de yoktu. Bu yüzden, bütün ilgisini benim üzerimde yoğunlaştırdı ve erkekler arasında sık rastlanmayan bir şekilde bana bağlandı. Hatta çok daha güçlü ve derin bir tutkuyla dolduğunda bile aramızdaki bu bağın etkilenmesine izin vermedi. Cowles uzun boylu, ince yapılı, esmer tenliydi ve koyu renkli gözlerinde duyarlı bir bakış vardı. Bir kadının dikkatini onun kadar çok çekecek pek fazla adam tanımadım. İfadesi genelde dalgın, hatta cansız olmasına rağmen, ilgisini çekecek bir konu açılacak olursa, birdenbire heyecanlanıyor ve hareketleri canlanıyordu. Böyle anlarda yüzü renkleniyor, gözleri parıldamaya başlıyordu. Bir şeyler anlatırken kendisini dinleyenleri de beraberinde sürükleyebilecek kadar iyi bir konuşmacıydı.
Doğuştan sahip olduğu tüm bu avantajlara rağmen, oldukça yalnız bir hayatı vardı, kadınlardan özellikle uzak duruyor ve tüm zamanını okumaya veriyordu. Kendi senesinin en başarılı isimlerinden biri olarak, anatomide üst düzey başarı ve fizikte Neil Arnott Ödülleri’ni almıştı.
O kızı ilk gördüğümüz anı öyle iyi hatırlıyorum ki! Tekrar tekrar o günü düşünüp, onu ilk gördüğümde bende uyandırdığı tam etkiyi bulmaya çalışıyorum. Onu tanıdıktan sonra bütün fikirlerim değişti, bu yüzden tarafsız olarak içgüdülerimin onun hakkında ne söylediğini merak ediyorum. Ancak daha sonradan içimde uyanan önyargıları göz ardı etmek oldukça güç.
1879 baharında İskoç Kraliyet Akademisi’nin açılışıydı. Zavallı arkadaşım sanata aşırı derecede düşkündü, güzel bir nota veya tuvaller üzerindeki nazik fırça darbeleri ona büyük bir zevk veriyordu. Resim sergisini dolaşmak için açılışa gitmiştik ve büyük salonda ayakta duruyorduk; tam bu sırada, odanın diğer ucunda duran son derece güzel bir kadını fark ettim. Bütün hayatım boyunca bu kadar etkileyici bir güzellik görmemiştim. Yunan heykellerinin güzelliğine sahipti; geniş bir alın ve mermer kadar pürüzsüz bir ten, yüzünü çevreleyen ipeksi bukleler, düzgün, zarif bir burun, ince ve belirgin dudaklar, yuvarlak ve yumuşak hatlı, buna rağmen güçlü bir karaktere işaret eden ince bir çene. Ve o gözler. O muhteşem gözler! Değişken ifadeleri hakkında biraz olsun fikir verebilecek olsaydım keşke. Bazen çelik gibi sert, ama aynı zamanda kadınsı bir şefkatle parıldayan, hükmetme gücüyle dolu, ancak bu yoğun gücün birdenbire kadınsı bir zayıflığın içinde eriyip kaybolduğu o muhteşem gözler. Ama bunları daha sonra öğrenecektim.
Genç bayanın yanında uzun boylu, sarışın biri vardı. Onun bir hukuk öğrencisi olduğunu hatırladım, kendisiyle uzaktan bir tanışıklığımız vardı. Archibald Reeves -adı buydu- dikkat çekici, yakışıklı bir adamdı ve bildiğim kadarıyla üniversitedeki her türlü çılgınlığın elebaşı sayılırdı. Onun hakkında son zamanlarda pek fazla şey duymamıştım, tek bildiğim nişanlandığı ve evlenmek üzere olduğuydu. O hâlde, diye düşündüm, yanındaki nişanlısı olmalıydı. Salonun ortasındaki kadife kanepeye oturarak, kataloğumun arkasından gizlice genç çifti izledim.
Ona baktıkça güzelliği beni daha da fazla etkiledi. Boyu biraz kısa olmasına rağmen, güzelliği ve duruşu öylesine kusursuzdu ki onun ortalamadan daha kısa olduğunu düşünmek için ancak başka biriyle kıyaslamanız gerekiyordu. Ben onları izlerken, Reeves başka birilerinin yanına çağrıldı ve nişanlısı yalnız kaldı. Kız, sırtını resimlere dönerek zaman geçirmek için etrafı izlemeye başladı, bu sırada onun güzelliğinden ve zarafetinden etkilenmiş bir düzine meraklı gözün kendisini izlediğini de görmezden geliyordu. Bir eli resimlerin önüne gerilmiş kırmızı ipek kordonda, kendinden emin bir ifadeyle çevresindeki yüzleri tek tek inceliyor, fakat sanki baktıkları duvarlardaki cansız tablolarmış gibi hiçbirine dikkat etmiyordu. Aniden bakışları bir yerde odaklandı ve yoğunlaştı. Böylesine güçlü bir şekilde dikkatini çeken şeyi merak ederek bakışlarını izledim.
John Barrington Cowles asalet ve gökyüzüne dair -sanırım Noel Paton’un bir tablosuydu- bir tablonun önünde duruyordu. Onu daha önce hiç bu kadar etkileyici görmemiştim. Daha önce yakışıklı biri olduğunu söylemiştim, ancak o anda olağanüstü görünüyordu. O anda nerede olduğunu unuttuğu ve kendini tamamen incelediği resmin güzelliğine kaptırdığı belliydi. Gözleri ışıldıyordu ve esmer yanakları hafifçe pembeleşmişti. Kız büyük bir dikkatle ona bakmayı sürdürdü. Ta ki arkadaşım daldığı düşüncelerden uyanıp aniden başını çevirene dek, böylece bakışları karşılaştı. Kız hemen bakışlarını çevirdi ama Barrington bir süre daha ona bakmayı sürdürdü. Tabloyu unutmuştu bile ve ruhu bir kez daha yere inmişti.
Gece boyunca birkaç kez daha onu gördük ve arkadaşımın gözlerinin özellikle onu aradığını fark ettim. Ancak oradan ayrılıp Princess Sokağı boyunca kol kola yürümeye başlayana dek; kız hakkında hiçbir yorum yapmadı.
“Siyah elbiseli, beyaz kürklü o güzel kadını sen de fark ettin mi?”
“Evet, СКАЧАТЬ